Korku Tacirliği
Korku Tacirliği
Niyazi Kızılyürek
[email protected]
Kıbrıs Sorununun çözümünü zorlaştıran ve müzakere sürecini tehdit eden konuların başında görünüşte Kıbrıslı Türklerin güvenlik endişeleri ve buna bir çare olarak ileri sürülen Türkiye’nin garantörlüğü geliyor. 1960 Garanti Antlaşmasının Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların güvenlik endişeleriyle bir ilgisi olmadığını defalarca yazdım. Yine de konu dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyor. Hep bir ağızdan aynı nakarat tekrarlanıyor ve Türkiye’nin garantör ülke olmasının Kıbrıslı Türklerin güvenlik ihtiyaçlarının karşılanması için “olmazsa olmaz” olduğu ileri sürülüyor.
Peki ama, bu korkunun kaynağında ne var?
Bu soruya neredeyse herkes ezberden aynı cevabı veriyor: “geçmişte yaşanan olumsuz tecrübeler”. Konuyu biraz deşerseniz, size “Kıbrıslı Rumlarıngeçmişte Kıbrıslı Türkleri katlettiklerini, EOKAcıların Kıbrıslı Türklere karşı acımasız saldırılarda bulunduklarını ve toplu katliam yaptıklarını” söylerler.Fakat yakın Kıbrıs tarihine eleştirel bir gözle bakarsak, bu söylenenlerin çoğunun abartılı ve gerçeklerden uzak olduğunu görürüz. Açıkçasıçok uzun yıllara yayılan maksatlı bir propaganda ile karşı karşıyayız.
Konuya EOKA’dan girelim. 1 Nisan 1955 tarihinde koloni yönetimine karşı silahlı kampanya başlatan EOKA başlangıçta Kıbrıslı Türkleri hedef almadı. Örneğin 1955 yılı boyunca hiçbir Kıbrıslı Türk öldürülmedi. Böyle olduğu halde Kıbrıs Türk liderliği “EOKA’nın saldırılarından” söz ediyordu. Hatta uydurma bir haberle 28 Ağustos 1955 tarihinde EOKA’nın Kıbrıslı Türklere karşı toplu katliam yapacağı yayılmıştı. Bu yalan haberi Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti yayıyordu. Nitekim cemiyet üyelerinden Aydın Konuralp, Yassıada duruşmaları esnasında bu haberi Türk halkını tahrik etmek için Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti’nin bilinçli olarak yaydığını açıkladı.
1956 yılının Ocak ayında Baf’ta Abdullah Ali Rıza çavuş EOKA tarafından vurularak öldürüldü. Fakat Türk olduğu için değil, İngiliz güvenlik kuvvetlerde görev yaptığı ve EOKA’ya karşı savaştığı için... Benzer biçimde, 1956 yılında Yardımcı Polis olarak İngilizlerin yanında EOKA’ya karşı savaşan bazı Kıbrıslı Türkler öldürüldü. İlk sivil ölüm ise 1956 yılının Mayıs ayında Afanya köyünde gerçekleşti. 26 Mayıs 1956 tarihinde karma köylerden Afanya’ya civar köylerden akın eden Kıbrıslı Rumlar köyün Türk mahallesinde yangın çıkardılar ve Ali Ekmekçi (Mustafa) adında bir Kıbrıslı Türk’ü öldürdüler. Resmî Türk kaynaklarına göre, Afanya köyünde Kıbrıslı Rumlar Kıbrıslı Türklere durup dururken saldırıda bulunmuşlardı. Oysa olaylar bazı Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumların oturduğu köy kahvesine silahlı saldırı düzenlemesiyle başladı. Saldırıdan sonra kilise çanının sesini duyan civar köylerden Rumlar Afanya köyüne akın ederek Türk mahallesinde yangın çıkardı. Çıkan yangında bir ev tamamen yandı, bazı evler de hasar gördü. Ornuta köyünde bir düğünde bulunan Kraliyet Hava Kuvvetlerine (RAF) mensup Afanyalı Ali Ekmekçi (Mustafa) olup biteni anlamak için Afanya’ya gittiğinde öfkeli Kıbrıslı Rumlar tarafından linç edilerek öldürüldü.
4 Aralık 1957 tarihinde Baf’ın Melandra köyünde üç Kıbrıslı Türk ormanda çalışırken balta ve nacaklarla katledildiler. Cinayeti kimlerin işlediği netlik kazanmamış olmasına karşın Dr. Küçük Türkiye başbakanı Adnan Menderes’e çektiği telgrafta “her gün artmakta olan Rum vahşetinden” ve bu “durumun Yunan katliamının başladığını ispat ettiğinden” söz ediyordu. Dr. Küçük, Menderes’e “can ve namusumuzun korunması, ancak sizlerin müdahalesiyle mümkün olacağına inanıyoruz” diyordu. Oysa bu cinayetleri namus meselesi yüzünden Kıbrıslı Türkler işlemişti.
Kıbrıs Türk liderliği hiçbir somut kanıt göstermeden “Rum baskısı yüzünden kasabalara akın eden Türklerden” söz ediyordu. EOKA’nın silahlı Enosis mücadelesi üç yılı aşkın bir süreden beri devam ediyor olmasına karşın, Kıbrıslı Türk liderler “Rum saldırılarına” örnek olarak sadece Vasilya ve Afanya olaylarını gösteriyorlardı. Oysa Vasilya’da hiç kimse ölmemişti. Afanya’da ise bir Kıbrıslı Türk’ün öldürülmesine yol açan gerilim, köyün Rum kahvesinin Türkler tarafından taranmasıyla başlamıştı.
Durum böyle olduğu halde, 1958 yılına girerken Kıbrıs Türk liderliği Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumlar tarafından “taciz edilip sindirildiğini” ileri sürüyor, yalana ve çarpıtmaya dayalı bir kampanya sürdürüyor ve iki toplumun bir arada yaşayamayacağından söz ediyordu. Bu abartılı sözlerden ve art niyetlipropagandadan koloni yönetimi de rahatsız olmuştu ve iki toplumun barış içinde yaşadığını ve yaşayabileceğini gösteren incelemeler yayınlamıştı.
İki etnik grubun çatışma tarihi açısından 7 Haziran 1958 bir dönüm noktası oluşturuyor. Bu tarihinde Türk Haberler Bürosuna atılan bir bomba sonucunda şiddet dalga dalga yayılmaya başladı ve 12 Haziran’da sekiz Kıbrıslı Rum’un katledildiği Gönyeli Katliamı yaşandı. Ardından belediyelerin zorla ayrılması gündeme geldi.Kısacası, 7 Haziran 1958’den sonra ölü sayısı her gün artmaya başladı. İlginçtir, bu şiddet furyasında ölenlerin çoğu Kıbrıslı Rum’du. Tabii Türk Haberler Bürosu’na bombayı Türklerin attığı artık bütün kanıtlarıyla ortaya çıkmıştır. EOKA’nın ilk defa bu olaylar sonrasında sivil Kıbrıslı Türkleri hedef seçtiği bir vakıadır.
Durum böyle olduğu halde, Kıbrıs Türk liderliği “Rum-Yunan mezaliminden” söz ediyordu.
Etnik çatışma tarihinde Kıbrıslı Türkler 1963-1964 döneminde büyük kayıplar verdiler. Richard Patrick çatışmalarda toplam 350 Kıbrıslı Türk ile 174 Kıbrıslı Rum’un öldüğü tahmininde bulunuyordu. Kıbrıs Rum kaynaklarında ise 157 Kıbrıslı Rum’un öldüğü belirtiliyor. Adadaki Yunan askerlerinin kaybı ise resmi olarak halen açıklanmış değil. Öldürülen Kıbrıslı Rumlardan 53 sivil ve asker hayatlarını Dillirga bombardımanlarında kaybetti. Kızıl Haç başkanı Alber Kokatriks, 21 Ocak 1964 tarihinde Kıbrıslı Türklerden 250, Rumlardan ise 25 kişinin kayıp olduğunu açıkladı. Kayıp Şahıslar Komitesi’nin günümüzde açıkladığı rakamlara göre 1963-64 yılları arasında kayıp olarak tutanaklara geçen Kıbrıslı Rumların sayısı 42’dir. 1967 yılının Mart ayında resmî Kıbrıs Türk kayıtlarında 225 Kıbrıslı Türk ölü, 203’ü de kayıp olarak görülüyordu. Bunların % 90’ı 1963 Aralık ayı ile 1964 yılı Aralık ayı arasında öldürülmüş ve/veya kaybedilmişti. 1967 yılının Haziran ayında BM kayıp Kıbrıslı Türklerin sayısını 198 olarak veriyordu. Bu sayı 1967 yılına kadar 300’e çıkacaktı.
Kıbrıslı Türklerin % 20’si, yani yaklaşık 25.000 kişi evlerini terk ederek mülteci durumuna düştü. Saldırılara sahne olan toplam 109 köyde tamamen tahrip edilen 527 ve yağmalanan toplam 2.000 evin büyük çoğunluğu Kıbrıslı Türklere aitti.
Bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi, 1963-1967 döneminde cereyan eden etnik çatışmalarda Kıbrıslı Türklerin kaybı çok daha büyük olmasına rağmen topyekûn bir imha yaşanmadığı aşikârdır. Kayıplarla birlikte ölü sayısı 550 kişi civarındadır. Kıbrıslı Rumlardan ise 42 kayıpla birlikte toplam 200 kişi hayatını kaybetti.
1974 Savaşı Kıbrıslı Rumlar açısından kelimenin tam manasıyla büyük bir trajedidir. 182 bin insan yerinden edilirken, ada toprağının %36.3’üne tekabül eden 1.5 Milyon dönüm arazi, yüzlerce fabrika, hotel ve işyeri Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin eline geçti. Tarım ve sanayi üretiminin yapıldığı yerlerin %70’i Türk ordusunun kontrol ettiği bölgelerde kaldı. 2500’e kişi ölü, pek çok kişi yaralandı. Akıbeti bilinmeyen ve “kayıp şahıslar” defterlerine kaydolanların sayısı 1508’i buldu. Kıbrıslı Türklerden ise toplam 493 kişi kayıptır. 1974’te öldürülen Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu az sayıda EOKA B üyesinin Dohni, Muratağa, Sandallar ve Atlılar’da yaptığı katliamlarda yaşamını yitirdiler.
Yukarıda özetlediğimiz çatışmalar ve bu çatışmalarda yaşanan kayıplar Kıbrıslı Türklerin Kıbrıslı Rumlardan daha fazla korkmasını haklı çıkarmıyor. Korku varsa, bu karşılıklıdır. Fakat yine de ısrarla korku kavramı etrafında bir siyaset örülüyor ve olası bir çözümün ancak Türkiye’nin garantörlüğü ile mümkün olabileceği ileri sürülüyor.
Çözümü zorlaştıran korku eksenli diğer bir yaklaşım da sosyo-ekonomik alanda üretiliyor. Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıslı Rumların ekonomik üstünlük kuracağı endişesinden yola çıkarak, Kıbrıslı Rumların ekonomik haklarına bazı sınırlamalar getirilmesinden söz ediliyor.
Bu türden korku söylemleri Federal bir Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türklerin kazanımlarını iyice gölgelediği gibi, çözüm karşıtı refleksleri de güçlendiriyor. Bunun tersi de doğrudur. Çözüm karşıtı refleksler korku söylemlerini çoğaltıyor.
Oysa Kıbrıs Türk toplumunun yakın tarihteki şanlı direnişinden söz etmekten çok hoşlanırız. Eğer gerçekten şanlı bir direniş varsa, bu, Kıbrıslı Türklerin azınlık olmayı reddedip siyasi eşit toplum olmak ve egemenliği paylaşmak için verdikleri mücadelede simgelenir. Bu mücadeleyi Federal Kıbrıs’ın kuruluşuyla taçlandırmak varken, günümüzde bu kavramları unutmuşa benziyoruz ve maalesef toprak ile mülkiyetten söz ediyoruz. Hatta Türkiye’nin garantörlüğünde ısrar ederken bile bunu alttan alta toprak konusunda yapılacak pazarlıklarda bir koz gibi görmekten çekinmiyoruz.
Gerçekten korkuyor muyuz yoksa korku tacirliği mi yapıyoruz?