Korkuyorlar; renkten, ışıktan
Kuzu postuna bürünmüş kurtların, istihbaratçı maskesi takmış katillerin, politikacı safsatası silah kaçakçılarının, devlet kılıklı diktatörlerin ve çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli, halkların kardeşliğinden, farklılıkların coğrafyasından korkanların ‘kanlı mevsimi’ bu..
Alçaklığın mevsimi...
“Ümidin” düşmanlarının meyve çağındaki ağacın boynunu büktükleri, “serpilip gelişen hayatları” örseledikleri gri bir sonbahar...
Her gün hedef gösterdikleri kitlelerin ceset torbaları karşısında döktükleri sahte gözyaşlarıyla utanç yağdıranların iklimi bu...
***
Korkuyorlar...
O nedenle sınırlar çiziyorlar coğrafyalara, beyinlere, yüreklere...
Uşaklık ettikleri milliyetçiliğin can damarı kuruyacak diye kan döküyorlar umudun teknesine...
***
Çocukların oyuncaklarından...
Barışseverlerin halayından...
Halklarından kardeşliğinden...
Özgürlükten korkuyorlar...
Işıktan, renklerden korkuyorlar en fazla.
Kara kusmuklarını öğürerek barışın üzerine kirletiyorlar tarihi...
‘Yeter artık, bu kan dursun’ diyenleri kana boğuyorlar, o kadar zavallı ve adice..
***
Soğanlar aldım dün yine...
Lale, sümbül, nergis, fulya soğanları...
Böyle zamanlarda eşeler toprağı ekerim...
Bahar gelecek ve yeşerecekler, beklerim heyecanla...
Rengarenk açacaklar...
Yükselecekler topraktan filiz filiz...
Her mevsim, yeniden, renklerle...
***
‘Barış’a buluşan insanların üzerine yağdırıyorlar ölümü...
Oysa insanlık vazgeçer mi hiç tohumlar ekmekten, topraktan tükenir mi hiç umut...
Yağdıkça yağmur...
Güneş doğdukça karanlığın üzerine...
Gökyüzünün mavisi okyanusların suretiyle kapladıkça evreni...
İnsanlar birlikte yaşamayı başaracak...
Yan yana... İç içe...
Rengarenk...
Yok, öyle romantik bir düş değil bu!..
Çünkü ‘katillerin’ ömrü ışık kadar...
Toprak yeşerene kadar onların ömrü...
***
Bu yangın sönecek...
Ve elini kolunu sallaya sallaya gezecek, o güzelim hürriyet, illa ki insanlık yeşerecek...