1. YAZARLAR

  2. Neşe Yaşın

  3. Köşklüçiftlik Sendromu
Neşe Yaşın

Neşe Yaşın

Köşklüçiftlik Sendromu

A+A-

Peristerona’dan göçmen düşüp Lefkoşa enklavındaki derme çatma eşyalarla döşenmiş küçük eve yerleşmemizden üç yıl sonra Selimiye İlkokuluna verilmiştim. Okuma yazmayı kendi başıma öğrendiğimden sıkıcı geçiyordu dersler. Kimin müthiş fikri ise Şubat tatilinin ardından ikinci sınıfa yerleştirildim. Böylelikle bir yılda iki sınıf okumuş oluyordum ama birden sınıfın geri bir öğrencisi durumuna düşmüştüm. 1.5 yıl atlayarak “ötekileştirildiğim”, tanımadığım öğretmen ve öğrencilerin bulunduğu bir ortamda debeleniyordum. En acısı, başarılı öğrencilere kurdele dağıtılan törende adımın çağrılmaması ve bana bir kurdele verilmemesiydi. Bir yandan aile bir yılda iki sınıf okuduğumdan söz edip gururlanıyor diğer yandan ben sınıfın bir köşesinde kendi yalnızlığımı yaşayıp kendimi eksik ve ezik hissediyordum. Özel durumum nedeniyle 23 Nisan törenlerine de alınmamış, bir köşede mahzun oturarak dans eden çocukları izlemiştim.

Lefkoşa Surlar İçinde yaşamamıza rağmen ertesi yıl üçüncü sınıfa başladıktan birkaç hafta sonra bir uzak akrabanın evi adres gösterilerek Köşklüçiftlik İlkokulu’na yerleştirildim. O yıllarda orada yaşayanlara “sosyete” denirdi. Sınıf arkadaşlarımın önemli bir bölümü çiçekli bahçeler içindeki büyük ve güzel evlerde yaşayan Kıbrıslıtürk sosyetesinin çocuklarıydı. Okul çıkışı bazen bir arkadaşımın evine giderdik. O evlerin pırıl pırıllığı, eşyaların şıklığı, bizim göçmen evimizdeki sefil, bağırtılı çağırtılı gerginliklere hiç benzemeyen, daha çok da Zafer sinemasında izlediğimiz bazı Türk filmlerindekileri andıran aile ortamı içimi burkar, beni ezip geçerdi. Bir taraftan da sınıfın en çalışkanı, öğretmenin gözdesi, törenlerde şiirler okutturulan “Milli Şair” in kızıydım. Tahtaya yazılan cümleleri, ders kitaplarındaki metinleri anında ezberlemek gibi bir yetenek geliştirmiştim. Sınıfa gelen bazı konuklara bunu sergilemem gerekiyordu. Bazı ilgilerden ötürü şımarık öte yandan da ezik ve içine kapanmış bir çocuktum. O yıllarda üstüme musibet olan Köşklüçiftlik sendromu daha sonraları hep hayatımı yönetip durdu. Bu nasıl bir şey diye soracak olursanız bir çeşit kıskançlık diyeceğim ama değil. Daha çok da dünyadaki adaletsizliklere dair bir isyan, bir kırgınlık, bir iç burukluğu, bir yersizyurtsuzluk, eğretilik hali, kimlik bunalımı, sınıf öfkesi diyelim.

Sonradan Türk Maarif Koleji adını alan İngiliz Kolejine başladığımda da çoğalarak sürüp gitmiştir bu… Köşklüçiftlik İlkokulu’ndaki pek çok sınıf arkadaşımla kolejde de beraber olmuşumdur. O yıllarda aile içi sorunların getirdiği bir depresyon içinde bulunduğumu; garip bir biçimde bir yanımla hayata dönük bir yanımla da içe kapanık olduğumu anımsıyorum ki 1974 felaketini yaşadık.

1974 başkalarına ait evlere yerleşmek, başkalarına ait eşyaları kullanmak ve başkalarına ait bir okulda ders yapmak demekti. Bu büyük altüst oluşu ergenlik çağında deneyimlemek işin cabasıydı.

Geçtiğimiz günlerde Türk Maarif Koleji’nin 50. Kuruluş yıldönümü kutlanmış ve bütün mezunlar davetliymiş. Beni davet eden olmadı… Sanırım öylece duyup gitmem gerekiyordu ama sonrasında haberim oldu… Zaten İstanbul’dayım ve bunun için adaya döner miydim; adada olsaydım da içimdeki bariyerleri aşıp gider miydim pek emin değilim. Kayıtlara bakılırsa görülebileceği gibi okul ikincisi olarak mezun olduğum Türk Maarif Koleji’nde eğitim görmüş olmanın hayatıma ne çok artı kattığı inkâr edilemez. Yine de o fotoğraflara bakmak içimdeki “Köşklüçiftlik sendromu” nu depreştirdi; Kıbrıs denen şu adadaki müebbet ötekilik, eğretilik halimi anımsattı bana. Uzun süredir adanın “yanlış” ve yasak yarısında mesken tutan biri olarak nedense içimi tarif edilemez bir keder ve buruklukla doldurdu. Bu alınganlığımın nedenini anlamaya çalışırken vardım “Köşklüçiftlik sendromu” na… Ülkeme ve onun bana verdiği kişisel hikâyeme dair hüznüm depreşiverdi birden. Bu yazıyı da sanırım bu iç burukluğuyla, bu kalp sızısıyla yazdım. Okul sıralarındaki başarılı olduğu kadar mahzun, kırık ve ezik halimin birden gözümün önünde belirmesinin getirdiği kederi iyileştirmeye çalışmak belki de bu… Yakında bölünmenin de kırkıncı yıldönümü yaşanacak. O gün evde tek başıma kendi anmamı yapacağım. Gün boyu bir mum yakarım, şiirler okurum belki… Belki bir yazı birkaç dize yazarım kederimi hafifletsin diye… Belki ağlarım…

Bu yazı toplam 3747 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar