1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Kosova’da savaş sonrası hakikat ve adalet stratejisi planlanıyor...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Kosova’da savaş sonrası hakikat ve adalet stratejisi planlanıyor...”

A+A-

Balkan Araştırmacı Gazeteciler Ağı BIRN’den Serbeze Hakhiyaj’ın kaleme aldığı ve Kosova’da savaştan 22 yıl sonra savaş sonrası hakikat ve adalet stratejisinin planlanmakta olduğuna ilişkin yazısını okurlarımız için Türkçeleştirmeye çalıştık. 2 Eylül 2021’de yer alan yazı, özetle şöyle:

***  Kosova, 1998-99 yıllarındaki savaşla ilgili olarak ulusal bir adalet stratejisi geliştirmeye başladı ancak bunun “tek etnik toplumlu” bir insiyatif olmaması için yeterli siyasi iradenin gösterilip gösterilmeyeceği konusunda soru işaretleri mevcut.

***  Savaşın sona ermesinden 20 sene sonra, Kosova Adalet Bakanlığı bir ekip oluşturarak, geçiş döneminde adalet için bir ulusal strateji geliştirmelerini istedi ilk kez...

***  Adalet Bakanlığı on kişiyi bir araya getirdi bu amaçla – bunlar arasında devlet görevlileri, sivil toplum temsilcileri ve yabancı uzmanlar da var ve altı ay içerisinde bu konuda nasıl bir strateji uygulanabileceği hakkında bir taslak belge hazırlayacaklar. Hazırladıkları belge, ondan sonra kamuoyunda tartışmaya açılacak.

***  Geçen ay bu grubun ilk topolantısında Kosova Başbakanı Albin Kurti, bu insiyatifin neredeyse geç kalmış bir girişim olduğuna dikkati çekti.

***  “Geçmişle yüzleşmemiz için bu son şansımızdır... Geçmişte neler olup bittiğine bakmalı, zararı ölçüp tartmalı ve bunu telafi etmeye çalışmalıyız. Savaş suçlarının kurbanlarının, hayatta kalmış olanların ve onların ailelerinin gerçeği öğrenme haklarına kavuşmalarını sağlamalıyız” demişti.

***  Bu girişim, Kurti’nin Savaş Esnasında İşlenmiş Suçlar Enstitüsü adlı yeni bir hükümet destekli kuruluşu planlayacak bir başka çalışma grubunu oluşturmasından iki ay sonra ortaya çıktı. Savaş Esnasında İşlenmiş Suçlar Enstitüsü, savaş esnasında işlenmiş tüm suçları belgelemeyi hedefliyor.

***  Bundan önce, 2011 yılında da Savaş Suçları Enstitüsü oluşturulmuş ancak 2018 yılında dönemin başbakanı Ramuş Haradinaj tarafından feshedilmişti.  

***  Kurti, savaş suçları ve soykırım nedeniyle Sırbistan’ı dava edeceğini de duyurmuş bulunuyor.

***  Adalet Bakanlığı’nda Geçiş Dönemi Adalet Bölüm Başkanı olan Baki Svirça, kendisinin bu konudaki ulusal strateji grubunun başında olduğunu belirterek, hedeflerinin “kapsamlı ve kurbanlara odaklı bir strateji geliştirmek olduğunu” belirtti.

***  Svirça’ya göre programda tazminatlar, hakikati anlatma, anılaştırma ve hayatta kalanlar için bir dizi etkili araçların bulunacağını da belirtti.

***  “Kamuoyunun Kosova’da geçiş dönemi adaletinin prensipleri ve kurallarını iyi anlaması için bir bilgi statejisi oluşturacağız. Bu stratejinin odağında tüm toplumların hakları, ihtiyaçları ve çıkarları olacaktır” dedi Svirça.

***  Svirça’ya göre çeşitli yerel ve uluslararası insan hakları örgütleri tarafından (ki bunlar arasında İnsancıl Hukuk Merkezi, İnsan Hakları İzleme Örgütü vs. bulunuyor) zaten toplanmış olan bilgileri kullanacak bu strateji. “Savaşa ilişkin tüm bilgileri toplamak ve bunu resmi devlet enformasyonuna dönüştürerek savaşa ilişkin bir anlatı oluşturmak istiyoruz” diye konuşuyor.

***  İrlanda’da Dublin Kent Üniversitesi’nde Barış ve Çatışmaların Çözümü İncelemeleri bölümünde doçent olan Kosova doğumlu Gezim Visoka ise, Kosova’da bundan önce yapılmaya çalışılan geçiş dönemi adaletine ilişkin girişimlerin sonunun getirilemediğine dikkati çekti – örneğin Savaş Suçları Enstitüsü kapatıldı ve eski Cumhurbaşkanı Haşim Taci tarafından önerilen Hakikat ve Yeniden Uzlaşma Komisyonu da tartışmalıydı...

***  Hakikat ve Yeniden Uzlaşma Komisyonu, Kosova Kurtuluş Ordusu’nun savaş döneminde siyasi yöneticisi olan Taci tarafından 2017 yılında oluşturulmuş ve Kosova’nın bölünmüş toplumları arasında diyaloğa bir temel olacağı söylenmişti. Ancak geçen sene  Taci, Lahey Uluslararası Mahkemesi tarafından Kosova Özel Mahkemesi’ne savaş suçları ve insanlığa karşı suçları nedeniyle yargılanmak üzere gönderilince, bu komisyon da havada kaldı.

***  Visoka, bu tür geçiş dönemi adalet insiyatiflerinin “daha geniş bir vizyon olmadan, koordinasyon ve uyum olmadan, siyasi liderler tarafından kişiselleştirilip politize edilerek” ortaya konmuş olduklarına dikkati çekiyor.

***  “Bir sonuca ulaştırılmamış işlenmiş suçlar için adalet arayışında birşeyler yapmak için hiçbir zaman geç değildir. Ancak geçmiş çbalar öylesine bir belirsizlik bıraktı ki bu hem şimdiki, hem de gelecekteki çabalara gölge düşürüyor” diye konuşuyor Visoka.

***  1999’dan bu yana savaş suçlarına ilişkin hukuk süreci ise Lahey’deki Birleşmiş Milletler mahkemesinde, Kosova’daki BM ve AB misyonlarında UNMIK VE EULEX’Te ve ayrıca yerel mahkemelerde sürdürülmüş ancak hiçbiri de özellikle başarılı olamamış. Şimdi Kosova Özel Mahkemesi’nin başarılı olup olmayacağına da bakmak gerekiyor – bu mahkeme de Kosova Kurtuluş Ordusu’ndaki eski gerillaların işledikleri savaş suçlarını yargılamak üzere oluşturulmuş bulunuyor.

***  Uzmanlara göre Kosova’da genel olarak geçiş dönemi adalet çabaları tutarsız ve yetersiz kalmış.

***  Visoka, “Savaş suçlarına ilişkin davalarda, gerçeği öğrenmenin önemi bir yana bırakılmıştı, aynı şekilde bunların belgelenmesi ve anılaştırılması da bir yana bırakılmış, kurbanlara yönelik tazminatların önemi de dikkate alınmamış” diye konuşuyor. “Tüm bunlar eksik olunca, bu durumda kurbanların ve çatışmada hayatta kalanların tanınması da görmezden geliniyor” diyor.

***  Kosova’da savaş sonrası yeniden uzlaşma için daha katedilecek çok yol var – halen Arnavut kökenli çoğunluk ile Sırp kökenli azınlıklar savaşa ilişkin farklı söylemlere sahipler ve gerginlikler de yüzeyin hemen altında öylece duruyor...

***  “İnsanların birbirine güvenmesini bloke eden çeşitli “kendine özgü” gerçekler bulunuyor, savaş esnasında meydana gelmiş pek çok olaydan habersizdir insanlar, kayıpların yerleri hala bulunamamış ve savaş suçu işlemiş olanların dokunulmazlıkları bir kültüre dönüşmüş” diyor Visoka.

***  Buna uluslararası toplumun da ilgisizliğini ekliyor Visota...

***  Bekim Gaşi’nin annesi ve dört kızkardeşi, Terne köyünde Sırp kuvvetler tarafından öldürülmüş 25 Mart 1999’da ve onlardan geride kalanlar hala bulunamamış. Gaşi, “geçiş dönemi adalet stratejisinin önceliği kayıp şahısları bulmak ve kurbanlar için adalet olmalıdır” diyor.

*** BIRN’e konuşan Gaşi, “Seçici adalet girişimlerine tanık olduk, insanlığa karşı işlenmiş suçların inkarına tanık olduk. Eğer adalet yerine getirilmeyecekse, o zaman geçmişin yaralarını hiçbir şey iyileştiremez” diyor.

***  Gaşi, öldürülen akrabalarına yönelik adalet için girişimlerinde biraz başarılı olmuş gibi... 2008 yılında Sırbistan’ın Savaş Suçlarını Kovuşturma kurumuna başvurarak Yugoslav Ordusu’nun 549’uncu birliğine karşı suç duyurusunda bulunmuş. 2019 yılında Belgrad Yüksek Mahkemesi, Yugoslav ordusu subayı Rayko Kozlina’yı Terne’de 1999 yılında 27 sivili öldürmek suçundan 15 yıla mahkum etmiş ancak onun üstü bir subay olan Pavle Gavriloviç’i serbest bırakmış.

***  Saraybosna’da bulunan TRIAL International (Uluslararası DAVA) adlı sivil toplum örgütünden Leyla Gaçaniça, örgütlerinin insan hakları ihlallerinin kurbanlarına hukuki yardım sağladıklarını belirtiyor – savaştan sonra geçen bunca yıl içerisinde, ihtiyaçları iyice değerlendirebildiklerini anımsatıyor.

***  “20 yıl aradan sonra dahi böylesi bir strateji, boşluklar arasında köprü kurmalı ve tüm toplum için somut çözümler üretmeli” diye konuşuyor. “Çatışma dönemi sonrası bir topluma adalet ve barış getirmek için bir fırsattır bu, böylece çatışmanın tekrarlanmamasını garanti almak için çalışmayı sağlayabilir” diyor.

***  Westminster Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden Aydan Hehir ise yakın geçmişte “Kosova ve Geçiş Dönemi Adaleti: Büyük Çaplı Çatışma ardından Adaleti Aramak” başlıklı kitabın editörlüğünü yapmış...  Kosova Özel Mahkemesi’nin uluslararası toplum tarafından Kosova’ya dayatıldığını, bu yüzden yerel desteğe sahip olmadığını anlatıyor. Oysa geçiş dönemi adalet stratejisinin daha yasal bir zemine sahip olması gerektiğini hatırlatıyor.

***  Hehir, stratejiyi hazırlayan uzmanların “etkili geçiş dönemi adalet mekanizmalarını nasıl uygulayacaklarına ilişkin prensipleri ortaya koymalarını, bu sürecin yerel düzeyde politize edilmesini engellemek ve dıştan aktörler tarafından duruma müdahale edilmesini önlemek için çalışmaları gerektiğini” anlatıyor. Böylece Kosova’daki savaşa ilişkin gerçek ortaya konabilir ve çatışmadan etkilenmiş olan herkese destek olunabilir Hehir’e göre...

***  Ancak bu stratejinin herhangi bir başarıya ulaşmasının önünde çeşitli engeller de olabileceğine dikkat çekiyor Hehir...

***  Visoka, “Kosova ile Sırbistan arasında barış anlaşması olmadığı için, bu başlı başına bir risktir” diyor, “iki taraf geçmişi nasıl ele alacaklarına ilişkin üzerinde anlaştıkları bir çerçeve oluşturmadılar, ortaya konacak olan insiyatifler de yerli Sırp toplumlar tarafından itiraza maruz kalacak ve uluslararası toplum da bunları görmezden gelecek” diyor.

***  Visoka, Kosova’nın siyasi liderlerinin savaşta yaşananlarla yüzleşme konusunu samimiyetle ele almalarının anahtar konu olduğuna dikkati çekiyor. “Geçiş dönemi adaletinin tek toplumlu siyasi gündemlerle yürütülmemesi gerekir, tüm kurbanlar ve tüm hayatta kalanlara adalet sağlamasına yönelik prensipli bir temelden yürütülmelidir bu” diyor.

***  Svirça ise, bu sürecin tek toplumlu bir gündeme bağlı olmayacağında ısrarlı, ona göre tüm kurbanlar için bir platform oluşturmaya çalışılacak.

***  Ancak Hehir, Kosovalı Sırplar’ın buna bir noktada kuşkuyla bakabileceklerini çünkü geçmişte siyasi liderlerin bunu kendi amaçları için kullandıklarını anımsatıyor... Hehir, “Şimdiki hükümet çok farklıdır, geçmişin başarısızlıklarının gölgesi yok üzerlerinde. Umarım ki tüm Kosova’ya, iyi niyetlerini kanıtlama şansına sahip olurlar” diye konuşuyor...

documents-3816835-1920-e1629902557122.jpg

https://balkaninsight.com/2021/09/02/22-years-on-kosovo-plans-post-war-truth-and-justice-strategy/

(BIRN’den Serbeze Hakhiyaj’ın 2.9.2021 tarihli yazısını derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).


“Srebrenitsa katliam kurbanlarıyla birlikte defnedilen tek Katolik Hırvat Rudolf’un hikayesi...”

Taha KILINÇ (YENİ ŞAFAK)

Potoçari Şehitliği’ndeki beyaz mermerden mezar taşları arasında boş gözlerle dolaşıyorum. Srebrenitsa Katliamı’nda öldürülenlerin defnedildiği bu mezarlıkta 1980 doğumlu çocuklar da var, 1911’li ihtiyarlar da. 11 Temmuz 1995 günü Srebrenitsa’yı kuşatan Sırp çetelerinin, Hollandalı BM ‘barış gücü’ askerlerinin gözetiminde ve müsaadesiyle imza attığı katliam, burada hâlâ bütün dehşetiyle capcanlı. Mehmed, İzet, Kadrija, İbrahim, İsmet, Hamdija, Redzep, Reuf, Ramiz, Nurija, Selim, Suad… Kurbanların ‘suçu’ mezar taşlarına böyle kazınmış. Hepsinin suçu aynı: Müslüman olmak.

Şehitlikten çıkmaya yakın, gözüme, diğerlerinden ayrı duran bir mezar taşı takıldı. Şekli çevredekilere benzemediği gibi, üzerindeki yazı ve işaret de bambaşkaydı. “Rudolf (Aleksandar) Hren” yazıyordu isim yerinde, üstünde de büyük bir haç vardı. Bunun bir Hıristiyan mezarı olduğu belliydi, ama burada ne işi vardı?

Rudolf Aleksandar Hren’in hikayesi, caniliğin ve barbarlığın türlü örneklerinin sergilendiği Bosna Savaşı’nın en çarpıcı sahnelerinden:

Bir toplu mezarda Boşnak Müslüman kurbanlarla birlikte bulunan cenazesi 2010’da teşhis edilen Rudolf, 1960 yılında Sırbistan’ın Vrbas kasabasında Hırvat bir anne-babadan dünyaya gelmiş. Ailesi, Rudolf henüz üç aylıkken bir madende çalışmak üzere Srebrenitsa’ya gelip yerleşmiş. Çocukluk ve gençlik yıllarını Müslümanların arasında geçiren Katolik Rudolf’un en yakın dostları da hep Boşnak Müslümanlar olmuş. Bosna Savaşı patlak verdiğinde, arkadaşlarıyla birlikte hareket eden Rudolf, 1995 yazında Sırplar Srebrenitsa’yı kuşattığında, Boşnaklarla birlikte dağlara sığınmış. Katledilme tarihi 11 ila 14 Temmuz arasında olmalı.

Rudolf’un cenazesi teşhis edildiğinde, annesi Barbara onun Müslümanlarla birlikte defnedilmesine karar vermiş. “Bana oğlumun başka bir mezarlığa da gömülebileceğini söylediler. Burası Müslüman mezarlığı olduğu için, başka bir yer de seçebilirdim. Ama ben son güne kadar ayrılmadığı arkadaşlarıyla birlikte yatmasını istedim. Onlarla birlikte öldü, yine onlarla birlikte yatsın, dedim.” Oğlunu son defa 10 Temmuz 1995 günü gören Barbara Hren’in bu kararına, Rudolf’un eşi Hatidza ve kızı Dijana da destek vermiş.

***

Potoçari Şehitliği’nden çıkıp Srebrenitsa merkezine doğru devam ederken, aklımda sadece Rudolf’un kahramanca hikâyesi yoktu. Çok da uzun olmayan bir gelecekte, bugünkü Suriye’nin harabeye dönmüş şehirlerini de böyle ziyaret edecektik işte. Bombardımanların sustuğu, katliamların sona erdiği, yıkıntıların temizlenip enkazın kaldırıldığı o güneşli günler geldiğinde… Ve insanoğlu, hafızasına yenik düşüp bugün yaşanan ‘unutulmaz’ acıları unuttuğunda… Ellerimizde fotoğraf makineleri ve dillerimizde dualarla, şehitlik şehitlik gezecektik Halep’i, Humus’u, Rakka’yı, Musul’u, Kerkük’ü…

Soykırım ve katliamlar gerçekleştiğinde söyleniveren “Bir daha asla!” sözü, her şehitlik ziyaretimde bir kez daha anlamını yitiriyor benim için. Srebrenista’da da aynısı oldu. “Asla unutmayacağız!”, “Unutursak kalbimiz kurusun!”, “Bir daha asla buna izin vermeyeceğiz!”… Mezar taşları cevap veriyor adeta bu sloganlara: Ey diriler, boşuna yalan söylemeyin!

***

Yakılıp yıkılan, işgale uğrayan ve talan edilen şehirlerimizi gördükçe, tarihin derinliklerinden bu yana devam eden serüvenimizi bir kere daha düşünüyorum. Örneğin bugün harabeye dönüşüne yandığımız Halep, aslında daha önce geçirdiği birçok yıkımın ardından yeniden yapılmış, ‘yeni’ bir şehirdi. Avlusundaki güvercinleri bile hasretle andığımız Halep Ulu Camii, bir gün gelecek yeniden, sanki savaş hiç Halep’e uğramamışçasına inşa edilecek. Gelecek nesiller, tıpkı bizim geçmişi unuttuğumuz gibi, yine o harikulâde avluda güvercinleri fotoğraflayacaklar, mermeri adımlayacak, şırıl şırıl sularda abdest alacaklar… Bundan 10 sene önce bizim de yaptığımız gibi, önceki yıkımları aklımıza bile getirmeyerek…

Tarihi bu yönden düşününce, karşımıza çıkan manzara çok sarsıcı: Aslında sürekli yıkım ve inşa halindeyiz. Toplumlarımız da, şehirlerimiz de, eserlerimiz de. Karşımızda ayakta gördüğümüz bir eser, çoğu kez, kim bilir kaçıncı yıkımdan sonra yenilenmiş haliyle selamlıyor bizi. Bu da, bakınca gördüğümüz şeylerin ardına geçmeyi ve geçmişini tefekkür etmeyi zorunlu hale getiriyor.

Peki, tarihi böyle düşünmek, bugünkü yıkımların dehşetini ve üzüntüsünü azaltıyor mu? Aslında pek değil. Nihayetinde, her seferinde bizden bir parça da kopuyor ve tarihin derinliklerinde kaybolup gidiyor çünkü. Eksiliyoruz.

***

Tam bu satırları yazarken önüme düşen bir haber: “Suriye’nin başkenti Şam yakınlarındaki Doğu Guta bölgesinde, iki bebek açlık nedeniyle hayatını kaybetti. Rejimin kuşatması altında bulunan Doğu Guta…” Sonrasını okumaya gerek yok. Her şey gözlerimizin önünde olup bitiyor. Saraybosna’nın tam 1425 gün kuşatma altında tutulması sırasında hayatını kaybeden 2 bin dolayında Boşnak çocuğun kaderini paylaşıyor Doğu Guta’daki yavrucaklar.

Keşke, diyesi geliyor insanın, tarih böylesine çabuk ve böylesine acı şekilde tekerrür etmeseydi…

(YENİ ŞAFAK – Taha KILINÇ – 28.10.2017)

Bu yazı toplam 1022 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar