“Kötüleri bağışlayan, iyileri cezalandırır”
Girne Belediyesi “iftar” organizasyonu düzenledi ve bu buluşma iyilikten hüzün doğurdu.
Çünkü “Bir kadın kocasının yatak davetine icabet etmek zorundadır” diyen ve demokratik, laik, medeni bir ülkede çoktan görevden alınması gereken Din İşleri Başkanı Prof. Dr. Ahmet Ünsal oradaydı.
Olmamalıydı.
Girne Belediyesi’nin ev sahipliğinde hele de sosyal bir buluşma varsa davet kapsamı dışında kalmalıydı.
Cumhuriyetçi Türk Partisi'nden Girne Belediye Başkanı seçilen Murat Şenkul’un bu “gerici” adamla aynı masada oturması doğalında tepki aldı.
Çünkü bazı insanlarla yan yana gelmek değil, yanından kalkmak ve kaçmaktır topluma saygı…
İyiyle kötü başka türlü ayrılmaz…
***
Elbette bunun için Murat Şenkul’u linç etmemiz gerekmez.
Girne kentine adanmışlıkla, şeffaflıkla ve açıklıkla görevine başladı; önünde uzun bir hizmet süresi var ve belediye başkanlığının henüz ilk aylarında pek çok farklı çevrenin takdirini kazandı.
O yobazı da o masadan uzak tutmalıydı.
Bunu düşünmesi gerekirdi.
Eminim kendi özeleştirisini yaptı, dersini aldı.
***
Girne Belediyesi'nin iftar yemeği düzenlemesi, Başkan’ın kendi inancında, görüşünde, tarafında olsun olmasın herkese yakın durması, görevini yansızlıkla yapması özlenendir.
Söz konusu iftara katılan kitleyle çok daha yakın ilişki kurulması gerekiyor; farklı toplantılarda, buluşmalarda... Çoğunluğu göçmen, yoksul ve güvencesiz bu insanların kaygılarını anlamak, hayatlarını iyileştirmek ve onlara Kıbrıs’ın geleceğine dair gerçekçi hedefleri anlatmak şart…
Kentin tüm bileşenleriyle eşit mesafede olacak başkan ancak bu toplumun değerlerini temsil etmeyen “yobaz” bir isme mesafeli durmasını bilecek.
Ahmet Ünsal gibi gericilerden korumak gerekiyor herkesi...
Tepkimizi gösterecek, utandıracağız böylelerini…
Bunu aynı yolu yürüdüğümüz ve onca bedel ödemek pahasına bir ideali omuzlayan tüm dostlarımız için de yapacağız, çağdaş, medeni, aydınlık bir geleceği hak eden çocuklarımız için de…
***
Unutmadan…
“İftar Yemeği”nin bir casinonun sponsorluğunda düzenlenmesi de enteresan…
“Kadınları köleleştirme” fantezisini Allah kelamı diye sunan bir zatın, ruletten evrilen destekle oruç açmayı hazmetmesi de ayrıca manidar…
Bir de son zamanlarda dinle ilgili meselelerin “gösteri”ye dönüşmesini yadırgıyorum.
Elleri açık dua eden siyasetçi manzaraları, namaz niyazla övünmeler, ilahili açılışlar, dine referansla tartışılan konular laik bir toplumu yansıtmıyor.
İftar yemekleri kendi maneviyatı içerisinde mahrem kalsa çok daha anlamlı olacak.
***
Uzatmayalım.
Murat başkan, hem kadın örgütlerimiz hem de bu ‘masa’dan haklı rahatsızlık hisseden çevrelerle bir araya gelmeli, kibir yapmadan ya da savunma ihtiyacı hissetmeden gericiliğe karşı duruşunu yeniden göstermeli, yarına bakmalıdır.
Onca değersizleşme ve aynılaşmaya karşı ilkelerimiz bizi ayakta tutar...
Şu söz çok anlamlıdır:
"Kötüleri bağışlayan, iyileri cezalandırır."
İlk uçuş ve uçamayan demokrasi
Yeni havayolu şirketi 'FLY KHY'nin İstanbul-Ercan uçuşuna davetliydim.
Gitmedim!
Teşekkür ettim ve nezaketle reddettim.
Yeni havayolu işletmesine başarılar dilerim; ülkemize bol bol turist taşıyacakları güvenli ve keyifli uçuşları olsun.
Gitmedim çünkü…
Bugünün Türkiye’si demokratik bir ülke değildir, insan hakları ve özgürlüklere saygı yoktur, o nedenle de gerici zihniyete “ilk uçakla geri döneceksin, seni içeri almıyoruz” duygusunu yaşatmak istemem.
Gazeteci dostumuz Ulaş Barış gitmiş.
Hem de davetle…
Hem de görev için…
O’nu da almadılar ülkeye ve ilk uçakla geri gönderdiler.
Aysu gibi, Başaran gibi, Ali gibi…
Türkiye'yi yöneten zihniyetin korku toplumu oluşturma tasarısı ve Kıbrıs’a yönelik hegemonya gösterisinin son mağduru Ulaş oldu.
Kıbrıs sevdalısı, tertemiz bir adam…
Ulaş’ı mı cezalandırdı Türkiye’yi yönetenler, kendilerini mi rezil ettiler dünyaya yeniden?..
Kıbrıslı Türkleri saymayan, iradesini çiğneyen, mutlak itaat isteyen bir Türkiye iklimindeyiz.
Türkiye'nin Kıbrıs’ın kuzeyini yuttuğu koşullar değişmediği ve özgürlüklere saygılı yönetimler göreve gelmediği sürece yaşamsal bir zorunluluk yoksa siz de gitmeyiniz.
Bu da geçecek!
Kıb-Tek’i yaşatma mücadelesinde toplumu kazanmak
Kıbrıs Türk Elektrik Kurumu (KIB-TEK) çalışanlarının eylemine dair günler önce şunu söylemiştim:
“Kıb-Tek’i korumak, sahiplenmek ve toplumsal değerlerimizden biri olarak yaşatmak için halkın elektriksiz bırakılmasına değil bilinçlendirilmesine ihtiyaç vardır.
Kıb-Tek'e olan güven, sevgi, aidiyet arttıkça, çok daha geniş kitleler kuruma sahip çıkacak, siyasetin farklı hesaplarına izin vermeyecektir.”
“Kıb-Tek toplumun malıdır” diyoruz ya…
O zaman siyasetteki kukla tayfaya başkaldıracağız diye genç, yaşlı, çoluk çocuk tüm toplumun canını yakmaya hakkımız var mı?
Eylemin askıya alınması, mücadelede toplumu kazanmak adına doğru adımdır.
Şimdi yapılması gereken, hem siyaset ve hukuk mücadelesini sürdürmek, hem de sabah akşam gerçeği anlatmaktır.
Meselenin “elektrikte yapılanma” ya da “kabloyla elektrik” projesi değil “haraç mezat satış” olduğunu…
Proje falan olmadığını ortada…
Gün gele “genel grev” ya da “kalkışma” olacaksa insanların yüreklerini ortaya koyması için bu şarttır.