1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kovid Dersleri II: Hediyelerimizi Hediye Etmek
Kovid Dersleri II: Hediyelerimizi Hediye Etmek

Kovid Dersleri II: Hediyelerimizi Hediye Etmek

Hediye ekonomisi döngüsünde, ilişki kurduğumuz kişileri, ihtiyaçlarını daha iyi kavrayabilmek, onlara olabildiğince en uygun hediyeyi sunabilmek için daha yakından tanımamız gerekir.

A+A-

Reşide Gökçebağ
[email protected]

 

Yaşamımızda alışılmadık zorluklara sebep olan ve etkisi hala daha devam eden pandemi sürecinde, belki de sağlık konusu kadar çok tartışılan bir diğer konu ekonomi olmuştur. Her iki konuyla ilgili farklı farklı ve spektrumun iki zıt ucunda olan görüşlere şahit olduk. Fakat iki zıt spektrumda da ortak nokta somut bir sistemin çöküşünü engellemeye odaklanmaktı: sağlık sisteminin çöküşü ve ekonomik sistemin çöküşü. Sağlık sistemi kapsamının dışında bütünsel sağlığın çok boyutlu olması gibi, görünürdeki mevcut ekonomik sistemin kapsamının dışında da insanlar arasında çok boyutlu bir ekonomi mevcuttur.

Topluluğumuzda çoğunlukla muhatabı olduğumuz ekonomik sistem piyasa ekonomisidir. Kısacası, piyasa ekonomisinde fiyatlar serbestçe arz-talep dengesine göre işletmeler/satıcı tarafından kararlaştırılır, düzenleyici kurumlar dışında devlet tarafından kontrol edilmez, işletmelerin arasında rekabetçilik görülür ve bu rekabet sayesinde verimlilik artar (ya da arttığı varsayılır). Başarılı işletmeler birleşerek ya da ortaklık halinde yatırım yapabilir, ortaya daha verimli bir şekilde ürün ve hizmetler sunabilir, aynı zamanda daha çok kar elde edebilirler. Satışların talebe göre değiştiği söylense de, aslında bu talepler işletmelerin yaptıkları reklamcılığın etkisi altındadır. Yani, bir bakımdan ihtiyaçlarımız piyasa tarafından belirlenir. Başarılı bir piyasa ekonomisinde ‘’kişisel çıkar’’ kavramının önemli bir yeri vardır. Zanaat ve sanatçılıkla topluma değer katan bazı yerli ve küçük işletmelerin haricinde, bu tür ekonomideki işletmelerin çoğu kendi çıkarlarını ve başarılarını göz önünde bulundurur. 18. yüzyıldan İskoç ekonomist ve filozof Adam Smith, ‘’Akşam yemeğimizin karşılanabilmesi kasabın, biracının, ya da fırıncının iyilikseverliğinden ötürü değil, kendi menfaatlerini düşünmelerindendir’’ demiştir.

Piyasa ekonomisine kıyasla, hediye ekonomisinde ürün ve hizmetler parayla alınıp satılmaz (fakat ‘’hediye’’ olarak para verilebilir), bir karşılık beklense de istenmez ve bir karşılık gelse de, ilerdeki bir tarihte verilebilir. Karşılık, bir ürüne karşı bir hizmet veya tam tersi olabilir. Değerler piyasa ekonomisinde olduğu gibi ölçülmez, hediye ekonomisi döngüsündeki kişilerin uygun görmesine ve bazen biraz da fedakarlığa bağlıdır. Hediye ekonomisi, sosyal bağların ve sorumlulukların oluşmasını teşvik eder.

Antropolog-sosyolog Marcel Mauss kabilelerle yaptığı çalışmalarında, aslında günümüzde kullanılan ‘’karşılıksız hediye’’ ifadesinin çelişkili olduğunu, her verilene maddi veya manevi bir karşılık beklendiğini öne sürmüştür. Mauss, kültürlerinde para birimi olmayan ilkel toplulukların devamlı karşılıklı paylaşım içinde olduğunu gözlemlemiş ve aslında bu hediye değiş tokuşunun birçok yönden mecburi bir karşılıklılık olduğunu vurgulamıştır. Bu karşılıklılıkları teşvik eden nedenlerin arasında temel ihtiyaçların karşılanması, bolluk bereket gösterişiyle halk arasında itibar kazanmak, şeref meseleleri, dini-manevi sebeplerden bahsetmiştir. Ayrıca hediye değiş tokuşu, bireyler arasındaki yeni, resmi ilişkilerin (evlilik, önderler arasında anlaşma/barış gibi) oluşmasını simgelemiştir. Modern toplumlarda mezuniyet, evlilik, ebeveynlik gibi yaşamın yeni evrelerine geçiş süreçlerinde de hediyelerin verildiği ve beklendiği görülür. Yani Mauss’a göre, sözleşmeli ticaret kavramının mevcut olduğu parasal topluluklarımızda, kuramsal olarak özgürce ve bedava verilen hediye aslında yine kişisel çıkarlardan bağımsız değildir. Maddi bir beklenti alenen istenmese de, bilinçaltı bile olsa bir beklenti mevcuttur.

Psikolojik açıdan her ‘’veren’’ kişinin aynı niyetlerle hareket ettiği, ‘’kişisel çıkar’’ kavramının sadece cimri, kurnaz veya kibir dolu anlamları ifade ettiği algılanmamalıdır. Folklorik ve Antropolojik Yönleriyle Hediye Geleneği ve Türk Kültüründeki Yeri isimli çalışmasında Prof. Dr. Mahmut Tezcan, hediyenin işlevleri için altı neden sayar. Bunların ilk ikisi, dostlukların oluşturulup pekiştirilmesi ve dayanışmanın, yardımlaşmanın arttırılmasıdır. Verirken sonuç olarak vermenin getirdiği tatmin edici hisse ulaşılsa da (ki bunda bir sakınca yoktur), fedakarca verebilmek başkalarını önemsemeyi gerektirir. Başkalarını önemsemek derin içgüdüsel bir duygudur.

Yine, aynı çalışmasında Prof. Dr. Mahmut Tezcan, ‘’Fakat bütün değişimlere rağmen, hediye alışverişindeki karşılıklılık ilkesi hiç değişmemiştir. Belirtilmesi gereken bir başka husus da, günümüzün modern toplumlarında hediye alışverişi için fırsatların artmış olmasıdır,’’ demiştir. Tahminime göre bu bahsi geçen artışın sebebi, bulunduğumuz tüketim çağında ticarileştirilmiş özel günlerin artmasından kaynaklıdır. ‘’Hediye’’ denildiğinde, birçoğumuzun aklına özellikle yeni yıl, doğum günü, anneler-babalar-sevgililer günü gibi birçok özel günlerde ve bayramlarda, aile ve arkadaşlarımıza verilen, çoğunlukla hazır, marka ürünler gelir. Fakat hediye edilebilecek şeyler sadece satın alınan fabrika yapımı nesneleri kapsamaz; aynı zamanda bir hizmet, kişisel eşya ve ya kendi emeğimizle hazırladığımız bir şey de olabilir. Toplumumuzda hediye vermek, temel ihtiyaçların karşılanması için önemli bir yere sahip olmadığı için, geleneksel sebepler ve özel günler dışında daha çok isteğe bağlı ve nadir olduğundan şöyle bir durum söz konusudur: verilene bir karşılık geleceği garanti değildir. O yüzden, henüz oluşturulmamış bir hediye ekonomisi döngüsünde ilk adımı atmak güven ve aynı zamanda karşılık almamayı kabullenmeyi gerektirir.

İngilizce’de ‘’gift’’ kelimesi ‘’hediye’’ anlamına gelmekle beraber, aynı zamanda ‘’marifet, yetenek’’ anlamına da gelir. Yine benzer bir şekilde, Arapça’da ‘’hediye’’ anlamına gelen ‘’hibe’’ kelimesiyle aynı kökten gelen ‘’mevhibe’’ kelimesi, ‘’hediye/ihsan edilen’’ ve aynı zamanda ‘‘yetenek, Allah vergisi’’ anlamına da gelir. Bu kelimelerin anlamlarından ve kullanışlarından öz becerilerimizin bize ihsan edilen hediyeler olduklarını derleyebiliriz. Bize düşen, bu ‘’hediye’’leri keşfetmek, güçlendirmek ve iyiye, yani yaratıcılığa kullanmaktır. Marifet kişiden kişiye çok farklılık gösterdiği gibi, bir özelliğin marifet sayılabilmesi ve toplum için değerli olabilmesi için çok yaratıcı bir ressam veya matematikte bir deha olmamız gerekli değildir. Her malzemesi özenle birleştirilmiş şifalı bir çorba hazırlayabilmek, toprağa dokununca harikalar üretebilmek, huzur verici bir varlığa sahip olmak, iyi bir dinleyici olmak da paylaşılmaya değer özelliklerin arasındadır.

Bizler sosyal varlıklarız; hep bir bağlanma, bağ kurma arzusuna sahibiz. Kendimizi içe dönük biri olarak varsaysak bile, illa ki hayatımızda güvenebileceğimiz, ihtiyaç duyduğumuz zaman arayabileceğimiz, ara ara vakit geçirebileceğimiz birilerinin olmasını bekleriz. Çocuklukta bile annemizle kurduğumuz bağ, ona karşı hissettiğimiz güven seviyesi gelecekteki ilişki dinamiklerimizin, farklı alanlardaki başarı kapasitemizin temelini oluşturur. Hediye ekonomisi döngüsünde, ilişki kurduğumuz kişileri, ihtiyaçlarını daha iyi kavrayabilmek, onlara olabildiğince en uygun hediyeyi sunabilmek için daha yakından tanımamız gerekir. Oysa piyasa ekonomisinde ve hediye beklenilen ticarileştirilmiş dönemlerde bunun çok fazla önemi yoktur, çünkü bu dönemlerde amaç ihtiyaçları karşılamaktan çok ‘seni hatırlıyorum, benim için değerlisin’ gibi bir ifadede bulunmak söz konusudur. Böylece piyasa ekonomisine kıyasla, hediye ekonomisi sayesinde hayatımızdaki insanlarla daha yakın bağlar kurmamız, onları daha yakından tanımamız mümkündür.

Pandemi öncesinde bile, yaşadığımız çağda ciddi anlamda kişiler arası bağ kurma eksikliği mevcuttu. Belki de bu ifadeye daha önce rastlamışsınızdır: Bağlılığın zıttı bağımlılıktır. Yine türlü bağımlılıkların yaygın olduğu bu dönemde, bağımlılığın kök nedenlerinde çoğu zaman bir bağ kurma eksikliğinin bulunduğu aşikardır. Hakiki sevgiyle yetiştirilmemiş, materyalist veya şiddetli bir çocukluk, fiziksel/duygusal travmalar, yapısal zayıflıkları olan bir hayat tarzı, bağlantı eksikliği hissettirebilecek, başka insanlarla bağ kurmayı zorlaştırabilecek nedenlerdir. Sağlıklı bir bağlantının bulunmaması ve kurulamaması, bu eksikliğin bağımlılık yapabilen (alkol, yeme bozukluğu, uyuşturucu, pornografi, kumar, takıntılı ve ya tacizkar ilişkiler vb.) farklı yollarla teselli edilmeye çalışılmasına sebep olur. Bağlantı kuramamak bu bağımlılıkların bırakılabilmesini de giderek zorlaştırır. Aslında bağ kurmaya çok ihtiyaçları olan madde bağımlılarının toplum ve yasa gereği giderek dışlanması da bir ironidir. 1970li yıllarda, Amerikalı psikolog Dr. Bruce Alexander, madde bağımlılığını daha iyi anlamak için fareler üzerinde farklı deneylerde bulunur. Dr. Alexander’ın deneylerinden önce, kafeslere yalnız koyulan farelerin bir temiz su ve bir de eroin veya kokainli su olmak üzere iki seçenek sunulduklarında bütün farelerin doz aşımına varıp ölene dek tekrar tekrar uyuşturuculu suyu tercih ettikleri deneylerle ispatlanmıştı. Dr. Alexander’ın deneylerinde ise, fareler başka farelerle sosyalleşebilecekleri, özgürce hareket edebilecekleri ‘’fare parkları’’na yerleştirilir. Eski deneylerde olduğu gibi, bu farelere de iki farklı su seçeneği sunulur. Bu yeni deneyde, sosyalleşen ve özgürce hareket edebilen fareler sıklıkla temiz suyu tercih ederler, aralıklı olarak uyuşturuculu suyu içseler de, asla bağımlılık göstermezler. Sonuç olarak, sosyal açıdan güçlü bir çevre, uyuşturucunun ‘’gücüne’’ galip gelir.

‘’Hediye ekonomisi’’ kavramıyla tanışmadan önce bile, sosyal çevremde bu sisteme ait bir çok örnek olduğunu fark ettim. Yakın geçmişten şöyle bir durum karşılıklı hediye ekonomisinden bir örnektir: Birkaç ay önce ani bir kararla bir süreliğine İstanbul’dan ayrılmamız gerekti. Aynı zamanda yurtdışından gelecek olan bir arkadaşa biz dönene kadar evimizde kira ödemeden kalmasını önerdik. Hem bizim için evimize göz kulak olacak birisinin olması iyi oldu, hem de onun için konum açısından işlerini kolaylaştırabilecek ve aynı zamanda hesaplı olacak bir karar oldu. Hayatımızda hediye ekonomisi sistemine dahil edilebilecek bir çok basit örnekler de var. Lefke’deki narenciye bahçemizden birçok arkadaşımıza her yıl pay düşer. Yıllardır tanıdığımız, bize çok yardımcı olan Ali Amca gömeç dönemi kapımıza bağ bağ gömeç bırakır, bahçesinden pazı kesip getirir. Suzin Abla kendi hayvanlarından sağıp getirdiği bir bidon sütle mutfağımızı şenlendirir, bir yandan bana hellim yapmayı öğretir, bir yandan kızımla börek açar. Cem Bey her uğrayışında kendi biberlerinden hazırladığı acı sostan getirir. Havva Nene her dereotlu sebze çorbası yaptığında bize de bir tencere gönderir. Tağmaç Abi yanında el emeği ekşi mayalı ekmeğiyle gezer, o gün kimin nasibi ise ona düşer. Annemin yakın çevresi her sene çıkardığı gül ve çiçek suyunu dört gözle bekler.

Bulunduğumuz toplumda hediye ekonomisi piyasa ekonomisinin yerini alamaz. Fakat hediye ekonomisi, piyasa ekonomisinin eksikliklerini, başaramadıklarını tamamlayabilir, ekseriyetle piyasa ekonomisine bağlı olarak geçinen toplumumuzun özellikle pandemi sonrası yaşadığı yükü az da olsa hafifletebilir. Sık sık kullanılan ve çalıştırılan kasların güçlenmesi gibi, davranışlar ve belirli tutumlar da hangi sıklıkla tekrarlanırsa günlük hayatımızda o kadar dayanak kazanırlar. Verme kapasitemiz de aynı şekilde çalışır ve artar, kişiliğimizin doğal bir parçası olur. Güç dönemlerde enerjimizi sosyal medyada yaşanılan sorunlardan kimin sorumlu olduğunu kanıtlamaya, başkalarıyla tartışmaya harcayabiliriz. Ya da aynı enerjimizi paylaşabileceğimiz marifetlerimizi, nimetlerimizi (hediyelerimizi) keşfetmeye, hayatımızdaki insanlarla bağlarımızı güçlendirmeye ve aynı zamanda toplumdaki değerimiz belirginleştikçe benlik duygumuzu bütünleştirmeye yönlendirebiliriz.

Bu haber toplam 3636 defa okunmuştur
Gaile 483. Sayısı

Gaile 483. Sayısı

İlgili Haberler