Köyüne geri dönemeden göçüp gitti...
Ay Marinalılar’ın en yaşlısı Elena Nine, 107 yaşına bir hafta kala, hayata veda etti...
Ay Marinalılar’ın en yaşlısı olan Elena Nine, yaşamını yitirdi. 107nci yaşını kutlamasına bir hafta kala vefat eden Elena Hacıhannas’ın 15 çocuğu, 57 torunu ve 158 torun çocuğu vardı...
Köyünü bir kez daha göremeden, köyüne dönemeden, köyüne hasret biçimde hayata veda eden Elena Nine’nin 107’nci doğum günü 20 Aralık’ta olacaktı...
Hatırlanacağı gibi, yıllardır Ay Marinalılar, köylerine geri dönebilmek için mücadele ediyor ve siyasiler de yıllardır onlarla dalga geçerek güya “açılım” yapacakları yönünde demeçler patlatıyorlar ve insanları boşu boşuna perişan ediyorlar... Ay Marina (“Gürpınar”) halen askeri bölge kapsamında bir köy ve köye giriş çıkışlar ancak askeri makamların izniyle, yılda bir kez, o da eski kilisede dini ayin nedeniyle verilebiliyor.
Ay Marina için pek çok toplantı, ziyaret yapılmış, komiteler kurulmuş olmasına karşın, bu köyle ilgili verilen hiçbir söz tutulmadı...
Ay Marina, Kıbrıs’ın en özgün köylerinden birisiydi çünkü bu köyde Kıbrıslımaronitler’le, Kıbrıslıtürkler, bir zamanlar birlikte yaşıyorlardı ve karma evlilikler de yaygındı... 1964’te köyden göç etmek zorunda kalan Kıbrıslıtürkler, yine de yıllarca köylüleri ve akrabalarıyla temaslarını kesmemişler, 2003 yılında barikatların açılmasıyla birlikte parçalanmış olan bu köyün nüfusu tekrardan bir araya gelebilmeyi başarmıştı. Ve birlikte köylerine dönmek için mücadeleye girişmişler ancak politikacıların onlarla dalga geçmeleri sonucunda köylerine dönüşü bir hayalden öteye geçememişti...
Elena Nine de gözleri açık gitti: Köyüne gidemediği gibi, köyünde defnedilemeyecek de... Bu da mümkün değil çünkü...
Ailesinin ve köylülerinin acısını paylaşıyoruz ve kendilerine başsağlığı diliyoruz...
Aşşalı “kayıplar” için arayış devam ediyor...
FİLELEFTHEROS gazetesine göre, “kayıp” Aşşalılar’ın kalıntıları, hala Digomo çöplüğünün ortasında bulunuyor...
12 Aralık 2020 Cumartesi günü FİLELEFTHEROS gazetesinde Vassos Vasiliu imzasıyla yer alan bir habere göre, 70 “kayıp” Aşşalı’nın kalıntıları, hala Digomo çöplüğünün ortasında bulunuyor.
FİLELEFTHEROS’un haberini YENİDÜZEN olarak okurlarımız için derleyip Türkçeleştirdik. Haberde özetle şöyle deniliyor:
*** Orniti bölgesinde 1974’te öldürülüp ilk gömüldükleri yerden Digomo’nun eski çöplük bölgesine kalıntıları taşınan 70 kadar Aşşalı’nın bu kalıntılarının yer değiştirilmesinde 10-15 kişinin rol aldığı söyleniyor. Bu bilgi, son 46 senedir yakınlarının kalıntılarını aramakta olan Aşşalılar’ın (Paşaköylüler) temsilcilerinin ortaya koymuş olduğu verilerden ortaya çıkıyor.
*** Aşşalı “kayıplar”ın taşınmış olan kalıntıları, Digomo çöplüğü içerisinde üç metre kadar derinliğinde ve birbirinden onar metre kadar uzakta olan üç çukura gömülmüşlerdi...
*** Aşşalılar’ın edindiği bilgilere göre ve eğer şahitlerin vermiş olduğu bilgiler doğru ise, Aşşalı “kayıplar”ın taşınmış olan kalıntıları, eski çöp alanının tam ortasında bulunuyor.
*** Edinilen bilgilere göre, bu veriler, Kayıplar Komitesi yetkililerinin kemiklerin taşınması operasyonunda yer aldığı iddia edilen şahitlerle sohbetlerinde ortaya çıkmış. Fileleftheros’un edindiği bilgilere göre ayrıca yabancı bir servis de, bu kemiklerin taşındığı dönemle ilgili bazı havadan çekilmiş fotoğraflar sağlamış bulunuyor.
*** Aşşa Belediye Başkanı Yorgos Yuannu, geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Cumhuriyeti parlamentosundaki Göçmenler ve Kayıplar Komitesi’ne bir memorandum sunmuş bulunuyor ve bu memorandumunda şunları belirtmiş:
Orniti’den kemiklerin organize biçimde taşınmasında yer alan şahısların vermiş oldukları ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla Aşşalı “kayıplar”ın taşınmış olan kemikleri, üç metre derinliğinde ve birbirinden onar metre kadar uzakta bulunan üç çukura gömülmüştü. Gömüldükleri yer, Digomo’nun o zamanki çöplüğünün doğu eteklerindeydi.
Kayıplar Komitesi, 1995-96 döneminden bu çöplüğün siyah beyaz fotoğraflarını elde etmiştir. Modern teknolojinin de yardımlarıyla, çevre düzenlemeleri ardından şimdiki durumda bu gömü yerinin alanı belirlenmiştir. Kayıplar Komitesi’nin değerlendirmelerine göre, eğer tanıklıklar doğru ise, o zaman bu kemiklerin gömüldükleri yerler, çöplüğün tam ortasındadır.
Eğer verilen bilgiler doğruysa ve kemikler birkaç metre derinlikteki çukurlara gömüldükten sonra toprakla örtülmüşlerse, o zaman ilk belirlemelere göre, bir zamanlar bu çöplükte sık sık çıkan yangınlardan korunmuş olmalıdırlar.
Bilimsel ekibimiz, şu ana kadar ulaşmış olduğumuz noktayla ilgili bir sunuş yapmıştır. Özetle, Aşşa’dan “kayıp” edilmiş 104 kişi vardır. Programın başlangıcından bu yana 44 kazı yapılmış, 14 kazı başarılı olmuş, 30 kazıda herhangi bir şey bulunamamıştır.
Orniti’de öldürülen 70 “kayıp” Aşşalı’nın 68’inin genetik profili çıkarılmış, iki profil hala araştırılmaktadır. 35 aile kendilerine verilen kalıntıları almış ve cenaze törenlerini yapmıştır ancak 33 aile, kendilerine verilen ufak tefek kalıntıları almamış, bunu Kayıplar Komitesi bu dosyaları kapatır korkusuyla yapmamışlardır. Bazı ailelere verilen kalıntılar 2 santimetre kadardır. (Çünkü büyük kemikler bulundukları yerden çıkarılarak tekrardan “kayıp” edilmiştir – S.U.)
Orniti’de “kayıp” edilmiş 70 kişinden maada, 18 Aşşalı daha “kayıp”tır – bunlar tek tek veya küçük gruplar halinde “kayıp” edilmişlerdir. Bazılarıyla ilgili olarak yakın gelecekte kazı programına alınacakları yönünde bilgimiz vardır.
(FİLELEFTHEROS’un haberinden derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).
BASINDAN GÜNCEL...
“Türk Resmi Irkçılığı popüler ve ikiyüzlüdür!”
Ragıp DURAN
Türk devletinde ve toplumun önemli bir kesiminde ayna yok. Kendine hiç bakmıyor. Ama bir başkası, hele yabancı biri ırkçılık yapsa, kendi ırkçılığını da gizlemek için hemen bas bas bağırır.
Salı gecesi Paris’te Parc des Princes stadyumunda Paris Saint-Germain ile Başakşehir arasında oynanan Avrupa Şampiyonlar Ligi karşılaşmasında meydana gelen olay, sadece futbol dünyasında değil Türkiye’de, toplumda ırkçılık konusunda önemli bir tartışmayı yeniden canlandırdı.
4. hakemin Başakşehir’in antrenör yardımcısı Webo’ya, kırmızı kart verilmesini talep ederken, ondan yüksek sesle ‘’Negru/Negro’’ diye söz etmesi, kaçınılmaz olarak büyük tepki yarattı. Saha kenarı karıştı. UEFA, ırkçılıkla suçlanan hakemi o görevden alıp, VAR odasından bir hakemi yerine koymayı önerdi. Başakşehir yöneticileri bu öneriyi red etti ve ırkçı deyimi kullanmış hakemin stadyumdan ayrılmaması halinde maça çıkmayacaklarını söyledi. İşin herhalde tek olumlu yanı, PSGli futbolcuların bu ırkçı gösteriye şahane bir dayanışma içinde tepki gösterip ‘’Başakşehirliler çıkmıyorsa biz de çıkmıyoruz’’ demeleri oldu. Ve maç ertelendi.
Ben maçı yabancı bir TV kanalından izliyordum. Olay şok etkisi yaratmıştı. Yayın akışı değiştirildi ve diğer futbol maçları da bir kenara kondu. Yorumcular, dışarıdan bağlandıkları uzmanların da katkısıyla, bu ırkçılık olayını uzun uzun irdelemeye çalıştı.
Ne var ki, her şey kameraların önünde cereyan etmiş olsa da, futbol dünyasının uzmanları, yorumcular artık siyasi bir meseleye girmek istemedikleri için mi, yayın yaptıkları kuruluşlardan çekindikleri için mi, yoksa başka nedenlerle mi bilemem bin dereden su getirip meseleyi açık sözlerle değerlendirmekten kaçındılar. Bir sürü bahane öne sürdüler: Efendim, Romence ‘’negru’’ siyah demekmiş. Irkçı bir çağrışımı yokmuş. Webo’nun o hakeme ne dediğini duyamadık…Efendim, her ülkenin kültürü farklı imiş, Romanya’da pek Siyah yokmuş…vs…
Bu gerekçeler geçersiz. UEFA bir Avrupa kuruluşu, uzunca bir süredir ırkçılığa karşı kampanyalar düzenliyor. Ayrıca oyuncular, hakemler, yöneticiler saha içinde ve maçla ilgili toplantılarda, kendi yurttaşlarıyla bile İngilizce konuşmak zorunda. Irkçılığı hoş görebilen bir kültürün varlığından söz etmek herhalde mümkün değil. Romanya’da Siyah yoksa, bu durum Siyahlara, aşağılayıcı bir içeriği olan ‘’Negro’’ diye hitap etme özgürlüğünü sağlamasa gerek.
ABD’de filizlenen Black Lives Matter (BLM, Siyah Hayatlar Önemlidir) hareketi bir milat oluşturdu. Irkçılık artık eskiye oranla çok daha önemli bir konu. Herkesin konuşurken, yazarken, davranırken daha dikkatli, özenli olması lazım. İnsanlar öldü, heykelleri devrildi, binalar ateşe verildi ırkçılığa karşı mücadelede.
UEFA, ırkçılıkla ilk defa yüz yüze gelmiyor. Daha önce futbolcuların kendi aralarında, kimi zaman da seyircilerle futbolcular arasında ırkçılık olayları yaşanmıştı. Bu kez bir ilk gerçekleşti, çünkü ırkçılıkla suçlanan, UEFA’nın görevlendirdiği bir hakemdi.
Pandemide zaten bütün sektör ve meslekler gibi bunalıma giren futbol dünyası, FİFA ya da UEFA gibi yönetici makamlarla aslında mevcut yerleşik düzenin bozulmaması, sorgulanmaması, tüm olumsuzluklara rağmen işin gösteri hatta eğlence yanı zarar görmesin diye uğraşıyor. Kasalar dolsun, gerisi mühim değil anlayışı yaygın bu mecralarda. Kapitalizmin egemen olduğu bir dünyada ya da bir örgütte, ırkçılıkla mücadele daha çok show düzeyinde kalmaya mahkum.
Beni asıl rahatsız eden, başta Ankara’daki resmi çevreler ve Türkiye Futbol Federasyonu olmak üzere çeşitli çevrelerin Paris’teki ırkçılık olayına gösterdiği tepkiler. Bilmeyen tanımayan da açıklama yapan bu resmi ve gayri resmi kurum ve şahsiyetleri, Güney Afrika Cumhuriyetinde Mandela’nın torunları sanır. Türkiye ve Türkler ezelden beri ırkçılığa acaip karşıdır, şiddetle kınıyoruz, Webo’nın yanındayız…cart curt…
Salı akşamki olayı, zorlayın biraz kendinizi, Deniz Naki’nin gözleriyle, onun halet-i ruhiyesi ile izlemeye anlamaya çalışın bakalım ne olacak? Türkiye’de en sefil resmi ve popüler ırkçılığa uğrayıp mağdur edilen futbolcudur Deniz Naki. Kürt olduğu için, Kürtlüğünü ve siyasi görüşlerini gizlemediği için, onlarca maç cezaya çarptırılmış, lisansı iptal edilmiş, milliyetçi ve popüler medyada lince uğramış, sonuç olarak Türkiye’den ayrılmak zorunda kalmış bir futbolcudur Deniz Naki. Webo’ya yönelik dayanışmanın binde birine muhattap olamamıştır Naki. Zaten takımı da gittiği deplasman kentlerinde, Emniyet tarafından misafir seyircisinden yani kendi taraftarından mahrum bırakılıyordu.
‘’Türkler ırkçı değildir’’, ‘’Türkiye’de hiçbir zaman ırkçılık olmamıştır, yoktur’’ cümleleriyle ifade edilen resmi propaganda tamamen yalan. Biz daha ortaokulda iken Orta Asya’dan çıkan oklarla Türklerin medeniyeti bütün dünyaya yaydığını öğrenmiş bir nesiliz. Sonra ders kitaplarında okuduk ki, Atatürk’ün de desteğiyle icat edilen Türk Tarih Tezi’ne göre, dünya tarihini Türkler yapmış ve yazmıştır. Zaten Güneş Dil teorisi de, dünyadaki bütün dillerin Türkçe’den türediğini iddia eder. Bunlar apaçık ırkçılıktır. Hele askerlikte ‘’Her Türk asker doğar’’, ‘’Bir Türk dünyaya bedeldir’’ gibi sloganların arasında mahsur kaldık. ‘’Vatandaş Türkçe konuş’’ kampanyaları da ırkçılıktır. Kürtçe şarkı söyleyen kendi vatandaşlarını hapseden, cezalandıran hatta çekip vuranların egemen olduğu bir ülke burası. Bu duruma ‘’Turcophilie’’ (Türkseverlik) ya da ‘’Turcocentrique’’(Türkmerkezli) demek yetersiz, ‘’Turcobsession’’ (Türktutklu) filan demek gerek.
Başlıktaki ‘’Türk Resmi Irkçılığı’’ ya da belki ‘’Türk Devlet Irkçılığı’’ ibaresini biraz açayım. Irkçılık kahve muhabbetlerinde ‘’Pis Yahudi’’, ‘’Allahın belası Arap’’, ‘’Ermeni dölü’’, ‘’Terörist Kürt’’ deyimlerini kullanmaktan ibaret değildir. Cahil insanlar, resmi ideolojinin etkisiyle bu tür hakaretler eder. Kabul edilebilir bir yanı yok tabi. Ama esas vahim olan, ırkçılığın kurumsallaşarak bir iktidar ideolojisi bir devlet tezi ve uygulaması haline gelmesi. Roboski’de çocuklar işte bu resmi Türk ırkçılığının mağduru olarak bombalanıp öldürüldü. Devlet, ırkçı olunca, uygular. Her zaman kanuna, tüzüğe yazmasa da, gizli ya da sembolik ırkçılık araçlarıyla, kendisinden saymadığı ötekileri susturur, bastırır, imha eder. Türkiye’deki nüfus kayıtlarında vatandaşların etnik ve dini mensubiyetleri gizli bir şekilde kodlanmıştır. 1923’den bu yana, hiç sordunuz mu, neden hiçbir Rum, Ermeni, Yahudi yurttaş, Bakan, Vali, Kaymakam, Ordu komutanı, hakim ya da savcı olamadı diye? Bu mevkilere gelebilmiş Kürtlerin, Kürt kimliklerini gizlediklerini ya da Türk devletinin göstermelik Beyaz Kürtleri olduğunu biliyoruz.
Bugün Suriye topraklarında TSK’nın işgali altındaki Afrin’de olup bitenleri izlediğinizde resmi ırkçılığın ne anlama geldiğini görmek çok zor değil: Cinayet, gasp, tecavüz, adam kaçırma, rehin alma…
Irkçılık kimilerinin öne sürdüğü üzere, kendi ırkını yüceltmek filan değildir. Ulusal Marşınızda kendinizi ‘’Kahraman ırk’’ olarak betimlemek ırkçılığı faş ettiği gibi bir işe de yaramıyor. Kahramanlık ya da başarı, bugün bambaşka siyasi, toplumsal, ekonomik parametrelerle ölçülüyor. Zaten o alanlarda karne notlarınız çok düşükse, milliyetçilikle ırkçılıkla kapatmaya çalışır devlet kendi zaaflarını.
Irkçılık, tıpkı milliyetçilik gibi, şiddet ve savaşın öncüsü, hazırlayıcısıdır. 1915 Ermeni Soykırımı, Türk devletinin ya da genel olarak Türklerin, eskiden sadık millet olarak nitelediği Ermenilerden birdenbire nefret etmesiyle gerçekleşmedi. 1915’den sonra mülkiyet haritası değişti memleketin. Varlık Vergisi daha da açık bir örnek. Yahudileri, Ermenileri zengin sanıp onlardan nefret ettikleri için salınmadı bu vergi. Malına mülküne paralarına el koymak için icat edildi.
Dağa taşa ‘’Ne mutlu Türküm diyene’’ yazmışsınız ama siz, Türk olmayanların mutsuzluğunu anlayabilir misiniz?
Geçtim ırkçılığı sadece Siyah karşıtlığı olarak bilen ve anlayanları ama senin en az 97 yılın ırkçılık bataklığında geçmiş, kalkıp Webo’ya yapılan muameleyi telin ediyorsun.
Kendine Amiral Gemisi diyen bir gazete vardı. Hala çıkıyor mu? ‘’Türkiye Türklerindir’’. Bundan daha iyi popüler ırkçılık örneği var mı?
(ARTI GERÇEK – Ragıp DURAN – 10.12.2020)