‘Kravatsızlar’ın İktidarı ve ‘Semboller’in Kudret(sizliğ)i..
‘Kravatsızlar’ın İktidarı ve ‘Semboller’in Kudret(sizliğ)i..
Hakkı Yücel
[email protected]
Yunanistan’da Radikal Sol Hareket-Syriza’nın tek başına olmayı kıl payı kaçırsa da ağırlıklı olarak iktidarı elde etmesi, sadece yerel ölçekte değil, başta Avrupa Birliği kapsamındaki ülkeler olmak üzere evrensel ölçekte ciddi karşılıklar buldu. Özellikle Sol’da büyük coşku ve heyecan yaratan bu siyasi başarının, derin ekonomik kriz içinde olan, büyük borç yükü ile kuşatılmış, toplumsal maliyeti ağır dayatma ekonomik programlarla sık boğaz edilmiş Yunanistan’da nasıl çözümler üreteceği; iktidara yürürken dillendirdiği radikal vaatleri ne oranda yerine getirebileceği, soldan sağa her kesimin merak ettiği bir konu. Hanidir üzerine ölü toprağı serilen, gerek geniş kitlesel taban oluşturmada, gerekse aktüel/güncel siyasal/toplumsal gerçekliğe müdahale etmek konusunda yetersiz kalan (Marksist) Sol bu bağlamda tarihsel bir yol ayrımında. Büyük soru şu: (Marksist) Sol, neo-liberal anlayış ve uygulamaların hâkim olduğu yerleşik sisteme, sol kapsamda alternatif üretebilecek ve dahası bunu siyasal-ekonomik bir model olarak sürdürülebilir kılabilecek mi?
Solun da kendisine sorması gereken bu temel soru karşısında, koordinatlarını belirlemesi bakımından, öncelikle iki tavır geliştirmesi gerekiyor: Birincisi, haklı olarak yaşadığı coşku ve heyecanın yarattığı aşırı iyimserlikten ve dahası bir ‘mucize’ beklentisinden uzaklaşarak gerçeklerle doğrudan yüzleşmek (bu solun aktüel/güncel olana müdahale edebilmesinin imkânlarını araması ve buradan kendi önermelerini oluşturarak hayata geçirmesi demek olacaktır); ikincisi ise, aktüel/güncel olana müdahale etmek suretiyle yapacağı düzenlemelerle, bir yandan başka bir sistemin ve hayatın mümkün olmadığında ısrar eden neo-liberal ekonomi-politikaların adaletsizliği derinleştiren, dünyayı cehenneme çeviren uygulamalarına karşı kendi sol önermeleriyle somut alternatifler üretirken, diğer yandan da bu yolla başka bir sistemin ve hayatın mümkün olabileceği hayalini gerçekliğe dönüştürmek adına somut adımlar atmak.(Bu da solun aktüel/güncel yaşamına yönelik çözümler üreterek yanında tutacağı geniş kesimlere, aynı zamanda bir gelecek tahayyülü sunması ve bu şekilde toplumsal umudu canlı tutarak geleceğe de birlikte yürümelerini sağlaması, en azından bunun zeminini hazırlaması, demek olacaktır.) Eğer bu yazılanlar doğruysa, solun ‘hareket ve ideoloji(düşünce)’ olarak gerek aktüel/güncelle olanla ilişkisi ve gerekse geleceğe yönelik tahayyülleri ve tasavvurları bağlamında, kendini yeniden inşa etmesi kaçınılmazdır. Bu tespitler ise açıkça şunu işaret etmektedir: Bugünden yarına bütün sorunların bir çırpıda aşılması ve bir cennet yaratılması mümkün değildir. Yani bir mucize söz konusu değildir. Yürünecek yol zor ve engebelidir. Hal böyle olunca da sol söylemi bu gerçeklik üzerinden kurmak, bu konuda beklentileri yüksek kitleleri ikna edebilmek ve bunun için de uygulama düzeyinde kitlelerin hem ikna olmalarını sağlayacak hem de onları ilk anda görece de olsa rahatlatacak somut adımlar atmak bir zarurettir.
İktidarda henüz çok yeni ve şimdilerde daha çok idari düzenlemeler aşamasında olan Radikal Sol Hareket-Syriza’nın karşı karşıya olduğu tablo da işte budur. Tablonun zorluğu bir yana, Syriza’nın omuzlarına fazladan tarihsel bir sorumluluk da yüklenmiş bulunmaktadır. Şundan; Marksist sol bir hareket olarak Syriza’nın bu aşamada göstereceği başarı ya da başarısızlık, sadece onun hanesine yazılmış olmayacak, Avrupa Birliği’nin diğer ülkelerinden başlayarak (İspanya Podemos ile sıradadır), evrensel ölçekte başka ülkeler için de örnek teşkil edecektir. İşte tam da bu noktada, bir ayrıntı gibi görünse de, bir husus dikkat çekmektedir: (Siyasette) ‘semboller’ ve onlara yüklenen anlamlar.
Şimdilerde şu çok konuşuluyor: Önceleri Syriza’nın başkanı, Yunanistan’ın şimdiki başbakanı, Alexis Tsipras’ın şahısında öne çıkan, sonrasında takım arkadaşlarının tümünde ortak bir ‘sembol’ olarak gözlemlenen ‘kravatsızlık’ hali. Kimileri -daha çok sol ve taraftarları- bu ‘sembol’ü fazlasıyla önemseyerek ona aşırı anlamlar yüklüyor; kimileri -daha çok karşıtları- küçümseyerek dalga geçiyor. Her iki kesim de aynı‘sembol’e bakıp farklı çıkarsamalarda bulunuyor. Söz konusu ‘sembol’ün bu kadar çok konuşulması, biraz da yaşanan sürecin mahiyetinden kaynaklanıyor olsa gerek. Öyle ya, ‘Radikal Sol İttifak’ diye siyasal/ideolojik bir hareket ortalığı silip süpürerek iktidara gelmiş. Üstelik bu sıradan bir iktidar değişikliği değil, sözü edilen Marksist ‘Radikal Sol’. Yükü ağır. ’Kravatsızlık’ halinin birden tavan yapması daha çok bu yükü ağır, sıra dışı radikal hareketin ‘sembol’ü haline gelmesinden.
Şu var: Gündelik konuşma dilimiz de dâhil, dil dediğimiz, simgeler ve simgeler arası ilişkiler üzerinden dünyayı gördüğümüz, bu bağlamda benzetmeler yaparak gördüklerimizi ve de düşündüklerimizi anlattığımız, metaforik bir yapı. Baştan aşağıya dil demek olan edebiyatın (en çok da şiir) ve genel olarak sanatın bunu kimi zaman alegorilerle ve çeşitli süsleme sanatlarıyla, kimi zaman imge aktarımıyla zenginleştirerek, anlam ve duygu yoğunluğu daha geniş ve yüksek, daha karmaşık ve dolayımlı bir ifade şekline dönüştürdükleri malûmun ilâmı. Keza kendini kavramlarla ifade eden bilim dili -bilimsel dil- de bunu gerçekleştirirken, dilin ‘semboller’ içeren bu metaforik yapısından da yararlanmakta, anlam yoğunluğunu pekiştirmenin aracı olarak kullanmakta. Ve nihayet siyasal söylemde-siyasal dilde ‘semboller’, çarpıcı karakterleriyle, daha çok propagandif unsurlar olarak sürekli yer almakta.
‘Sembol’ün, bir şeyin bir başka şeyi temsil etmesi demek olduğu tarifinden yola çıkıldığında, Syriza örneğinde ‘kravatsızlık’ halinin bir ‘sembol’ olarak tarifine uygun bir temsiliyet işlevi yerine getirdiği rahatlıkla söylenebilir. Daha açık olarak şu: Burada sol bir ‘sembol’ olarak ‘kravatsızlık’, kendinden fazlasına dönüşerek başkaldırıyı, sıradışılığı, özgürlüğü, sadeliği, özgüveni ima etmektedir..’Kravatsızlık’ halinin bu denli kabul görmesi, heyecan yaratması da bundandır. Yadırganacak bir durum da değildir bu. Değildir, ancak şunu da unutmamak gerekmektedir: ‘Sembol’ ile temsil ettiği şey arasındaki ilişkiyi fazla abartmak, bunu ifrata dönüştürmek, ‘sembol’ ile temsil ettiği şey arasındaki ilişkiyi bir ‘özdeşlik’ ilişkisine dönüştürmekte, bu da onun (‘sembol’ün) fetişistik bir karakter kazanmasına yol açmaktadır ki, işte burada sorun başlamaktadır. Bir başka ifadeyle, böylesi abartılı yaklaşımlarda ‘sembol’ giderek temsil ettiği şeyin kendisine dönüşmektedir. Buradaki örnekten hareket edecek olursak bunun mahzuru ise ortaya, ‘kravatsızlık=sol’ ya da ‘kravatsızlık=özgürlük” veya ‘kravatsızlık=başkaldırı’ vb. gibi toptancı sonuçlar çıkmasıdır. Hal böyle olunca da o zaman ‘sembol’, ima ettiği şey(ler)in fikri yükünü yok etmekte; fikrin/düşüncenin yerine geçmekte; biçimsel olan zihinsel olanın yerini almakta, giderek gerçekliği basitleştiren, manipülatif kılan propagandif unsur olarak dile yerleşerek, tartışmalara hâkim olmaktadır.
Kabul etmek gerekir ki ‘sembol’ler kendi başlarına, ima ya da temsil ettikleri şeyleri anlamak, onların bilgisini üretmek için yeterli değildirler. Aksine temsil ettikleri şeylerle aralarındaki mesafeyi kapatarak onunla örtüştükleri, özdeşleştikleri ve onu bir fetiş haline dönüştürdükleri oranda buna engel olurlar. Böylesi bir durumda ise ‘semboller’ siyasi/ideolojik pozisyon almanın, bir tarafa ait olmanın göstergesi olmaktan öteye geçemezler. Dahası şu söylenebilir: Bir aidiyetin ya da tarafın salt ‘semboller’ düzeyinde mensubu olmak, zihni bir konformizm yaratır; son kertede zihinsel ataletsizlik de demek olan bu durum ise o mensubiyet sahibini sığlaştırır. (Hatırlayalım: Yakın geçmişte ülkemizde Sol’u ‘bıyıklılar/bıyıksızlar’ sembolünü adeta bir fetiş haline getirerek güya tartışanlarda, herhangi bir fikrin ya da düşüncenin en ufak bir zerresi bile var mıydı?)
‘Semboller’in kullandığımız dilden başlayarak hayatımızda temsiliyet işlevi gören yerleri her zaman olacaktır. Bizler kimi zaman onları bizi biz yapan alâmet-i farikalarımız olarak kabul edecek kertede benimseyecek, belki fazladan anlamlar da yükleyerek, taşımaktan büyük keyif alacağız. (70’li yıllarda parkalarımız ve bıyıklarımız bizim için böyleydi) Buradan bakınca Tsipras’ın ve takım arkadaşlarının ‘kravatsızlık’ hallerinde açığa çıkan sıradışılık, başkaldırı, özgüven vb duygular göze hoş görünebilir, içimizi okşayabilir. Nitekim öyle de olmuştur. Ancak ‘semboller’ nihayetinde, büyük bir toplamın içine sıkıştırıldığı, bu yapılırken de o toplamın eksiltilerek salt vurucu görsel yanının öne çıktığı, deyim yerindeyse özet-plastik unsurlardır. Kudreti ve kudretsizliği de buradan kaynaklanır. Oysa hayat salt ‘semboller’le açıklanamayacak kadar geniş, karmaşık ve yoğun ilişkiler ağıdır. Bu yüzden canlı, dinamik, zihinsel bir müdahaleyi gerektirir.
‘Kravatsızlar İktidarı’ olarak da nitelendirilen Radikal Sol Hareket-Syriza’nın başarısının esas sınanacağı yer, ilk anda ‘semboller’le yarattığı büyük coşku ve heyecanın çok ötesinde, hayatın karmaşık ilişkileri içinde, fikriyat ve icraat olarak yapacaklarının açığa çıkacağı yerdir.