Kritik anlar, kritik kararlar
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi eski yargıçlarından, Cumhuriyet Halk Partisi İzmir milletvekili Rıza Türmen, partisini işaret ederek, ‘Hem ulusalcı, hem solcu olamazsınız’ diyordu, geçtiğimiz Ağustos ayında Birgün Gazetesi’ne verdiği bir röportajda.
Ama ekliyordu Türmen; ‘CHP değişti ve değişmeye devam edecek’…
Oysa kritik anlarda verilen kritik kararlar değil midir bir siyasi partinin ‘gerçeğini’ görmenin, içini okumanın en kestirme yolu!
CHP bugün bir kez daha solculuk gailesini bir yana bıraktı.
Savaşa karşı çıkmanın, vatan hainliği addedildiği bir ülkede, zor olanla mücadele etmek yerine, hem bir yandan kolay yoldan yürümeyi yeğlemek ve ama hem de solcu etiketlerle örtülegelen ulusalcı güdüleri ister istemez açık etmek bu aslında.
Siyasetin bir araç değil amaca dönüştüğünün de çıplak halleri bunlar.
Marjinalleşip küçülmekle, sıradanlaşıp sayısal varlığı korumak (ve hatta bu şekilde pozisyon alarak, çoğaltmayı hayal etmek) arasında bir seçim yapılıyor.
İç politikada, ekonomide yaşadığı sorunları bir kez daha savaşla örtmeye çalışan Erdoğan’ın, bu siyasi manevrasına destek veriyor CHP.
Daha şimdiden, adına ‘barış’ denen bu savaş yüzünden evlerini terk etmek zorunda kalanların sayısı 100 bini buldu Kuzey Suriye’de.
Aralarında çocukların da bulunduğu onlarca sivilin ölüm haberi geliyor bölgeden.
İŞİD denen canavar, bu operasyon sayesinde yeniden güçlenecek; savaş cephesine yönelen Kürtler, esir olarak tuttukları İŞİD’liler üzerindeki kontrollerini yitirecekler.
Uzayıp giden bir felaket senaryosu ve altında, kendine sol diyen bir siyasi partinin imzası…
***
Aleviler ve Kürtler’in, Baykal döneminde CHP’den iyice uzaklaşmaya başladığı değerlendirmesini yapan ve Kılıçdaroğlu’nun başkanlığıyla beraber, bu kesimlerin yeniden CHP’yle yakınlaşacağını öngörenlerin, o dönemdeki ‘korkuları’, CHP’nin böylelikle marjinalleşip küçüleceğiydi.
Bu ‘risk’ karşısında dikkatli bir politik çizgi belirlenmeli, sistemle aykırı düşülmemeliydi.
Düşülmedi de!
Kürt sorunu, inanç özgürlükleri gibi meselelerde, CHP’nin katkısıyla çok önemli yollar yürünebilecekken ve hatta aslında belki de bu, CHP’yi iktidara taşıyabilecek tek sağlam yolken, parti, barışçı ve özgürlükçü sosyal demokrasi saflarında durarak değil, gerektiğinde(!) MHP, gerektiğinde(!) AKP ile kol kola yürüyerek hedefe varma stratejisi izledi.
Bugün de yine benzer gerekçelerle, Erdoğan’ın Suriye operasyonuna destek veriyor.
Ancak tarihsel olarak hep bu ‘ara’ yollardan yürüyen (1960 darbesini alkışlayan, gayrımüslimlere yönelik ayrımcı politikaların altına imza atan, Kıbrıs sorunu konusunda en milliyetçilere bile dur şunda diyen vb.) CHP’nin bu müzmin ‘hastalığı’, bizim sol siyasetimize de musallat olmuş durumda artık.
Bu ‘hastalık’, solun varlığını tehdit ededursun, ideolojik aracın bir amaca dönüştüğü günümüzde, ‘bizim olup da küçük olmasın, büyük olsun da varsın herkesin olsun’ mentalitesiyle siyaset yapılıyor artık.
Kıbrıs sorunundan tutun da ekonomiye, sosyal politikalardan eğitime ve sağlığa, çevre politikalarından ülkede yaşayan yabancılara yönelik politikalara kadar hemen her konuda bir ‘sisteme aykırı düşmeme hali’ hüküm sürüyor, ya da belki de aslında zaman içerisinde, sistemi oluşturan halkalardan sadece biri haline geliniyor.
Yoksa örneğin, Yunanistan’da Syriza’nın iktidara gelişinin ardından AB Troykası ile yaptığı mücadeleye övgüler düzerken, Troyka reçetesinden çok da farklı olmayan TC Ekonomik Protokolü’nün, halka kurtuluş reçetesi gibi sunulmaya çalışılmasını, başka nasıl açıklayabiliriz?
Eğitime ve sağlığa para bulamazken, sermayenin kollanıp korunmasını…
İklim krizi karşısında sus pus otururken, inşaat sektörünün gelecek kaygılarını konuşmayı…
Tabanıyla ve tavanıyla, solun yıllarca bu ülkede ‘ne için’ bunca bedel ödediğini unutuyor olmayı, başka nasıl açıklayabiliriz?
Kritik anlarda, kritik konularda verilen kritik kararlardır siyasetin ve siyasilerin turnusol kağıdı.
Kürsülerden atılan, ihtişamlı nutuklar değil!