1. YAZARLAR

  2. Yücel Vural

  3. Krizi ancak toplum çözebilir
Yücel Vural

Yücel Vural

SALAMİS TARTIŞMALARI

Krizi ancak toplum çözebilir

A+A-

Aslında güncel bir sorun olarak tanımladığımız ‘hükümet krizi’, geniş anlamda yönetememe krizinin bir parçası.

Herkes her alanda derin bir kriz yaşadığımız konusunda neredeyse hemfikirdir. Bunun sadece bir istisnası vardır: Eylem ve kararları toplumun ihtiyaçlarıyla ilişkisi olmadığı halde, bunun tersine inanılmasını isteyenlere göre kriz yoktur.

Bunlara göre komşumuz KıbrıslıRumlar inflasın eşiğinde, AB dağılıyor, biz ise Dünya’ya örnek olacak bir yönetime sahibiz!

Ama gazete manşetleri, muhalif eleştiriler, halkın dilinde dolananlar ve hükümet edenlerin itirafları bu yalın hale gelmiş kriz gerçeğini herkesin yüzüne vuruyor.

Eğitimden sağlığa, karayollarından kent sorunlarına, hayvancılık ve tarım sektörlerinin yaşadığı tıkanmışlıklara kadar her türden çözülmeyen-çözülemeyen sorunlarımız vardır.

Ama, sorunların varlığı kendi başına karamsar olmayı gerektirmez. Eğer sorunları çözecek bir siyaset kurumuna sahipseniz  karamsarlığa düşmenize gerek yoktur.

İşte şimdi elimizdeki iki örneği karşılaştırarak hangi durumda olduğumuzu ve ne yapmamız gerektiğini anlayabiliriz

Birinci örnek Avusturya.

Belki de bazılarımızın ‘ırkçılığın merkezi’ diye dudak bükerek adını andığımız bir ülke!

İşte o ülkede Başbakan olan kişi, yargının hakkında soruşturma dosyası oluşturduğunun duyulmasından sadece 3-5 gün sonra görevinden çekildi.

Şimdi, bizde egemen olan anlayışa göre bu adam deli sayılmalıdır!

Halbuki, istifa etmek yerine çok şey söyleyip, farklı eylemlere yönelebilirdi;

Mesela, ‘savcı politik davranıyor, buna yetkisi yoktur’ diyebilirdi.

Ya da, ‘bu soruşturma, dıştan destekli muhalefetin işi’ diyebilirdi.

‘Beni halk seçti’ diyerek, soruşturma dosyasyasını hazırlayan savcıyı görevden almaya yeltenebilirdi!

Kimse bunlara inanmazsa son hamleyi yaparak savcı da olsa kimsenin kendini ‘halka hizmet etmekten alıkoyamayacağını’ ilan edip koltuğuna daha sıkı sarılabilirdi.

Ama bunları yapmadı, yapamadı.

Niçin mi?

Önce siyaseten utandığı için. Yani böyle bir soruşturmadan kaçmanın siyasal bir ayıp olacağını düşünmüştür.

Yani emrindeki devlet olanaklarını kullanarak hesap vermekten kaçınmayı tercih etmeyip, yargı sürecinde aklanmaya ya da suçlu ise cezasını çekmeye razı olmuştur.

O ülkede yargı, yürütmenin emrinde olmadığı ya da yargının bağımsızlığı esas olduğu başbakan dahil herkes tarafından kabul edildiği için, başbakanın yapması gereken şey istifa etmekti.

Ama daha da önemlisi, hakkında soruşturma başlatılan başbakan, herhangi bir yığınsal protesto yapılmamasına rağmen, toplumdan yükselebilecek ‘artık çekil’ seslerini, en azından öngörerek, durumun vehametini kavradığı için istifa ediyor.

İkinci örnek olarak bir de kendimize bakalım.

Bizim Avusturya gibi olmadığımız çok kesindir.

Hepimizin, haklı olarak, ‘keşke biz de Avusturya gibi olsaydık’ dediğine inanıyorum.

Eğer Avusturya gibi olabilseydik bizde de aşağıdakiler olacaktı:

Mesela bir cumhurbaşkanı bir partinin propaganda amaçlı bir toplantısına katılıp ‘ne yapayım anayasa tarafsız olmamı emrediyor ama ben bunu beceremiyorum, tarafsız olamam’ mealindeki sözleri söylemez, partiler arasında etik olmayan vekil transferlerini övecek şekilde davranmaz, bunları yapsa bile, toplumun tepki duymasını beklemeksizin yanlışından dönerdi.

Bir başbakan, ortalığın yangın yerine dönmesini beklemeden erken seçim kararı alır, muhalafetin eleştirilerine kulağını tıkayarak azınlık yönetimini dayatmaz, zor şartları dikkate alarak siyasetin en geniş yelpazesinden destek almaya çalışırdı.

Bir hükümet, kendi vatandaşlarının başka bir ülkede niçin sogulanıp sınır dışı edildiği konusuna ilgi gösterir, vatandaşlarının her an bir sürprizle karşılaşarak seyahatlerinin engellenmesinin önüne geçmek için gerekli açıklamayı yapar, bunu yapamasa bile en azından nedenlerini kamuoyuyla paylaşırdı.

Bir bakan geçmişte insan haklarını hedef alacak şekilde şiddeti övücü söylemlerinden dolayı pişman olduğunu açıkladıktan üç-beş gün sonra sağı-solu tehdit etmeye kalkışmaz, buna kalkışsa bile artık siyasette yeri olmadığı, en azından ortakları tarafından kendisine hatırlatılırdı.

Bir siyasetçi, hiç uğramadığı meclisteki olmayan hizmetlerinden ötürü halkın vergilerinin toplandığı devlet kasasından maaş almaz, üyesi olduğu parti onunla yollarını ayırır, meclis onun görevine çoktan son vermiş olur ya da yargı organını devreye sokacak yasal düzenlemeler hemen yapılırdı.

Bir bürokrat, ‘önce partimi düşünürüm’ deme cüretini göstermez, kamuda elde ettiği mevkinin aslında kamuya ait olduğunu öğrenir, bunu öğrenmekte güçlük çekerse hukuk yolları devreye girerdi.

Ama önemli olan, sadece ne olmadığımızı ya da ne olmamız gerektiğini bilmek değildir.

Esas olarak, bizi birinci örneğe benzetecek tepki ve davranışları toplum olarak öğrenip uygulamamız gerekiyor. 

Bu yazı toplam 1305 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar