Krizin Bir Başka Yönü
Güney Kıbrıs’ta yaşanan ekonomik krizi ve gelişmeleri entellektül bir merakla izlemeye çalışıyorum.
Yunanistan, Portekiz, İspanya, İtalya gibi ülkelerde krizler yaşanmaktadır.
Ancak kuzey ve güney diye aynı çoğrafyayı paylaşan iki toplumun, demokrasilerinin, siyasi kurumlarının kriz olgusu karşısındaki işlev ve rollerini karşılaştırmak isterim. Aslında ben değil, sizlerin karşılaştırma yapmasını isterim. Uzmanlık gerektiren derin bilgilerle değil, ağdalı sözlerle değil, gözlemlerinizle değerlendirin.
Demokrasi ve siyasi kurumları...
Gündemde olanla başlayalım.
Nikos Anastasiadis seçilir seçilmez, belkide ötelenen kriz patlak verdi.
Ne yaptılar?
Bir yandan Euro Grubu ile görüşmeler başlatıldı, öte yandan Ekonomi Bakanı Sarris Rusya’ya gönderildi.
Anastasiadis Brüksel’de Troyka ile ilgili on saat süren toplantı yaptı. IMF Başkanı Christine Lagarde, AB Konseyi Başkanı Herman Van Rompuy ve AB Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barroso’a ile görüşüldü.
Sonunda kurtarma paketi şekillendirildi.
Bu arada Rum meclisi toplanarak konuyu görüştü, çeşitli kararlar üretti.
Halk eylem yaptı, gençler sokakta...
Anastasiadis halka sesleniş konuşması yaptı. Güney Kıbrıs ile Euro Grubu arasında varılan anlaşma ve yaşanan banka krizine ilişkin açıklamalarda bulundu ve krizin sorumlularının bulunması için soruşturma açılacağını belirtti.
Kıbrıs Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Andreas Artemi görevinden istifa etti.
Muhalefet partilerinin olumlu olumsuz basın açıklamaları sürüyor.
Kamuoyu bir yandan yapılanları, yapılacak olanları, öte yandan da geçmişte yapılan yanlışları tartışıyor.
Ya biz de ne oldu?
“Çalışanın kazanımlarına dokunulmayacağı” sözleri verilerek, üç yüz uzmanın çalıştığı söylenerek seçim kazanıldı.
Ardından gizli gizli protokoller, programlar imzalandı.
“Kim imzaladı?” tartışması başladı. İmzalar inkar edilmek istendi.
“Ben yapmadım, sen yaptın.” aytışmasına geçildi.
Sonra Başbakanı Türkiye’ye çağırdılar. Değil öyle on saat tartışma, yarım saate Kıbrıs Türk toplumunu derinden etkileyecek olan anlaşmaya imzayı atıldı.
Sonra “Paket burada mı Türkiye’de mi hazırlandı.”, “Kim hazırladı?” tartışmaları yaşandı.
Basın mensupları Sherlock Holmes misali paketin nerede hazırlandığını buldu. Bu kez “Haberim vardı, yoktu.” Tartışmasına geçildi.
Yalandı, doğruydu... tartışmaları aldı başını gitti.
Herkes topu ötekinin kucağına atmaya çalıştı.
En kritik dönemde kurultay tartışmasına mahkum edilerek, daha iyi alternatif çözüm önerileri üretilmesi fırsatı kaçırıldı. Amaçsız sonuç vermeyecek tartışmalarla zamanı geçirdik.
Bu arada KTHY, LTB batırıldı...
Ercan gitti...
Elektrik, telefon eli kulağında...
Paketler gizli gizli imzalandı...
“Bunu uygulayacaksınız.” dendi.
Demokrasiye hayat verecek olan, siyasi kurumlar “emir komuta” zinciri içine sokulursa işlevini yitirir. Çare olmaktan, sorunun kaynağı olmaya dönüşür.
Ekomomik önlemlere ilişkin kararlar alınmadan, imzalar atılmadan önce mecliste veya kamuoyunda tartışma yaşanmadı. Doğru düzgün bir açıklama yapıldı mı? Üniversiteler adasıyız. Hemen hemen tüm üniversitelerde ekonomi bölümleri var. Ortak paneller, konferanslar... düzenlendi mi?
Gördüklerimden, duyduklarımdan, okuduklarımdan ve yaşadıklarımdan anladığım şudur ki ülkemizde “krizde” adı altında çöken ya da zarar gören sadece ekonomik kurumlar değil, siyasi kurumlar ve demokrasimizdir.
Umarım ekonomik anlamda doğan “kriz” sınırları dışına çıkarılarak milliyetçi ideolejileri güçlendiren argümana dönüştürülmez.