1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Küçük İskender; Şiir, denizdeki bir kara parçası
Küçük İskender; Şiir, denizdeki bir kara parçası

Küçük İskender; Şiir, denizdeki bir kara parçası

Küçük İskender; Şiir, denizdeki bir kara parçası

A+A-

 

Simge Çerkezoğlu

Derman İskender Över, Küçük İskender mahlası ile bilinen Türk şiirinde önyargıları kıran, Türkiye gibi şiirin fazla ilgi görmediği bir ülkede bile şiiri sokağa taşıyan ve kitlelerle buluşturan önemli bir isim. Lefkoşa’da bulunan 1984 Bar’ı Küçük İskender’in şiir performansı için dolduran kalabalık da düşündüklerimi doğrular nitelikteydi.  Şiirleri ile okurlarına unutulmaz bir gece yaşatan şairle, gerçekleştirdiğimiz röportaj ise geceyi benim için daha bir unutulmaz kıldı…
  
Küçük İskender uzun yıllardır şiiri, şiir olmaktan çıkarıp performansa da dönüştüren bir isim… Onun için bar şairi diyenler olsa da bana göre şiiri okur ve kitap arasından çıkararak adeta farklı boyuta taşıyan bir isim…
“Yaklaşık otuz yıldır şiir performansları yapıyorum. İlk başta İstanbul’da Beyoğlu semtinde çeşitli barlarda bu şekilde şiir okumaya başladım. Aslında o zamanlar toplu şiir kumaları yapıyordum. O gece oraya gidenler, katılan ünlü veya normal arkadaşlarla, dostlarla kendi ürünlerini veya sevdikleri şairlerin şiirlerini okuyorduk. Haftada bir böyle buluşma günlerimiz vardı. Bu şekilde başlayan bu geleneği ben yaklaşık otuz yıldır sürdürüyorum. Bir tür moderatörlük yapıyorum, performans moderatörüyüm de diyebiliriz. En önemli faydası senin de dediğin gibi okurla karşılaşma ve yüzleşme şansı buluyor olmam. Bunun yanında yeni kuşakların da kendilerini ifade etme şansı yakalıyor olması benim için önemli. Önce bu performansları İstanbul dışına taşımaya başladım. Zamanla da yurt dışında devam ettiriyorum. Her geçen yılda da bu performansların çok doğru bir şey olduğunu anlıyorum.”

Küçük İskender otuz yılla dolu edebiyat hayatından bahsediyor. Oysa insan ona baktığında henüz otuz yaşında bir adam görüyor. Sözlerime çok gülüyor… Yine de yüzündeki hep o hüzünlü ifade kaybolmuyor.   
“Ben şu anda 51 yaşındayım. Yaklaşık 21 yaşımdan bu yana da şiirlerim yayınlanıyor. Otuz iki yıldır hayatımda şiir var ve şiirin içindeyim. Belki şiirle ve şiirin varlığı ile hayatta kalmak, şiirin insana sunduğu özgürlük ve bağımsızlıkla hayatta kalmak, şiirle hayatın karanlık yanını temizlemeye çalışmak ve kötülükleri aşmak, bunu yaparken de hem okurlarla hem de genç şairlerle birlikte olmak bunun yanında kuşaklaşmış şairlerle de birlikte yürümek benim için bulunmaz fırsatlar. Tüm bunlar nedeniyle de çok mutluyum. Hayatımda öyle bir geçmiş biriktirdiğimi düşünüyorum.”

************************

“ŞİİR BENİM İÇİN NEFES ALABİLME ŞEKLİ”

Şair bir röportajında yazmanın kendisi için yaşam biçimi veya hobi anlamına gelmediğini söylüyor. Yaşamak için yazıyorum ifadesini kullanıyor. Yaşamak derken akla maddi anlamdan çok ruhen ayakta kalma fikri geliyor.
“Aslında yazmak benim için hobi de değil, yaşam biçimi de değil derken anlatmak istediğim şairliği meslek olarak görmüyor oluşum. Şairliği bir iş gibi yapmak bana çok da doğru gelmiyor. Hobi demek de şairliği ya da edebiyatı çok küçümsemek anlamına geliyor. Şiir yazmak aslında benim için nefes almak gibi bir şey. İnsan nefes aldığı için para kazanmaz ama hayatta kalır. Şiir de benim için nefes alabilme şekli. Sanki denizdeki bir kara parçası gibi. Orada olduğum zaman nefes alıyorum. Orada yaşayabiliyorum. Nasıl ki insanlar hayatta kalmak için oksijene ihtiyaç duyuyorsa ben veya birtakım insanlar da hayatta kalmak için şiir ve sanatın birtakım dallarına ihtiyaç duyuyoruz. Sanatın olduğu alanlarda bulunduğumuz zaman kendimizi iyi hissediyoruz. Zinde oluyoruz. Daha da doğrusu ve açıkçası hayatta, yaşadığımızı hissediyoruz. Edebiyat da insanın kendini hayatta hissedebilmesi için yapılan bir uğraştır. Tabii ki hayatta başka bir mesleği daha da sürdürmek istemediğim için performanslardan ve kitaplarımdan elde ettiğim gelirle hayatta maddi anlamdaki geçimimi de sağlıyorum.”

“SİSTEME DAİR HAYALLER KURMADIM”

Küçük İskender söz konusu olunca hep merak edilen bir konudur tıp eğitiminin neredeyse sonuna geldiği 20’li yaşlarda neden eğitimini bırakmayı tercih ettiği…
“Tıbbı aslında eğitimden kaynaklanan sıkıntı yüzünden bırakmadım. Teorik tüm dersler bitmişti. Bildiğimiz stajyer doktor konumuna gelmiştim. Ondan sonrası da tabii daha kolaydı. Fakat ben çocukluğumdan bu yana meslek sahibi olmak istemedim. Hayatımda sinema, tiyatro ve şiir olsun istedim. Belki de şu anda iyi paralar kazanamama nedenim bir mesleğimin olmamasıdır. Tabii bundan hiçbir zaman yüksünmedim. Zaten hiç bunu yapmak istemedim. Hiçbir zaman meslek sahibi olayım, düzenli para kazanayım, evleneyim çocuk yapayım gibi sisteme dair hayaller kurmadım. Bunu başka insanları küçümsemek için söylemiyorum. Yanlış anlamayın. Hayatın doğalı belki de bu. Ama ben bu sistemde yer almak istemedim. Tıp okumaya başlayınca da kendimi sistemin içine giren çocuklardan biri olarak görmeye başladım. Bu beni rahatsız etti. İşte bu durumdan son anda kurtuldum. Tabii her şey kaybolmadı zihnimde. Patolojiyi, psikiyatriyi, insanı öğrendim. Aslında var olmayı ve ölümü öğrendim. Bunları şiirime malzeme yaptım. Tüm şairler edebiyat fakültelerinden önce tıbbiyeye gitmeli bence.” 

Küçük İskender için şiir nefes almak olduğuna göre hayatta olduğu sürece şiir ve edebiyatın içinde olmaya devam edeceği sonucuna varıyorum…
“Elbette belki her zaman bu şiir yazmak olamasa bile edebiyatın ve sanatın içinde olacağım bir hayatı tercih etmeye devam edeceğim. Bu illa ki üretici olmak anlamına da gelmiyor. Şiir sizi terk ettiği zaman da ben ısrarla şiir yazacağım diye de çok cebelleşmenin de anlamı yok. Hayatta sıkı bir okur ve sıkı bir edebiyat takipçisi olmak da mümkün.”

********************

“AŞK İNSANOĞLUNUN EN BÜYÜK HASTALIKLARINDAN BİRİ”

Şairin daha önceki röportajlarından aklımda kalan aşka dair iddialı açıklamaları da var. Ona göre aşk insanoğlunun en büyük hastalıklarından biri…
“Tabii aşkı hastalık olarak görüyorum çünkü doğada olmayan doğal olmayan bir şey aşk. Doğada sevgi vardır. Bu benim şiirlerimde de var ama aşk yoktur. Aşk sevginin azman, kendini kaybetmiş hali ve bu doğada olan bir şey değil. Birbirinden farklı olan bazı durumlar mesela bir nesne ile bir bitkinin de ilişkisi olabilir. Bir sarmaşık bir ağaca tutunup yukarılara çıkabilir. O da bir sevgi biçimidir. Ama o sevgi duvara duyduğu sevgi değil de güneşe duyduğu sevgidir. Burada Nazım Hikmet’i ve şiirini örnek verecek olursak. Nazım’ın şiirlerinin büyüklüğünün yanında siz de biliyorsunuz ki aynı zamanda çok da çapkın bir adamdı. Ama o hiçbir zaman sevgililerini kullanmadı. O aslında yüreğindeki aşk ile şiirler yazdı. Tıpkı sarmaşığın duvara tırmanması gibi. Başka bir aşkla yürüyüp gitti. Aşk var olmayan bir şeye duyulabilir. Gözle göremediğiniz bir şeye karşı hissedilebilir. Ama gördüğünüz bir şeye aşkla bağlı olmak aslında zamanla hakikaten hastalığa dönüşebilecek duygular anlamına geliyor. Zamanla obsesyon oluyor. Takıntı haline gelir. Bu anlamda ilk başta bahsi geçen şeye dönüşüyor.” 

“ZORLAMA ESER OKURU HAYATTAN SOĞUTUR”

Yazdığı şiirler, denemeler veya aforizmalarla yaşantısı arasında benzerlikler gördüğümüz şair edebiyatın sadece yaşananlarla değil yaşanmayanlarla da beslendiğini savunuyor.
“Mesela aslında yaşadıklarınızla yaşamak istedikleriniz arasında tercih yapmadan, bu tercihle cezalandırılmadan yazmak. Böylelikle yaşadıklarınız birer deneyim olarak üslubunuzu belirliyor; yaşamak istedikleriniz yahut kaçındıklarınız da ilgi alanınızın sınırlarını oluşturuyor. Sahi ile yalanı bütünleştirebilmek uğraşında insan çok da yıpranmamalı; çünkü zorlama bir eser okuru, bırakın edebiyattan, hayattan bile soğutur. Samimiyseniz hatalarınızı, insanlığa bağlı tüm kabahatleri anlatmalı, ahlaki ölçüt olarak da estetikten fazla uzaklaşmamalısınız.  Aslında çok çetrefil bir bağ bu biraz illüzyon gerektiriyor.  Ama bu illüzyona önce sizin inanmanız, şaşmamanız lazım.”

Sayfalarca şiir ve edebiyatla geçen otuz yılın ardından şairi kendi mısraları arasından en çok hangisinin etkilediğini merak ediyorum…
“Ölümlerin çok da karşılığı olmadığını düşündüğümden özellikle de siyasi anlamda ölümlerin çok karanlık olduğunu düşündüğümden yıllar önce 20’li yaşlarımda yazdığım bir şiirin içindeki mısra geliyor aklıma. Meyve vermeyen tek ağaç nar ağacıdır.”

*****************

“KIBRIS HALKLARI GÜZEL GÜNLER İÇİN BİRLİKTE YÜRÜYECEKTİR”

Daha önce de Kıbrıs’a gelen şair Küçük İskender’e Ada’nın bölünmüşlüğüne ilişkin düşüncelerini de soruyorum.
“Ben ayrılıkların baş düşmanlarından biriyim. Ayrılık çok güzel bir şey değil. Hele hele de bu güzel Ada için. Yıllar önce Kıbrıs için yazdığım şiirlerde de ben Kıbrıs’ı her zaman bütün olarak yazdım. Her gelişimde dostlarla ve bu konuya duyarlı insanlarla zaten konuşuyoruz. Bunu konuştuğumuz zaman da sizin geleceğinizin halkların bir arada yaşaması, hatta bir arada yaşamaktan öte, Kıbrıs olarak yaşamaktan geçtiğini düşünüyorum. Çünkü bir arada yaşamak derken bu ifadeden birbirinize katlanmak anlamı da çıkabilir. Onu kast etmiyorum tabii. Kıbrıs halkının bütün acılara, tatsız ve karanlık tarihi sayfalara rağmen birlikte yaşayabilecek kadar güzel insanlar olduğu kanısındayım. Bunu anlatmaya çalışıyorum. İnanıyorum ki her iki halk da birlikte yaşamayı özledi. Siyasi birtakım oyunlar ortadan kalktığı zaman, bir takım dost görünüp de yakanıza yapışan ülkeler sizin yakanızdan düştüğü taktirde Kıbrıs halkları bir araya gelip mutlaka güzel günler için birlikte yürüyecektir diye düşünüyorum.”

Bu haber toplam 5238 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 243. Sayısı

Adres Kıbrıs 243. Sayısı