1. HABERLER

  2. ARŞİV

  3. Küçük Kaymaklı’dan bir çocuğun hatıraları…
Küçük Kaymaklı’dan bir çocuğun hatıraları…

Küçük Kaymaklı’dan bir çocuğun hatıraları…

Bahçemde, kaplumbağaların yüzdüğü havuzun yanında oturuyoruz bir Pazar günü, sessiz bir ikindi vakti... Sevgili arkadaşımız Ahmet Hasan bana çocukluğunun acı ve tatlı hatıralarını anlatıyor... Onu en az 30 yıldır tanırım ama bugüne kadar hiçbir zaman ço

A+A-

 

 

Bahçemde, kaplumbağaların yüzdüğü havuzun yanında oturuyoruz bir Pazar günü, sessiz bir ikindi vakti... Sevgili arkadaşımız Ahmet Hasan bana çocukluğunun acı ve tatlı hatıralarını anlatıyor...

Onu en az 30 yıldır tanırım ama bugüne kadar hiçbir zaman çocukluğundan söz etmemişti... Belki de bugün yalnızca kumruların kanat çırpışlarıyla bozulan mahallenin sessizliği onu konuşmaya itti... Belki son 30 yıldır bunları konuşmaya hiç fırsat bulamamıştık... Nedeni ne olursa olsun nihayet konuşmaya karar vermiş gibi görünüyor...

Küçük Kaymaklı’dan Ahmet Hasan bana çocukluğunda yaşadıklarını anlatıyor:

“Aralık 1963’te ben beş buçuk yaşlarında falandım... 63 olayları çıktığında evimizden ayrılmıştık... Bizi duvarlarda açılan deliklerden, gediklerden geçirerek evden eve geçirmişlerdi... En sonunda bir çıkmaz sokağa girmiştik. Oradan öteye gidilemiyordu... Bunun üzerine çabucak bir merdiven bulup duvara dayamışlar ve bizi duvardan atlatmışlardı... Hepimiz Küçük Kaymaklı’da (Omorfita) Muhtar Yusuf’un evinde toplanmıştık... Sanırım 700 kadar Kıbrıslıtürk, Muhtar Yusuf’un evinde toplanmıştı...

Sonra silahlı bazı Kıbrıslırumlar’ın gelişini hatırlıyorum... Biz çocuklar evin dışında basamaklara oturduyduk, bu Kıbrıslırum askerlerin bizi yoklayacakları söylendiydi, biz da çocuk aklıyla ellerimizi havaya kaldırdıydık, oyun gibi geliyordu bu bize! Yoklayıp bir yerlere birşeyler saklamış mıymışız, ona bakacakmışlar... Bazı Rum askerleri insanların üstünü ararken, bazı silahlı Rum askerlerinin de botlarıyla evlerin kapılarına vurarak, kapıları kırarak evlerin içinde yoklama yaptıklarını hatırlıyorum...

Sonra bizi sıra halinde dizmeye başlamışlardı, itfaiyeci üniforması giymiş olan bir Kıbrıslıtürk’ün de bizi sıraya koymaya çalıştığını hatırlıyorum, sanırım bu, Osman Hüdaverdi idi...

Annemle birlikte iki küçük kızkardeşim vardı, ben babamla birlikteydim, abilerim de bizimle birlikteydi... Bizi uzun uzun yürütmüşlerdi... Yürürlerken, bir ara Ferit abim geriye dönüp neler olduğuna bakınca ona doğru ateş etmişlerdi, Ferit abimi sıyıran kurşunlar bir Kıbrıslıtürk kadına saplanmıştı... O kadın yaralanmıştı ama sanırım sonra onu hastaneye götürmüşlerdi... Nenemiz nüzüldü, yürüyemiyordu ve abilerim onu bir sandalyede oturur vaziyetteyken sandalyenin iki tarafından tutup taşıyorlardı...

Bizi Regis Dondurma Fabrikası’na kadar yürütmüşlerdi... Regis Dondurma Fabrikası’nın zemini ıslaktı, bunu da hatırlıyorum...

Esas kıyamet, Regis Dondurma Fabrikası’nda kopacaktı! Kadınlar bağırıp çağırıyordu çünkü kocalarının alınıp götürülmesine şiddetle karşı çıkıyorlardı...

Dört-beş tane Kıbrıslıtürk erkeği gruptan ayırıp Regis Dondurma Fabrikası yanındaki bir arka koyduklarını hatırlıyorum... Bu Kıbrıslıtürkler’in gözlerindeki bakışı asla unutmayacağım... Regis Dondurma Fabrikası’ndan alınıp götürülen bu Kıbrıslıtürkler, bugün hala “kayıp”tırlar... O Kıbrıslıtürk itfaiyeci de sanırım Regis Dondurma Fabrikası’nda alınıp “kayıp” edilenler arasındaydı... Burada sakallı bir papazın da eli silahlı olarak dondurma fabrikasında bulunduğunu hatırlıyorum...

Sonra dondurma fabrikasına kamyonlar ve otobüsler getirdiklerini hatırlıyorum. Beni bir kamyona bindirmişlerdi...

Sonra bizi “Cikko Cimnasiyosu” dedikleri bir okula götürdüklerini hatırlıyorum... İkinci kattaydık ve bugün dahi sana burasının planını çizebilir, hangi odada kaldığımızı şimdi gitsek gösterebilirim... Annem kızkardeşlerimle birlikte, kadınlarla birlikte kalıyordu, ben, babam ve erkek kardeşlerimle birlikte kalıyordum. Cikko okulunda bize gerçekten  kötü davranıyorlardı...

Bu okuda ikinci katta tutulduğumuz odayı hala hatırlarım... Bir ara tuvalete gitmem gerekiyordu, çok sıkışmıştım ve babam beni tuvalete götürmek istemişti. Tuvalet, kaldığımız odanın 5-6 metre ilerisindeydi fakat silahlı Kıbrıslırum askerleri buna müsade etmediler... Böylece çok afedersiniz üstüme yapmıştım, tuvalete gitme iznimiz olmadığı için... Sonradan babamın beni temizlemeye çalıştığını hatırlıyorum...

Pek az yiyecek verdiklerini hatırlıyorum – çok ince bir dilim ekmek, birkaç zeytin. Ne süt, ne başka bir şey...

Dışarıda dozerlerin çalıştığını ve çukur kazmakta olduklarını görebiliyorduk, böylece Cikko okulunda kalan Kıbrıslıtürkler, bu çukurların kendileri için kazılmakta olduğunu, öldürülüp bu çukurlara gömüleceklerini anlamışlardı... Sürekli bizi izleyen silahlı Kıbrıslırumlar bulunduğunu hatırlıyorum...

Birkaç gün sonra herşey çok dramatik biçimde değişecekti – ancak büyüdüğüm ve bu konuda abilerimden ve ailemden daha fazla bilgi edindiğim zaman bunun nedenini tam olarak kavrayabilecektim: Bir Kıbrıslıtürk kadın vardı, o 700 kişilik gruptan serbest bırakılan tek kişi bu kadındı... Sanırım 700 civarındaydı Kıbrıslıtürkler ama kesin sayı bilmiyorum, duyduğum rakamlardan bunu çıkarıyorum... Tek bir Kıbrıslıtürk kadın serbest bırakılmıştı. Bu kadın ya Kızılhaç’ta çalıştığı için, ya eşi Kızılhaç’ta çalıştığı için ya da eşi İngiliz olduğu için veya bu tür bir bağlantısı olduğu için serbest bırakılmış. Bu kadın derhal Kıbrıslıtürkler’in Cikko okulunda esir olarak tutulduklarını Kıbrıslıtürk makamlara bildirmiş. Kadın serbest bırakıldıktan bir gün sonra Türkiye’den gelen savaş uçaklarının Cikko Cimnasiyosu üstüne dalış yaparak alçaktan uçuşlar yaptığına tanık olmuştuk... Bu da, Türk yetkililere nerede tutulduğumuzun bildirilmiş olduğuna dair önemli bir işaretti...

İşte ancak bu kadın serbest bırakıldıktan ve Türk jetleri Cikko üstünde alçaktan uçtuktan sonra, ertesi günü Cikko okulunda atmosfer aniden tümüyle değişmişti: Silahlı Kıbrıslırum askerleri gitmiş, yerine üniformalı Yunan askerleri gelmişti... Bunlar herhalde Kıbrıs’taki Yunan Alayı ELDİK’ten askerlerdi... İlk defa bize süt vermeye başlamışlardı... Elbette verdikleri süt, tozsüttü ama yine de süttü... Artık verdikleri yiyecekler biraz daha yenebilir nitelikte yiyeceklere dönüşmüştü... İlk kez okulun avlusuna çıkıp oynamamıza izin vermişlerdi... Sonra İngiliz askerlerinin gelip bizi götürmek istediğini ama Kıbrıslıtürk kadınların gene isyan çıkarıp gitmek istemediklerini hatırlıyorum... Çünkü okuldan sadece kadınları ve çocukları götürmek istiyordu İngiliz askerleri. Oysa kadınlar “Biz da kalacağız” deyip direnmişler ve “Kocalarımızı, oğlularımızı yanımıza almadan hiçbir yere gitmeyiz” demişlerdi...  Sonuçta kadınların bu direnişi sonuç vermiş ve bütün grup yani Cikko okulunda tutulan 700 küsur Kıbrıslıtürk, esir tutuldukları bu yerden alınarak serbest bırakılmışlardı...

Bir yerlerde Makarios’a yakın bir Kıbrıslırum kadın olan Urania Hanım’ın Makarios’a telefon ederek Kaymaklı’dan esir alınanların öldürüleceği hakkında Makarios’a bilgi verdiğini, bunun üzerine Makarios’un bunu engellemek ve Cikko okulunda tutulan Kıbrıslıtürk esirleri korumak üzere Yunan Alayı ELDİK’i görevlendirdiğini okuduydum. Ancak bu tam olarak gerçeği yansıtmıyor... Gerçek, sana anlattığımdır – Kızılhaç’la bir bağlantısı bulunan o Kıbrıslıtürk kadın serbest bırakılınca, bir fark yaratmış, gidip esirlerin nerede tutulduğunu bildirmiş ve ancak Türk savaş uçakları Cikko okulu üstünde uçtuktan sonra ELDİK gelip Cikko okulunda esirleri devralmıştı. Kayıtlara geçsin diye söylüyorum bunları, yazasın ki gerçek ortaya çıksın...

Cikko Okulu’ndan alındıktan sonra Lefkoşa’nın Türk kesimine getirilmiştik. Lefkoşa’da Tekke Bahçesi civarında yaşamaya başlamıştık... Burada yaşarken, babam Ayvasıl’da göreve çağrılmıştı... Ayvasıl’daki (Türkeli) toplu mezarların açılışında görev yapmıştı babam, buraya 21 kadar Kıbrıslıtürk gömülmüştü... Babam, bu toplu mezarları açıp içine gömülmüş olan Kıbrıslıtürkler’in naaşlarını çıkaranlar arasındaydı... Hatta bu toplu mezarlardan çekilmiş fotoğraflarda arkası dönük olarak görünüyor... İşte bu toplu mezarları açarken 10 yaşındaki küçük Ayşe’yi de toplu mezarlardan çıkaracaktı, Ayşeciğin elleri bağlanmış, üstünde kurşun delikleri vardı... Bu küçük kız akrabamızdı ve babamın eve gelip anneme küçük Ayşe’yi, başka Kıbrıslıtürkler’le birlikte Ayvasıl’daki toplu mezardan çıkardığını büyük bir üzüntüyle anlatışını hatırlıyorum... Bu toplu mezarlar açıldıktan tam 40 gün sonra babama şeker gelmişti – elbette herhalde diyabete yatkın olabilirdi ancak böylesi büyük bir travma ve böylesi büyük bir üzüntüden sonra gelmişti ona şeker hastalığı...

Tekke Bahçesi’nde bir odacıkta kaldıktan bir süre sonra Atatürk İlkokulu’na gönderilmiştik, burada okulun üst katında iki ya da üç yıl kadar göçmen olarak yaşayacaktık... Daha sonra da dayımın evine giderek toparlanmaya çalışacaktık...

Çocukluğumdan hatırladığım bir başka üzücü hatıram daha vardır – o da Hambis’in kızının serseri bir kurşuna kurban gitmesidir... Hambis, tıpkı Elenu, Hristallu ve Fodu gibi komşularımızdı Kaymaklı’da... Hambis’in kızı altı yaşlarındaydı... Onunla sokakta oynardık... Hambis’in Uzunyol’da (Ledra Street) bir tatlıcı dükkanı vardı, dayım Ahmet’le çok ahbaptı... Dayım Ahmet Altıparmak İstanbul’a gitmiş, orada baklavanın nasıl yapıldığını öğrenmişti. Dayım İstanbul’dan döndükten sonra Hambis’le birlikte ikisinin baklava yapmayı denediklerini hatırlıyorum... Birlikte baklava yapmaya çalışırlardı... Ta ki tam istedikleri kıvamı tutturuncaya kadar pek çok kez baklava hamuru açtıklarını hatırlıyorum... Hambis’in kızı o günlerde moda olan İskoç etek giyerdi, eteğin önünde, yan tarafına doğru da bir ganca iğne olurdu... O günlerde moda böyleydi... Hambis’in bu İskoç etekli küçük kızıyla sokakta oynadığımızı hatırlarım, sonraları o çatışma günlerinde kızının serseri bir kurşunla öldürüldüğünü duymuştuk... Buna çok üzülmüştüm... Yıllar sonra ailem, Hambis’in ailesini ziyaret ederek, komşuluk anılarını tazelemişlerdi.. Bay Hambis’in vefat ettiğini, artık hayatta olmadığını işittim... Kaymaklı’da Kıbrıslırum komşularımızla ilişkilerimiz çok iyiydi... Tek bir Kıbrıslırum kadın vardı komşularımız arasında, Kıbrıslıtürkler’i hiç sevmeyen ama onun dışındakilerle komşuluk ilişkilerimiz çok iyiydi...”

Kaymaklı’dan hatıralarını paylaşan Ahmet Hasan, tüm ömrünü barışçıl bir ada, eşitlik ve özgürlük için mücadelede geçirdi... Çocukluğunun bu acı hatıralarının duruşunu etkilemesine izin vermedi – geçmişle yüzleşmemiz, geçmişte neler yaşandığını öğrenmemiz, geçmişte neler yaşandığını iyice bilmemiz, barışçıl bir ada için mücadelemizi engellemiyor. Tam tersine, eğer geçmişte neler yaşandığını tam olarak bilmezsek, hiçbir zaman bu adada barışa giden doğru yolu bulamayabiliriz...

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu haber toplam 2355 defa okunmuştur