Kukla ile Galopsida arasında bir kuyu…
*** Bir şahidimiz bize, biz de Kayıplar Komitesi’ne 1974’te “kayıp” edilmiş bir Kıbrıslıtürk’ün olası gömü yerini gösterdik…
Geçtiğimiz günlerde bir şahidimizin bize göstermiş olduğu, Kukla (Köprülü) ile Galopsida (Çayönü) arasındaki bir olası gömü yerini, dün Kayıplar Komitesi’nin Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum araştırma görevlilerine gösterdik, bölgede inceleme yaptık.
Dün sabah Kayıplar Komitesi araştırma görevlileri Sıla Murat, Angeliki Anthusi ve Sokratis İnadiu’ya bir Kıbrıslırum okurumuzun geçen hafta bize göstermiş olduğu olası gömü yerini göstererek, okurumuzun anlatmış olduklarını aktardık.
*** Okurumuzun teyzesine göre, Kukla-Galopsida arasında tek bir domuz çiftliği bulunmaktaydı. Bu çiftlik terk edilmiş vaziyette hala orada duruyor…
*** Okurumuzun teyzesinin ifadesine göre, 1974 “kaybı” bir Kıbrıslıtürk, bu tarlada bulunan bir kuyuya gömülmüştü… Bu yaşlı Kıbrıslırum kadının anlattığına göre, 1974’te savaştan önce bu tarlada, tam domuz çiftliğinin karşısında açık bir kuyu varmış – bu kuyuda su yokmuş.
*** Bu kuyuya kadının kuzularından biri düşmüşmüş ve onu ip sarkıtarak, o kuyudan çıkarmışlarmış. O nedenle kuyunun yerini iyi biliyor… Bu yeri yeğenine tarif etmiş, yeğeni de yani Kıbrıslırum arkadaşım ve okurum, benimle geçtiğimiz günlerde buluşarak bu tarlayı gösteriyor. Kuyu şimdi kapalı olduğu için tarlaya baktığınızda görülmüyor ama okuruma Kayıplar Komitesi’nin bu konuda ellerinde haritalar ve havadan geçmişte çekilmiş fotoğraflar olduğunu, rahatlıkla kuyuyu bulabileceklerini söylüyorum.
*** Kıbrıslırum okurlarımın geçmişte anlattıklarına göre, 1974’te Kukla’ya bazı Kıbrıslırum askerler saldırdıktan ve çatışmalar çıktıktan sonra – sanırım bu çatışmalarda üç veya dört Kıbrıslırum asker öldürülmüştü, ama sayıdan emin değilim – 22 Temmuz 1974 tarihinde Mehmet Hüseyin Kara Mehmet, Galopsidalı Kıbrıslırumlar’la iyi arkadaş olduğu için, o gün elleri havada Galopsida çıkışındaki mevziye doğru yürümeye başlamış. Yanında bir kişi daha varmış. “Nasıl olsa arkadaşız, bize bir şey yapmazlar” diye düşünüyormuş. Ancak Galopsidalılar’ın biri onu, elleri havada iken, orada vurmuş. Vurdukları yere gömmüşler. Yanında bulunan arkadaşı ise ateş açıldığı için oradan kaçmış ve canını kurtarmış. Bu herhalde Hüseyin Giritli idi…
*** Hüseyin Giritli bir süre sonra Kukla’ya geri dönmüş, yanında Kara Mehmet’in silahı da varmış ancak Kara Mehmet’i görmediğini, nerede olduğunu da bilmediğini anlatmış… Hüseyin Giritli şu anda hayatta olmadığı için, tam olarak neler olup bittiğini bilmiyoruz.
*** Kara Mehmet’in oğlu Sözer Özkaramehmet, 22 Temmuz 1974’te gerek Lisi, gerek civar köylerden Kukla’ya çok sayıda Kıbrıslırum’un saldırdığını, 26 Kıbrıslırum’un öldürüldüğünü, uçakların da olaya karışıp ateş açtığını, bunun üzerine köye saldıran Kıbrıslırumlar’ın geri çekildiğini, ertesi günü BM Barış Gücü’nün ölenlerin cesetlerini topladığını söylüyor ancak bu rakamdan yüzde yüz emin olamıyorum. Bu konuyu araştırmamız gerekiyor…
*** Bazı Kıbrıslırum okurlarımın iddialarına göre, Hüseyin Giritli’yi tanıyan bir Kıbrıslırum, onun öldürülmesini engellemiş ve kaçıp gitmesine bir şekilde yardımcı olmuş…
*** Bana domuz çiftliğinin karşısında kuyunun bulunduğu tarlayı gösteren okuruma göre ise, Kara Mehmet ile Giritli, önce Magrasiga’ya (İncirli) gitmişler fakat oradaki Kıbrıslırumlar onları tartaklayıp kovalamış ve bu kez Galopsida’ya gitmeye çalışmışlar…
*** Sözkonusu okurum, “Magrasiga’da EOKA-B’ciler yoktu ancak Galopsida’da bazı EOKA-B’ciler vardı ve Kara Mehmet’i vuran bir EOKA-B mensubuydu… Adı da P…. idi. Bu adam şu anda hayatta değildir. Teyzemin anlattığına göre, P… köye döndüğü zaman “Bir Kıbrıslıtürk’ü vurup öldürdük, ellerini havaya kaldırdıydı, elleri havada geliyordu ama biz bilirdik ki bu adam TMT için çalışırdı ve TMT’ye haber taşırdı, onu vurup öldürdük” demiş.
*** 2008 yılında yani bundan tam 11 yıl önce bir Kıbrıslırum okurumuzun anlattıklarını bu sayfalarda paylaşmıştık… Bu okurum Kara Mehmet’le ilgili yazımı okuduktan sonra bana ulaşarak şunları aktarmıştı o günlerde: ““Ben Galopsidalı’yım (Çayönü)... Kara Mehmet’le ilgili yazdıklarınızı okudum. Belki yardımcı olabilirim diye sizi aramaya karar verdim.
1974’te 16 yaşında idim... Yazınızda sözünü ettiğiniz tarihte, yani Kara Mehmet’in “kayıp” olduğu 22 Temmuz 1974’te Galopsida’daki (Çayönü) Artemis’in kahvehanesinde oturuyordum... Öğle saatleri idi... Sanırım saat 13.00 civarı idi...
Kahveye Galopsidalı (Çayönü) iki Kıbrıslırum gelmişti. Bunlar P.... ile A... idi. Galopsida (Çayönü) ile Kukla (Köprülü) arasında bir tepede nöbet yerleri vardı... O saatler “nöbet değişimi” için gelmişlerdi...
Kahvehanede oturan bizlere P.... “Bir Kıbrıslıtürk’ü öldürdük. Kukla’dan Galopsida’ya doğru geliyordu. Galiba Galopsida’da (Çayönü) bir arkadaşını görmeye geliyordu. Onu pusuya düşürüp vurduk...” diye konuştu. A.... ise elinde bir çift ayakkabı ve bir kemer tutuyordu. Bunlar galiba bir sakkullanın içindeydi... Bize bunların, öldürdükleri o Kıbrıslıtürk’e ait olduğunu söylemişti. Öldürdükleri kişinin üstünden bunları almışlardı... Kahvehanedeki konuşmalardan anladığım kadarıyla öldürdükleri bu Kuklalı Kıbrıslıtürk’ü, Galopsida’nın (Çayönü) çıkışında bir kuyuya atmışlardı... Bu pusuyu kuran tim, ağırlıkla EOKA-B’cilerden oluşmakta idi... Şu anda ne P..., ne de A... hayatta değildir.
Yazınızda sözünü ettiğiniz Galopsidalı S....’nin bu işle bir ilgisi yoktu – yazınızda, Kara Mehmet’in onun evinde esir tutulduğu yönünde bir bilgi veriliyor ve bunun S....’nin oğlu tarafından köydekilere anlatıldığı belirtiliyor. 1974’te hem S...., hem de yanında olan oğlu Y...., Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülmüştü. Eşya almaya gitmişlerdi. Sanırım Kukla köyünden eşya çaldıkları gerekçe yapılarak öldürülmüşlerdi... S....’nin oğlu Y... çok gençti, henüz 15-16 yaşlarında idi ve cimnasiyoya devam etmekte idi.... Ancak daha fazla bilgi isterseniz, S....’nin büyük oğlu halen ........... şirketinde ........ olarak çalışmaktadır. Onunla da konuşabilirsiniz...”
*** Okurumun teyzesine göre, Kara Mehmet’i bu tarlada, tam domuz mandrasının karşısına düşen kuyuya gömmüşler… Bu kuyu kapalı olduğu için okurumla gidişimizde kuyunun yerini kestiremiyoruz ancak Kayıplar Komitesi araştırma görevlileriyle dün bölgeye gidişimizde, kuyunun yerini buluyoruz. Bundan önce konuyla ilgili olarak Kayıplar Komitesi araştırma koordinatörlerini bilgilendirmiştim ve Kıbrıslırum Araştırma Koordinatörü Popi Hrisostomu derhal bu tarlanın kadastro haritasını bulmuş ve bu tarlanın ortalarında kayıtlı bir kuyu olduğunu gösteren haritayı bana da göndermişti.
*** Araştırma görevlisi Angeliki, ileri teknoloji kullanarak önce bu alanda kazı yapılıp yapılmadığına bakıyor, bu tarla kazılmamış, bu tarlada kuyu kazısı yapılmamış. Daha önce bu tarlanın üzerindeki kayalık arazide bazı mağaracıklarda kazılar yapılmış Kara Mehmet için ancak bulduğumuz kuyu kazılmamış. Angeliki, Sıla Murat’ın ipad’inden eski kazıların fotoğraflarını ve bilgilerini de buluyor bu bölgeyle ilgili ve bize gösteriyor.
*** Ardından araştırma görevlisi Sıla Murat, tarlanın ortalarında kuyu aramakta olduğumuzu dikkate alarak bir gözlem yapıyor ve “Kuyu burada olabilir” diyor. Gerçekten de gösterdiği yerde yemyeşil buğday başakları bitmiş, kuyunun ağzını işaret edercesine büyümüş bu başaklar…
*** Angeliki ve Sokratis de kadastro haritasına bakarak kuyunun bu olabileceğini söylüyorlar.
*** Biz bu alanı incelerken Kara Mehmet’in sevgili oğlu Sözer Özkaramehmet arıyor beni ve “Bugün Kayıplar Komitesi’ne gösterecektin orasını, ne oldu? Gösterdin mi?” diyor. “Şu anda o tarladayız” deyince, o da çıkıp geliyor ve eskiden kazı yapılmış olan yeri araştırma görevlilerine gösteriyor.
*** Tarlanın sahibini arıyor Sözer Özkaramehmet ve ondan buraya gelmesini rica ediyor. Kısa süre sonra tarlanın sahibi geliyor ve Sıla’nın bulduğu yerde gerçekten de bir kuyu olduğunu doğruluyor… Sıla Murat, “Ben bunu nasıl öğrendim, bilirsiniz?” diyor, “bunu bana Demet Karşılı öğretti… O bana bir araziye gittiğim zaman, çevredeki otları dikkatlice incelememi ve farklılıkları gözetlememi öğretti” diye konuşuyor… Arkeolog arkadaşımız Demet Karşılı, demek ki Sıla Murat’ı iyi yetiştirmiş, eliyle koymuş gibi kuyuyu bulabilecek kadar! Daha sonra arkeolojide buna “cropmarks” dendiğini, Demet arkadaşımızdan öğreniyorum…
*** Arazi sahibi bize bu kuyunun açık olduğunu, eskiden kendisinin bu açık ve kör kuyuya girdiğini, boyu kadar bir derinliği olduğunu anlatıyor. Ancak tarlayı ekip biçerken, bu kuyuyu zamanla doldurmuş… İlk kez bu yıl burasını ekmiş ve başaklar gerçekten de kuyunun şeklini bize işaret edecek şekilde boy vermişler…
*** Arazi sahibine bu tarlada başka kuyu olup olmadığını soruyoruz, o da bize ileride başka bir kuyu daha bulunduğunu, o kuyuda küçük bir çocukken güvercin avlamaya gittiğini, onun da çok derin olmadığını anlatıyor ve bize ilerideki bu ikinci kuyunun nerede olduğunu da işaret ediyor. Haritalarda da bu kuyuyu görmek mümkün…
*** Arazi sahibine yolun karşısındaki domuz çiftliğini de soruyoruz. 1974 sonrası Türkiye’den gelerek Gaydura’ya (Korkuteli) yerleşen birisine verildiğini, adamın bu çiftlik binasını satmak için uğraştığını, satamadığını, çiftliğin öylece orada kaldığını söylüyor.
*** Arazi sahibi, kendi arazisindeki bu kuyuyu Kayıplar Komitesi’nin kazmasına, ne zaman isterse kazmasına hiçbir itirazı olmadığını da söylüyor. Ona bu insaniyeti için teşekkür ediyoruz çünkü bazı arazi sahipleri inat edip “Benim arazimi kazmama iznim yoktur” diyor… O zaman Kayıplar Komitesi, orayı kazamıyor. Tek yapabilecekleri şey, arazi sahibini ikna etmeye çalışmak…
*** Bu konuda Kıbrıs’ın güneyinde hükümet, kazılması gereken özel bir arazide eğer mal sahibi “iznim yoktur” diyorsa, “geçici süreliğine kazılacak olan yeri kamulaştırma” yolunu seçiyor, yani bir haftalığına, bir aylığına o özel mülk içerisindeki kazılacak bölgeciği “kamulaştırıyor”, kazı bitince de bu “kamulaştırma kararı”nı kaldırıyor. Ama Kıbrıs’ın kuzeyinde böyle bir yöntem kullanılmadığı için bazı yerlerde kazı yapılamıyor… Bu konuda neden adım atılmıyor, bunu anlamak pek mümkün değil…
*** Arazi sahibine teşekkür ediyoruz, Sözer Özkaramehmet’le vedalaşıyoruz ve bu tarladan ayrılıyoruz. Dönüş yolunda, daha önce kazı yapılmış olan bir diğer araziye bakmak istiyor Angeliki ve Sokratis – bu nedenle bir içecek fabrikası yakınındaki mağaracıkların bulunduğu kayalık arazide kısaca duruyoruz… Yıllarca Karamehmet’in arandığı pek çok kazı yürüttü Kayıplar Komitesi ancak bir türlü onun gömü yeri bulunamadı. Burası da o kazı yapılmış olan yerlerden sadece birisi…
*** Kara Mehmet’in oğlu Sözer Özkaramehmet, yakın geçmişte bir Kıbrıslırum arkadaşımızdan babasının gömü yerinin bulunması için yardım istemişti, bu arkadaşımız da içecek fabrikasının çöp alanına gömü yapılmış olabileceği yönünde bilgi edinmiş ancak henüz araştırmalarını sonuçlandırmamış… Onun araştırma sonuçlarını da bekliyoruz… Bu konuda Kayıplar Komitesi araştırma görevlilerine de bilgi veriyorum, bu arkadaşımızı arayıp onunla temasta olacaklar…
*** Domuz çiftliği karşısındaki kuyunun bulunduğu tarlayı bana gösteren Kıbrıslırum okuruma, bu süreçte yardımını esirgemeyen tüm okurlarıma, bizimle bu alana gelen Kayıplar Komitesi araştırma görevlilerine de sonsuz teşekkürler…
*** Yıllardır “kayıp” babasının gömü yerini arayan Sözer Özkaramehmet neler anlatmıştı…
Kukla köyünden “kayıp” Karamehmet’in hikayesi…
Sözer Özkaramehmet, yıllardır “kayıp” babasının gömü yerini inatla ve ısrarla arıyor… Bu süreçte sevgili anneciği göçüp gitmiş, onun acısını da içinde taşıyor… Sözer Özkaramehmet’in çalmadığı kapı, başvurmadığı insan kalmamış – hem kuzeyde, hem güneyde araştırmalar yürütmüş sevgili babacığını bulmak için… Babasını o kadar çok seviyor ve o kadar çok özlüyor ki, ondan geride kalanları bulup defnetmek adeta hayatının amacına dönüşmüş…
Sözer Özkaramehmet’le Ağustos 2008’de yani bundan tam 11 yıl önce röportaj yapmıştık ve bize sevgili babacığını anlatmıştı… Bu röportajı yeniden yayınlamak istiyoruz, hem bir hatırlatma olsun, hem de bu bölgede yaşanmış olanlar unutulmasın, bunlardan dersler çıkarılsın diye…
Sözer Özkaramehmet’in “kayıp” babasıyla ilgili 2008 yılında yapmış olduğumuz röportaj şöyle:
SORU: Sözer Bey, kaç yaşındasınız?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Şu anda 43 yaşındayım...
SORU: Nerede doğdunuz?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Ben esas Mağusa Kuklası’nda – Köprülü diye de bilinen köyde doğdum...
SORU: Anneniz-babanız da bu köyden miydi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Babam esas Kuklalı’ydı – annem ise Ötüken yani Spaharigo köyündendi...
SORU: Yani Mennoyalılar’ı yerleştirdikleri köy...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: 74 öncesinde annem esas yerlisidir Spaharigo’nun... 58’de orada bazı olaylar olmuştu – bazı saldırılar olmuştu. Dedem rahmetlendi – oradan göçmen gittiler Mehmetçik’e (Galatya). Mehmetçik’te 2-3 ay kaldı annem, teyzem var orada. Ancak 58’de nişan oldu annem, nişan-nikah ve Kukla’ya gelip yerleşti...
SORU: Gelin gitti Kukla’ya (Köprülü). Babanız ne iş yapardı?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Babam çiftçilikle uğraşırdı. Önceleri İngiliz’in olduğu dönemde bir dönem da İngiliz polisi yani “polişman” idi... Sonra çıktı, köyde bir zamanlar Yahudiler’in tutmuş olduğu bir çiftlik vardı – bu çiftliği daha sonra Rumlar ele geçirdiydi... Bu çiftlikte çalışırlardı. Çiftlik derken, 74 öncesi dönemde zeytin ağaçları, narenciya ağaçları boldu – dolayısıyla bütün köylümüz de burada Rumlar’ın sahibi olduğu bu çiftlikte çalışıyordu... Şimdi narenciye ağaçları kurudu, susuzluktan...
Yahudiler kurduydu bu çiftliği, sonradan Rumlar satın almış orayı...
SORU: Siz büyürken köyde herhangi bir Yahudi aile hatırlar mısınız?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Yoktu...
SORU: Anneniz Dilber Hanım, herhalde evhanımıydı... Yoksa çalışır mıydı o da?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Annem da çalışırdı, köyün bayanları da orada gider çiftlikte çeşitli işlerde çalışıyorlardı...
SORU: Siz kaç kardeşsiniz?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Üç kardeşiz – iki ablam, bir de ben... En büyüğümüz Sevilay, sonra Sezin, sonra da ben... En küçük benim... İkişer yaş aramız var.
SORU: 1963’te bir şey oldu muydu Kukla’da?
SÖZKER ÖZKARAMEHMET: Olmadıydı... Kukla küçük, 1974 döneminde 35-40 hanelik bir Türk köyüydü...
SORU: Yanında hangi köyler var?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Çevre olarak Kondea (Türkmenköy), İncirli (Matrasiga), onun biraz gerisinde Ahna, köyümüzün doğusunda Çayönü yani Galopsida, biraz ilerisinde Güvercinlik (Ahiritu) ve Dörtyol (Praskyo). Bir de bize en yakın olan Türk köyü İnönü yani Sinde ki köyümüzün daha fazla Sinde’yle ilişkisi vardı. Bir de Beyarmudu yani Pergama vardı.
SORU: Büyürken nasıldı hayatınız köyde? Hep köyde mi geçerdi hayatınız? Yoksa başka köylere da gider miydiniz?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Aile bağlarımız bizim iyiydi. Annem, babam... Belli sosyal ilişkilerimiz vardı. Mesela Beyarmudu’nda (Pergama) sinema vardı, köylü oraya giderdik... Köyde belli eğlenceler da düzenlenirdi köy kahvesinde o dönemlerde, onu da hatırlarım. Çeşitli etkinlikler yapılırdı. Köyümüz o dönemde da Federasyon’un kurucularındandı – köyde bir futbol kulübü vardı. İşte bununla, çiftçilikle, herkes günübirlik işiyle uğraşırdı.
SORU: Kıbrıslırumlar’la hiç sürtüşme hatırlar mısınız 1974 öncesi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Öyle bir şey hatırlamam – olmamıştı da.
SORU: 1974’te ne oldu?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: 1974’te ben 8 yaşındaydım – o dönemde özellikle babam beni nereye gitse götürürdü. Köyde arabası olan 2-3 kişiden birisiydi babam.
SORU: Arabası neydi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Mavi-beyaz bir Morris’ti. Daha sonra bir eski model Peugeot’su vardı babamın – en son bulundurduğu o, 1974’te. Pastel rengiydi bu araba...
SORU: Nereye giderse götürürdü sizi, tek erkek çocuktunuz diye herhalde...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Tabii... Özellikle haftasonları bizi İskele’ye denize götürdüğünü hatırlarım. Bize İskele (Larnaka) daha yakındı – denize gittiğimizi, festivallere gittiğimizi iyi hatırlarım...
SORU: Babanız Mehmet Hüseyin (Karamehmet) nasıl biriydi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Babam kendine güvenen, çalışkan, dürüst, herkese yardım eden, yardımsever, çok dürüst birisiydi...
SORU: 1974’te ne olduydu?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: 22 Temmuz 1974’ün biraz öncesine gidelim. Hiç unutmam, babamın çiftçiliğin dışında evde hobi olarak yaptığı iki-üç tane keçi vardı – onların barındıkları yeri büyütmek için, hiç unutmam, Kondea’daki (Türkmenköy) bir demirciye gittiydi – ben orayı hala hatırlarım. Köyün orta yerinde, kahvenin yanında bir demirci vardı... Kondea (Türkmenköy) bir Rum köyüydü. O adama demir götürmüştük – hiç unutmam... İstediği iki boruydu, böyle çatal bir şey yapsın oraya ve merteklerini falan koysun. Bunları yaparken Rum radyosu yayın yapıyordu işte “Darbe falan oldu” diye. O Rum da uyardı babamı falan... Apar-topar biz oradan ayrıldık babamla, geldik köye işte.
Tabii o dönemde bizim köyümüzde, Türkiye’de üniversitelerde okuyan köylülerimiz da vardı. Yaz tatili olduğu için, o okuyan gençlerimiz de köyde idiler. Dolayısıyla köylü biraz daha bilinçliydi bu yönde. Zaten mücahitlik dönemlerinde İnönü’ye (Sinde) gidip gelirlerdi – İnönü’ye (Sinde) toprak yoldan gidilip gelinirdi...
SORU: Yani direk irtibatı vardı Kukla’nın Sinde’yle...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Evet... Bu baraj bölgesinden toprak yol vardı, İnönü’ye (Sinde) direk gidebilirdin.
SORU: Sonra 20 Temmuz geldi...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Köylü bu dönemde çeşitli önlemler aldı... Duyuluyordu sağda solda işte çatışmalar çıktı falan diye... Türk askeri çıkartma yaptı... Bunlar söylenirdi – köyümüz da zaten küçük bir Türk köyüydü, etraf da Rumlar’la sarılmıştı. Gerekli bazı tedbirler aldılar – elde bulundurdukları bir-iki piyade, üç-beş tane av tüfeği, bir iki tane sten falan, bunlarla köyün belli noktalarına mevziler falan yaptılar. 22 Temmuz günü hiç unutmam – zaten babamı son görüşümdü o – böyle öğlen 12.00 gibi evde yemeğini yedi. Üzerinde giydiği kıyafet de bu giydiğim gri pantolonun benzeri birşeydi. Bir de hafif pembemsi kırmızı gibi tor bir tişört giyiyordu – karpuzun içi gibi... Öyle bir tor giyiyordu... Kolunda da hiç unutmam – saati bozulmuştu, annemin kol saati vardı... Onu hatırlarım. Öğlen yemeğini yeyip işte oradan evimizin biraz ilerisindeki mevziye ayrıldığını bilirim – babamı öğlen yemekte gördüm en son – 22 Temmuz 1974, Pazartesi’ydi... Zaten 13.00 gibi da köyümüze saldırdılar.
Bu saldırıyı bize yapanlar da Kondealı (Türkmenköy) Rumlar, Praskyolu (Dörtyol) Rumlar, Galopsidalı (Çayönü) Rumlar, Matrasigalı Rumlar (İncirli) – bunlardı.
SORU: Yani bunlar asker miydi? EOKA-B miydi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: EOKA’cı sivillerdi... Çünkü tanıyorlardı. Şunu söyleyeyim yani – köydeki çiftlikte çalışırken köylümüz, Rumlar’la içiçeydiler. Sahipleri Rum’du, o çiftlikte çalışan Rum işçiler de bölge köylerindendi. Diyelim ki Galopsida’nın (Çayönü), Kondea’nın (Türkmenköy), Matrasiga’nın (İncirli) Rumları da gelip orada çalışıyordu – yani bunlarla annelerimiz babalarımız arkadaştılar – şakalaşıyorlardı. Araları gayet iyiydi... Bugün hala anneme selam gönderenler var o çiftlikte çalışanlardan... Annemin adı Dilber, şu anda 74 yaşındadır – bu konularda rahatsızlığı var çünkü bizi yetiştirmek kolay değildi, bilirsiniz...
Tabii şunu da söyleyeyim – babamın ismi Mehmet Hüseyin’dir ama ben bunu parantez içinde söyleyeyim ki, mutlaka babamı sevenler, babamın iş yaptığı Rumlar vardı – ona “Karamehmet” de derlerdi, esmerdi diye. “Karamehmet” diye de bilinir...
SORU: 1974’te saldırdılar köye – sonra ne oldu? Ne hatırlarsınız? Esir falan mı aldılar?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Akşam üzeri saat 7-7.30 civarına kadar çatışma oldu – biz, apar-topar köyün kadınları ve çocuklar, köyün ortasında, merkezde iki evde toplandı. Annem bizi aldı – bir kısım insan orta yerlerde kerpiç bir ev vardı – biz orada değildik. Yukarı mahallede gene orta bölgede sayılan kerpiçten bir eve sığındık, kadın, çoluk-çocuk – hepimiz bir evin içindeydik. Silah sesleri filan, bayağı çatışma oldu. Bu esnada saat 7-7.30 gibi çatışma durunca herkes eşini dostunu aramaya çıktı...
SORU: Yani köy düştü müydü yoksa düşmedi miydi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Köy düşmedi... Bir sessizlik oldu...
Şunu tam kestiremiyorum tam – Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamı bu tarihten önce mi olduydu?
SORU: Hayır, 14 Ağustos’ta oldu...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Çünkü daha sonraları Barış Gücü geldi... Bizim köyden yaralanan oldu bir-iki kişi...
Akşam üzeri olduğunda herkes baktı köyden 5-6 kişi yoktu – bunların içinde babam da vardı...
SORU: Bulamadınız yani...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Hayır...
SORU: Mevzilerinde yoktular yani...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Mevzilerinde yoktular. Zaten mevzi dediğimiz de, herkesin kendi odaklanmış bir bölgeciği vardı – onun içerisinde bir panik yaşandı, köy düştü gibisinden...
En son böyle 8.30 civarı köye dönen bir kişi oldu – işte o babamın silahıyla döndü...
SORU: Adı neydi, hatırlar mısınız?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Biliyorum onu da... Hüseyin Giritli...
SORU: O da babanızın yaşlarında mıydı?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Babamdan büyüktü...
SORU: Peki ne dedi size, babanızın silahını taşıyordu çünkü...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Görmedim falan dedi...
SORU: Silahı nereden bulduğunu söyledi size?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Bilemem... Aradan günler geçtikten sonra, herkes “köy düştü” gibi düşündü – aradan zaten gidip geliyorlardı İnönü’ye (Sinde) – bu 5-6 kişinin Sinde’de oldukları yönünde bir haber geldi. Biz umutlandık, aman Sinde’dedir falan gibisinden... Öyle bir şey olmadı ama – gelenler geri geldi ama babam gene yoktu...
SORU: Yani o 5-6 kişiyle birlikte yoktu babanız...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Sayıyı tam bilemeyeceğim – 4 da olabilir 5 da... Ama “kayıp” değildir... Çünkü 8-10 gün sonra bunlar gidilip toprak yoldan Sinde’den alındılar.
SORU: Ama babanız yoktu... Yani köyün tek “kaybı”dır babanız...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Tek “kaybı”dır...
SORU: Onunla birlikte olanlar hiçbir şey hatırlamaz mı? Ne oldu? Aldılar? Tutukladılar?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Benim mantığıma göre muhtemelen o da “Köy düştü” gibisinden Sinde’ye (İnönü) gitmek istedi. Ama yakalandı...
Tabii işin en çarpıcı yanı da 23 Nisan 2003’te kapılar açıldığında, Galopsidalı (Çayönü) Rumlar’dan birisi geldi, dedi ki “İşte Karamehmet, bizim evde tutukluydu, Galopsida’da (Çayönü)... Hüseyin Giritli’yle beraber tutukluydu...”
SORU: Hüseyin Giritli hayatta mıdır?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Değil...
SORU: Ona sormuş muydunuz?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Sorduk, annemle sorduk, annem sordu – “Görmedim” falan gibisinden...
SORU: Yani kabul etmedi ki Galopsida’daki (Çayönü) o evde tutukluydular...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Tabii ona da bazı şeylerden hak vermek lazım, o zamanın koşullarına göre çünkü benim anladığım, bu tutuklu bulundukları kişi, S... Onun evinde tutukluydular... Benim çektiğim fotoğraflarda da var... Onun evinde tutukluydular. Bu S...’yi ben iyi hatırlıyorum – yeşil-turuncu bir otobüsü vardı. Şöfördü. Güzelyurt’a (Omorfo) portokala götürüyordu bizim köylüleri da, kendi köyünden bayanlar da gidiyordu. Bunların içinden benim hatırladıklarım var – ben çocuktum, annem beni da götürüyordu yanında. Hala bugün Güzelyurt’a (Omorfo) gittiğimde aklımdadır – demir ayaklı bir su deposu var, oralarda kesim yaparlardı...
O S....’nin kızını hatırlarım ben orada... Gene köfünle portokalları yığına getiren Sotiri isimli bir Rum’u hatırlarım. İncitirdim kendilerini, hatta beni severlerdi... Dönüşün dolu getirdiği köfünü boşaltır, köfünün içine beni koyar, öyle götürürdü...
SORU: Barikatlar açılınca S.... miydi size gelen?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Yok, bu S..., bahsettiğim Hüseyin Giritli’nin oğlunun düğününde gumbarosuydu ve iyi geçinirlerdi. Dolayısıyla geçmişte veya şimdi sizin yazılarınızdan okuduğum “Falan Türk, Rum’u kurtardı veya falan Rum, Türk’ü kurtardı” – tanıdığı için belki kurtarmıştır... Belki onu aldı “Bırakın da ben bunu tanırım” gibisinden, aldı onu, getirdi bıraktı...
S....’nin oğlu da geldi, böyle bir şey söyledi – biz o zaman duyduk bu şeyi... S.... da bizimkiler tarafından öldürülmüştür...
Benim duyduğum, daha sonra gelmiş köyüne eşya falan alsın diye – hatta bu oğlu da oradaymış beraber, yanında...
SORU: 1974’te yani...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: 1974’te tabii bu çatışma bitti – 5-10 gün sonra gelmiş, bu Rum köyleri kaçardı ya? Gelmiş işte, tutmuşlar kendisini – demişler kendine “Karamehmet ne oldu?”
O da demiş “Söylesem da öldüreceksiniz beni, söylemesem da öldüreceksiniz...”
Onu da öldürmüşler orada... Tabii bu çocuğu da bırakmışlar...
SORU: Öğrenememişler yani babanıza ne oldu...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Öğrenememişler ne olduğunu, ne yaptıklarını...
Tabii ben gene hafızamı zorladığımda ve mantığımı kullandığımda, şuna varıyorum ben: Bizim köyden babamın dışında “kayıp” veya ölen olmadığı halde, Rumlar zayiat verdiler. Bilemem yani, ölüleri vardı o çatışmada... Ama bu çatışmada gelenler, tanıdık Rumlar’dı – çünkü özellikle ben şunu biliyorum, sesli, hoparlörden, bu mitinglerde kullanılan hoparlörlerden, taksicimiz vardı, şimdi gene taksicilikle uğraşan, yaşlandı tabii, “Balık” lakaplı... Ve “Baliki! Teslim olun!” falan gibisinden çağrılar olurdu o hoparlörlerden...
SORU: S.....’nin oğlunun adı nedir?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Bilemem onu... Muhtemelen Larnaka’da veya bu kırmızı köylerden birinde yaşıyorlar...
Bu zayiatın sonucudur babamın öldürülmesi – geldi, onların da tanıdıkları şu bu vardır, bunlar öldü – işte Karamehmet da orada, onların acısıyla, böyle suçsuz bir yere öldürüldü... Ve şunu öğrendim, çok eziyet, acı çektirilerek, hatta Galopsida (Çayönü) sokaklarında sürüklenerek öldürüldüğünü duydum ben...
Şunu derim ben: Ya babamı S.... öldürmüştür... İkinci bir rivayet, çiftlik sahiplerinden B..... diye bir Rum, 23 Nisan günü, 1974’teki 23 Nisan günü yani, köy kahvesiyle ilkokulumuz yakındır – ilkokul öğretmenimizin ablama verdiği bir şiir, “Kin” adlı bir şiir...
SORU: “Bin gavur kellesi da alsam bu kin benden gidemez” diye iğrenç bir “şiir”!...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Bu şiiri okudu ablam, öğretmen verdi... “Kimin çocuğudur bu?” falan gibisinden sormuş, demişler “Karamehmet’in kızıdır...”
Onunla beraber, gene Galopsidalı (Çayönü), Kukla’daki çiftlikte çalışan ve su motorlarına bakan M...... diye birisi, bu öldürmüş... Hatta bu söylediği şeyleri telaffuz ederek babamı öldürdüğü söylenir...
SORU: Yani işte “Senin kızın o şiiri okudu” gibisinden...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Evet...
SORU: Ama S.... öldürmüş olsaydı, oğlu kalkıp da köye gelip da “Bizim evde tutukluydu” demezdi belki da...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Yani...
SORU: Çünkü benim gördüğüm kadarıyla, bir takım katliamlara karışmış kişiler kendileri hayatta olmasa dahi, oğulları pek rahat değil... Mesela Çatoz’daki katliama karışmış kişilerin oğulları beni tehdit etti... Sanki babalarının yaptığı suçu kendileri taşıyormuş gibi hareket ettiler. Çok azı beni arayıp “Evet babam bu işe karıştıydı” diye babalarını ihbar edenler da oldu... Ama genelde iki tarafta da gizlemeye çalışırlar...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Babam çiftlikte çok uzun süre çalışmadı. Daha sonra kendisi bir traktör aldı ve giderdi birlikte iş yaptığı Rumlar vardı, çok sevdiği, arkadaş derecesinde olduğu Rumlar vardı...
Son sizin yaptığınız bir röportajı okudum Kallis’le – o, 1998’de Türk tarafına, Kıbrıslıtürk kayıpların nerede gömülü olduklarını gösteren bir liste verdiklerini anlatıyordu. Benim tahminim, tek bir kayıptır babam – tektir... Muhtemelen Galopsida’da (Çayönü) veya Güvercinlik (Ahiritu) bölgesinde gömülüdür bu adam...
SORU: Peki siz sınır açıldıktan sonra gidip sordunuz mu Kayıplar Komitesi’ne? Çünkü genelde söylerlerdi...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: En son burada, bu olayla ilgili Ahmet Erdengiz’le tanıştım, onunla üç-dört kez görüştüm – hatta benim bu konumu güneyde görüştüler da... Bazı isimler da verdim ben kendine – o isimlere gitmiş olabilir Rum Kayıplar Komitesi... Ben bölgede sevilen, sayılan birisiyim, öğretmenliğim ve futbolculuğum nedeniyle – şu anda da beni tanıyan arkadaşlarım, sevenlerim var – “Yahu, gelen yaşlı Rumlar’ın isimlerini alınız” dedim, “Yok ki Karamehmet’i bunlar öldürdü diye – yalnızca bir bilgileri olabilir diye...”
Verdim bu isimleri Kayıplar Komitesi’ne...
SORU: Peki Kayıplar Komitesi’nden size, “Evet, bilinir nerede gömülüdür” gibi bir şey söylendi mi?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Yok, öyle bir şey söylenmedi...
SORU: Peki anlayınca ki babanız “kayıp”tır, anneniz ne yaptıydı? Siz ne yaptıydınız? Size söylendi miydi? Nasıl geçti ondan sonra çocukluk hayatınız?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Ondan sonraki hayatımız bizim çok zor geçti – yani annem gece-gündüz ağlar, bizi da yanıbaşından ayırmaz. Üç kardeştik zaten. Yanıbaşından ayırmazdı bizi... Üzüntüynan... Halalarım biraz destek çıktı bize köyde...
SORU: Anneniz çalışmaya devam etti herhalde?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Çalıştı annem da, belli bir yaştan sonra ablalarım hem okurdu, hem çalışırdı... Kısacası ben da çocukluğumu fazla sevinemedim. Yani öyle çocukluk, oynayarak geçmedi – diğer arkadaşlarım oynarken ben anneme yardım edeyim... Annem bizi büyütene kadar çok zorluklar çekti. Babamdan kalan o traktörü annem kullanırdı – yıllarnan sürdü, ekti, bizi okuttu, kimseye muhtaç etmedi. Bize dediği tek bir şey vardı: “Kendinize güvenin, ayaklarınızın üzerinde durun, güçlü olun, birbirinizi seviniz...”
Hala daha bizim kardeşlerimiz arasında çok sağlam ilişkilerimiz, birbirimize bağlılığımız vardır... Bu yönümüz güçlüdür.
Annem bana, annelik-babalık yaptı, sırasında erkek arkadaşım oldu... Yani istediğim herşeyi ben rahatlıkla annemle konuştum, paylaştım – beni, daha doğrusu bizi, kardeşlerimizi kimseye muhtaç ettirmedi, yerindirmedi – kimseye ezdirmedi, kimseyi da ezmedik. Bugüne kadar da böyle geldik, çok şükür Allahı’ma ki biz da şu anda annemi kimseye muhtaç etmeden böyle bir yaşam sürdük, okuduk...
SORU: Siz öğretmensiniz...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Evet... Akdoğan İlkokulu’nda 18 yılım bitti, geçen yıl müdür muavini oldum, Akdoğan İlkokulu Müdür Muavini’yim...
SORU: Futbolcuydunuz da dediniz...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Evet... Tabii bu futbolculuğum, genetiktir! Babam, amcam, ailemiz sporcuydular. Ben de ortaokulu ve liseyi Namık Kemal Lisesi’nde okudum, köyümde futbol oynadım. Oradan Öğretmen Koleji’ne gittiğim zamanlarda, birçok kulüpten teklifler aldım. Mesela orada Öğretmen Koleji’nde hiç unutmam, Güvenç Hocam var - beni Türk Ocağı’na isterdi götürsün. Salih Hocam vardı, o beni alır Doğan’a götürürdü.
O dönemlerde şunu da unutmam, maddi sıkıntılarımız vardı – annem bir gecede tüccara dört tane fanalle işleyip, köyümüzde Özay abla var, onunla Lefkoşa’ya gönderip aldığı parayı bana harçlık verdiğini hatırlarım.
İşte oradaki öğretmenlerim “Gel, okul masraflarını falan karşılasınlar” gibi şeyler yaptılar ama benim haftasonları da yapmam gereken işler vardı. Bu hem okul dönemimde, hem askerlik dönemimde böyle devam etti.
Mesela askerlik dönemimde komutanıma çıkardım, selamımı çakardım, izin isterdim, “Bu işim var” diye – makul karşılanırdı... Böylece işte hayatta kalabildik...
SORU: Anneniz Dilber Hanım, bekler mi hala babanızı sizce?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Sadece annem değil, ben, ablalarım, hala daha şeydeyik – belki mantıksal, içgüdümüzü zorladığımızda diyebilirik ki “Bunlar artık öldürülmüştür, bir yerde gömülüdür” – ki gerçek da budur...
SORU: Ama kalbiniz ona izin vermez...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Evet... Yani bu bizim içimizde böyle bir umuttur ama acı bir da gerçek var ki bu şahıslar artık hayatta değildirler.
Ama bu dönemde, bir eşya bile kayıp olsa, benim mantığım almaz bunu... Yani bu “kayıp” olan eşyayı birisi bir şey yapmıştır – kaldı ki bu insandır. En değerli bir varlığımızdır...
Ben burada şunu söylemek isterim: Mutlaka Karamehmet’i seven, tanıyan bu bölgeden Rumlar vardır – bu sadece Kıbrıslıtürkler’in sorunu değildir. Ben nasıl ki 8-9 yaşlarında bu acıyı çektim, yaşadım, babasızlığın ne olduğunu çok iyi biliyorum, mutlaka Rumlar’ın içinde da bunlar vardır, bu acıyı çekip yaşayanlar var. Bu “kayıplar” konusu sadece Kıbrıslıtürkler’in veya sadece Kıbrıslırumlar’ın sorunu değil – ortak bir sorunumuzdur. Daha doğrusu sadece bu “kayıp” ailelerinin sorunu da değil – bütün Kıbrıslılar’ın, Türk-Rum olsun, herkesin sorunudur. Çünkü mutlaka herkes biryerlerde birşeyler duymuştur, görmüştür – bir ilgisi, bir alakası olmuştur. Toplumlarımız küçüktür, mutlaka bir bağlantısı, bir duyduğu vardır.
Bence insanlık adına herkes birbirine yardımcı olsun, herkes da bu “kayıpları”nı bulsun, bir nebze olsun içimiz rahatlasın. Benim şahsen mücadelem budur – anneciğimin üç-beş yıllık ömrü vardır, yoktur – ben dedim ki “Benim sana sözümdür, bu adamı bulacağım, bulmaya çalışacağım...”
Benim arzum bu...
Ama ben gene sesleniyorum Galopsidalı (Çayönü) Rumlar’a – Türkmenköylü (Kondealı) Rumlar’a, Matrasigalı (İncirli) Rumlar’a... Bu Karamehmet’in nerede olduğunu bilenler varsa, çıksın gönül rahatlığıyla söylesin. Karamehmet’in seveni çoktu – kimseye zararı yoktu. Birçoğuna iyilik yapmıştır – ben hatırlıyorum mesela bu darbe olduğu dönemde Vaso adlı bir Rum vardı Matrasigalı (İncirlili). O dönemde babamın bu Rumlar’la iyi ilişkileri vardı. Hatırlıyorum, 74’te bir geceyarısı, benzini bitmiş, yolda kaldı – ağılların olduğu bölgede... Evimiz da o dönemde bizim köyün girişindeki ilk evdi. Geldi kapıyı takırdatır – biz çocuktuk, uyandık korkuyla annem falan... Babam hiç ikiletmeden tanıdığıdır diye, çekti kendi arabasından benzin – gece o olaylı günlerin içerisinde gitti, benzin döktüler arabasına, çalıştıramadılar arabasını – aldı kendilerini, arabasına koydu karısını, çocuklarını, kendini ve evin yanından geçerken da babam kendine “Bak” dedi, “benim karım, çocuklarım var, bekler burada... Yok götürüyorum seni da bana bir şey olur” gibisinden... Götürmüş kendini Matrasiga’ya (İncirli’ye) – tabii annem ve biz da onu bekledik “Aman bir şey olur” gibisinden. O Vaso adlı Rum da, Matrasiga (İncirli) köyünü çıkıp da gelene kadar ona bir yoldaşlık yapmış ki geri dönebilsin. Yani bunları da yaşadık.
Artı ben şunu hatırlıyorum – son 74’te İncirli’de (Matrasiga) bir Anadyu şirketi var – babamla oraya biz yaz döneminde yapmış olduğu arpa hasadını götürdüğümüzü hatırlarım. Ve bu Vaso adlı Rum’un üzerine yazdırdı ki oradan parasını alabilsin. Ben de gittim babamla traktörde, hatırlarım bunu. Hala daha oradan o 220 Kıbrıs Lirası alacağı vardı babamın...
SORU: Evet, Vaso hayattaysa, yardım etsin bize lütfen...
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Hiç unutmam bunu... Epey sene önce bu adam anneme haber gönderdi Sindeli (İnönü) bir Türk’nan...
Onun adınaydı yazılı fakat fişi falan galiba babam almıştı – annem zannedersem bulamamıştı fişi... Haber ettiydi fişi bulsun diye...
Bir Stasi vardı, çiftlik çalışanlarından Kondealı (Türkmenköy) – bu Rum bilmem nerede oturur ancak hala daha anneme selam yolladığını duyarım ben. Şunu hatırlarım: Bu kapılar açılmadan, Galopsidalı (Çayönü) bir Rum, Larnaka’da taksicilik yaparmış. Almış bizim köylü Türkler’den birisini arabasına, işte “Nerelisiniz?” falan, “Kuklalı...”
Böyle “Kuklalı” deyinca, “Ah...” demiş, “kızkardeşim Karamehmet için çok ağladıydı...”
Yani babamı tanıyanlar, sevenler vardı...
Tabii işte bunlar da savaşın getirdikleri...
SORU: Benim sormadığım, keşke şunu da sorsaydı dediğiniz bir şey kaldı mı acaba?
SÖZER ÖZKARAMEHMET: Aslında söylenecek çok şey var... 8 yaşından 43 yaşına kadar geldik – duyduğumuz çok şey var ama şimdilik söyleyebileceğim bunlar.
Ben açık söylüyorum, bu Kıbrıslılar’ın ortak sorunudur – bilen, gören, duyan, açıkyüreklilikle çıksın söylesin – bizim kimseye ne bir kinimiz, ne bir öfkemiz, ne birşeyimiz var... Yeter ki bu “kayıp” şahsın ve diğer “kayıp” şahısların nerede oldukları bulunsun ve bir nebzecik de bu ailelerin içinde bir rahatlama olsun. Benim söylemek istediğim bunlar...