Kulağımın dibinden geçen kurşun (6)
“Çok şanslısın. Birkaç santim daha ileriden geçsem, beynin dağılacaktı. Ucuz kurtuldun elimden. Ama bu savaş var ya bu savaş… Çok çekeceksiniz elinden!.. Başınıza nelerin geleceğini ben bile kestiremiyorum. Tek bildiğim şu ki, artık bu adada h
“Çok şanslısın. Birkaç santim daha ileriden geçsem, beynin dağılacaktı. Ucuz kurtuldun elimden. Ama bu savaş var ya bu savaş… Çok çekeceksiniz elinden!.. Başınıza nelerin geleceğini ben bile kestiremiyorum. Tek bildiğim şu ki, artık bu adada hiçbir şey eskisi gibi olmayacak!..”
Makarios’a karşı düzenlenen darbenin ertesi sabahı başımı sıyırıp geçen merminin kulağıma fısıldadığını zannettiğim bu sözler, Paramal Kampı’ndaki belirsizlik uzadıkça daha bir anlam kazanıyordu.
Biz çocuklar için eğlenilecek tarafı vardı kamp hayatının, ancak süre uzadıkça uzuyor, on binlerce Kıbrıslı Türk bir adım sonrasını görememenin sıkıntısını yaşıyordu.
Türkiye 20 Temmuz’da birinci, 14 Ağustos’ta ikinci harekata girişmiş, sonra çatışmalar durmuştu.
Ama ortada çok sorun vardı.
Sadece Paramal Kampı’nda yaşayanlar değil, adanın her yerinde göçmen, esir, mahsur durumda kalan insanlar vardı.
Başka yerlerde olup bitenlerden kolay haber alınamıyor, insanlar yakın akrabalarıyla bile haberleşemiyor, bir yandan da onların akıbetini bilememenin acısını yaşıyordu.
**
İşte bu belirsizlik ortamında, Paramal Kampı sakinleri sık sık ‘nümayiş’ yapar hale gelmişti.
Çocuk halimizle Baf-Limasol anayolunda eyleme çıkıyorduk.
Sıcak asfaltın üstünde yürürken haykırdığımız slogan tek kelimeden ibaretti:
“Kuzeye… Kuzeye!..”
Kuzey neresiydi?
Orada en vardı?
Bizi ne bekliyordu?
Bu soruların cevabını değil biz çocuklar, büyükler de bilmiyordu aslında…
Ancak toplumun idaresini elinde tutanlar belli ki böyle bir strateji belirlemişlerdi.
Limasol ve Baf bölgesi insanlarına “Kurtuluş adanın Kuzeyine yerleşmekte” görüşü aktarılmış, başka bir çıkış yolu olmadığı söylenmişti.
Biz çocukların keyfi yine yerindeydi.
Her Allahın günü anayolda yürüyüşe çıkıyor, “Kuzeye Kuzeye” diye bağırıyor, bu arada asfaltın ortasına yerleştirilmiş fosforlu metalleri söküp ceplerde istifliyor, karanlık geceler için yeni ‘oyuncaklar’ bulmanın tadını çıkarıyorduk!..
**
Huzursuzluğun giderek arttığı günlerdi sanırım.
‘Önemli bir ziyaretçi’ kampa gelecekti.
Daha doğrusu gelmek istiyordu.
Kampta yöneticilik yapan Kıbrıslı Türkler ise bu ziyaretten memnun değildi.
Olay çıkacaktı, belliydi.
Nitekim öyle de oldu…
Baf ve Limasol’daki köylerden ve kasabalardan getirilen Kıbrıslı Türklerle dolu Paramal Kampı’nın önemli ziyaretçisi Makarios’tu…
Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı…
Rum Ortodoks Kilisesi’nin Başpiskoposu…
Nikos Sampson ve Yunan Cuntası’nın darbe girişiminden bir süre sonra Makarios yeniden iktidara hakim olmuştu.
‘Cumhurbaşkanı’ sıfatıyla, Kıbrıslı Türk göçmenleri de ziyaret etmek, sorunlarını yerinde görmek istemişti sanırım.
Ama Kıbrıslı Türklerin yöneticileri Makarios’un kampa gelmesini istemiyordu.
Kamp egemen İngiliz Üsleri’ne bağlıydı ve Londra’nın Makarios’u reddetme lüksü olamazdı.
**
İngilizler Makarios’u reddedememiş, geniş güvenlik önlemleri altında Paramal Kampı’na girmişti.
Kamp sakinleri Makarios’un zırhlı aracına saldırınca, araç kampı terk etmek zorunda kalmıştı.
Makarios’u, TMT’yi, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 1963’ten sonra ‘yarıbuçuk’ bir devlet olduğunu bilecek, anlayacak yaşta değildim kuşkusuz…
İngiliz askerinin adada ne işi olduğunu, Paramal’ın neden onlara ait olduğunu da ancak yıllar sonra öğrenebilecektim.
Aslında 6 yaşımda ‘tarih’e tanıklık etmekteydim ben de…
Makarios’un aracı taş yağmuruna tutulurken, kulağımda yankılanıp duran o merminin sözleri daha da ürkütücü hale geliyormuş meğer…
Haklıydı mermi…
Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Paramal’ın ortasından geçen anayolda slogan atıyorduk hergün:
“Kuzeye… Kuzeye…”
(SÜRECEK)