Küllerimizden Doğmak; Fizyoterapi ve Kadına Yönelik Şiddet
Son yıllarda Kıbrıs’ın kuzeyinde yükselmeye başlayan feminizm ataerkil sistem tarafından TABİ Kİ bastırılmaya ve toplum gözünde küçük düşürülmeye çalışılıyor
Münevver Özakalın
“… Kadına yönelik şiddet bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik bir ayrımcılık biçimidir ve ister kamuda ister özel alanda meydana gelsin, kadınlara fiziksel, cinsel, psikolojik ya da ekonomik zarar veya ıstırap veren veya verebilecek olan toplumsal cinsiyete dayalı her türlü eylem ve bu eylemlerle tehdit etme, zorlama veya keyfi olarak özgürlükten yoksun bırakma anlamına gelmektedir. Sözleşmedeki “kadınlar” sözcüğü, 18 yaşın altındaki çocukları da kapsamaktadır.” [1]
Ataerkil sistem canhıraş televizyonlardan, gazetelerden, siyasi ağızlardan, sokaktaki bakışlardan, sosyal medyadan bağırırken, kadın bedeni üzerinden sistemi besleyen yorumlar yaparak erkekliği yüceltip kadını da yüzyıllardır eril sistemin istekleri doğrultusunda şekillendirirken bize düşen en net duruş kendimizi bilmek, kendimizden emin olmak, dayanışmak ve sistemden hiçbir şey beklememek olmalı. Başka türüsünün zaten mümkün olmadığını, yasalarla, polislerle, birbirini besleyen sistemlerin dönüşmesinden medet umarak umudumuzu ertelemenin sadece vakit kaybı olduğunu görebilmek zor değil. “ Kültürel değerlerimiz çürürken” derken hep çuvaldızı “öteki” gördüğümüze batırmak kolay geliyor Kıbrıs’ın kuzeyinde. “ Aman gülüm bizden değil tabi ki yapan.” Dendiğinde Aşkın’ı düşünmeden edemiyorum. “ Hep zaten işsiz güçsüz insanların, sosyo-kültürel olarak düşük seviyeli insanların hayatları böyle olur, onlardır zaten bunları yapanlar.” Denildiği zaman Nejla Mağaracı’yı düşünmeden edemiyorum. Daha niceleri en güvenli alanları olan evlerinde gerek fiziksel, gerek psikolojik ve ekonomik şiddete maruz kalıyor, kalıyoruz. Hem de belki de evrende en sevdikleri kişi tarafından. Daha niceleri arkadaşları ile geçirdiği çok güzel bir meyhane gecesinden sonra arabasına ya yalnız yürümeye korkuyor ya da yalnız yürüyorsa da hızlı adımlarla etrafını tedirgin gözlerle kolaçan etmeye çalışarak ve arabaya biner binmez de kapısını hemen kilitleyerek yaşıyor şiddeti.
Son yıllarda Kıbrıs’ın kuzeyinde yükselmeye başlayan feminizm ataerkil sistem tarafından TABİ Kİ bastırılmaya ve toplum gözünde küçük düşürülmeye çalışılıyor. ( Bkz. Meclis kürsüsünden kağıttan top yapıp atan erkek vekiller, herhangi bir Kıbrıs Sorunu görüşmesi, hep ekmek! Aman pardon hep erkek.) Bu bağlamda yıllardır aktivizm yapmaya çalışan bir feminist olarak nihayet 15 yıldır çok severek yaptığım fizyoterapistliğin de feminist aktivizme entegre edilebileceğini keşfetmem ve bununla beraber de hakikaten bire bir şiddetin her türüne maruz kalan kadınlarla dayanışacak bir yol bulmam benim için tarifi zor bir his.
“ Bize birbirimizden başka kimsenin yardım etmeyeceğini, eğer elimizi uzatmazsak hiçbir elin bizi kurtaramayacağını biliyoruz. Uzattığınız el de boş tıpkı benimki gibi, hiçbir şeyiniz yok. Hiçbir şeye sahip değilsiniz, hiçbir şey sizin malınız değil. Özgürsünüz. Sahip olduğunuz tek şey ne olduğunuz ve ne verdiğinizdir.” [2]
Her yıl 8 Eylül’de Dünya Fizyoterapi Günü yeni bir tema ile kutlanmaktadır.WCPT ( World Confederation of Physical Therapy- Dünya Fizyoterapistler Konfederasyonu), bu yılın temasını “Fiziksel Aktivite ve Mental Sağlık” olarak belirlemiştir. Özellikle mental sağlığın hastalıklarla her koşulda ters orantılı ilerlediği vurgulanmıştır. Mesela, kronik boyun ağrısı olan bir hastaların %67’sinde depresyon belirtileri görülür ve buna paralel olarak kaygı bozukluğu olan hastaların %57’sinde omurga sorunları görülmektedir gibi verilerden yola çıkarak fizyoterapinin mental sağlık alanında da önemli bir yeri olduğu vurgulanmıştır.
“Kadınlara yönelik şiddet hareketlerinin zemininde yatan “ cinsiyet ayrımcılığı” sağlık hizmetlerinden yararlanmayı da etkilediğinden sağlık kavramı içinde incelenmesi gereken bir konudur. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) de şiddeti “kadın sağlığı sorunları” arasında saymaktadır. [3]
Heiss ekolojik modeline göre tüm sağlık çalışanlarının Kadına Yönelik Şiddetin Rehabilitasyon’unda bire bir rolü vardır;
- Birincil Koruma; Şiddetin ortaya çıkmadan önlenmesini hedefler
- Bireysel (kadınlara ve erkeklere eğitim verilmesi),
- Kişiler arası (iletişim becerileri, duyarlılığın arttırılması, sosyal destek ağının geliştirilmesi)
- Toplumsal (basın, kampanyalar, örgütlenme) ve sosyal politika (sosyal, ekonomik ve kültürel önlemlerin devlet politikalarına yansıtılması) düzeylerinde yapılabilecekleri işaret etmektedir.
- İkincil koruma; Şiddet mağduru olmuş kadınların tanınması, sağlık sorunlarının çözümü, güvenliklerinin sağlanması ve gereksinimlerinin karşılanmasını kapsamaktadır.
- Üçüncül koruma; Rehabilitasyon ve uzun süreli koruma aşamasıdır. Bu aşama mağdur ve ailesine danışma hizmetleri, kalacak yer temini ve iş, sağlık gibi sosyal hizmetleri içermektedir.
Bu multidisipliner sağlık modelinin içinde fizyoterapinin ne işi var diye merak edebilirsiniz elbette! İnanın ben de yıllardır aradım ve nihayet buldum! :) Özellikle birincil ve ikincil koruma aşamalarında fiziksel ve mental rehabilitasyonun parçalarını psikologlar, sosyal hizmetler uzmanları ve ilgili diğer sağlık profesyonelleri ile beraber yürütmektedir.
İsveç’te 1996 yılından beri uygulanan Temel Vücut Farkındalık Terapisi (Basic Body AwarenessTherapy -BBAT) yöntemini uygulamaya çalışıyorum. Bu terapi ile şiddetin her türüne maruz kalmış kadınların “kendilerinden” uzaklaşmalarının engellenmesi en belirgin hedeftir. Kişinin iyi olma durumunu arttırmayı ve bireyi güçlendirmeyi hedefler. Bu “güçlenme” sadece kas kuvvetinde gelişen bir artış degil elbette, psikolojik, sözel veya fiziksel şiddet görmüş kadınlar bedenlerine yabancılaşmaya başlarlar. Vücut imajını farklı algılamaya veya tamamen kopmaya başlarlar. Mesela, Ağır Yaşamlar diye bir televizyon programı var. Programda aşırı kilolu olan kişilerin kilo vermeleri sağlanmaya çalışılır. Çoğu katılımcıya neden bu kadar kilo aldıkları sorulduğunda geçmişte yaşadıkları bir fiziksel, psikolojik veya sözel şiddet, taciz öyküsü olduğu ve şiddetten korunmak için oldukları hallerinden farklı bir vücut imajına bürünmek istediklerini ifade ediyorlar. Böyle durumlara ek olarak kişinin kendinden uzaklaşması, vücudu ile zihninin senkronunun zedelenmesi en fazla karşılaşılan sağlık problemleri arasında.
Peki Vücut Farkındalık Terapisinde ne yapıyoruz?
Özellikle bireyin tekrardan vücudunun farkına varmasını, doğanın, evrenin bir parçası olduğunu fark etmesini sağlamak için bireysel ve grup terapileri şeklinde yapılan egzersizler serileriyle başlanıyor. Sonrasında bireyin duyguları ile bedeninin uyumu için olay örgüleri içinde verebileceği duygusal tepkilerin bedenindeki imgelenmesini üzerine yoğunlaşıyoruz. Mesela bunu yeni nesil ergenlerde de çok çalışabiliyoruz. Sosyal medya da yazışırken 10 tane kahkaha emojisi koyan birinin onları cep telefonunda yazarken yüz ifadesinde her hangi bir mutluluk ibaresi olmaması da vücut farkındalığı olmadığına dair bir işaret bizler için ki şimdiki nesil maalesef buna “coolluk” diyor ki ifadesiz, emoji olmadan kendini ifade edemeyen nesiller yetişiyor. (ki bu başka bir yazının konusu ama söylemeden geçemeyeceğim.)
Daha çokça başında olduğumuz BBAT’de benim içinde en önemli olan prensip aslında birbirimizden güçlenmeyi hedeflemek. Birbirimizin mutluluklarına, acılarına, başarı ve başarısızlıklarına ortak ve çözüm olmak. Yok çünkü birbirimizden başkası! Ve inanıyorum ki Evren yerinden oynar kadınlar birlik olsa!
Kaynakça:
Council Of Europe (2012)
Mülksüzler, Ursula Le Guin
World Health Organisation (2002)
Moonassi- Be (a) cause of you (2015)