1. YAZARLAR

  2. Dilek Karaaziz Şener

  3. Küllerinden yeniden doğmak!..
Dilek Karaaziz Şener

Dilek Karaaziz Şener

Küllerinden yeniden doğmak!..

A+A-

Bazen hayat, görünen ve görünmeyenin bulunduğu sessiz görüntülere düğümlenir. Hem görünür olmak hem de olmamak arasına sıkışıp kalır bedenler. Ruhun darmadağın hallerine eklenir tuhaf yalnızlıklar… İşte böyle zamanlarda görünenin içinde devinip dursanız da aklın ve ruhun dolaştığı alanlar arka sahnelerdir. Yani kulisler… Kapalı kapılar ardındaki boş odanın merkezine yerleşmiş bir aynada yüzleşmeler… Aynayı çeviren parlak ampullerin ışığında kamaşır gözler… Yine de aklın şuuruyla yitirilmez benlikler… Gözlere yansır gerçekler. Aynaya baktığında görünen bir çift kanlı gözde yaşanır kömür karası yaşamların gerçeklikleri… Hani der ya ressam: gerçeklik koca bir yalan, diye. İşte o an düşer içinize boşluk ve oradan yaşamın ucuna dokunan cümleler… 

Gördüğünüzle yetinmeli misiniz?
İçine çekildiğiniz öykünün hangi noktasında ağlamalı, hangi noktasında katılana kadar gülmelisiniz?
Dildeki sözün ruhunu serbest bıraksanız gözünüze yansıyan, gördüğünüzle yetinmeyen, düşündüğünüzü dile getiren hangi ruh karşılar sizi? 

Çöl Güncesi’ni bilir misiniz?
Peki, sanrı sanıp da hiç çölün ortasında gerçek bedenlere tosladınız mı?
Bilinmeyenden gelip, yine bilinmeyene giden bu sessiz bedenler, neler fısıldadı kulağınıza geçip giderken?
Ve nihayet bir cevap: Boşlukta kaybolan çığlıklarını arayan bedenlerin öyküsünü anlatmak istiyor tüm bu sorular.

Yalnızlığın/kayboluşun içinden çıkan yaban/cı/nın bilinmeyende bekleyen sürprizlerinin uğultusunu taşıyor tüm renkler.
Acının yaktığı yaşamlarını “Anka Kuşu” gibi kendi küllerinden yeniden doğuran insanların çığlığı var resimlerin her santimetre karesinde.
UMUT’un simgesi olan “kuş” kan kardeşliğine götürüyor sanatçı ve temasını.
Zulme uğramış halkların/hakların yeniden doğacağını “UMUT” ederek yanması gerektiğini açıklıyor. Gönülden kurulan bu bağın adı “KARDEŞLİK”.
Gözünün gördükleri, hayatının yaşadıkları ile bir kan kardeşliği.
Sanatçı ve temanın bir çöl güncesinde kesişen yollarının renge düşen siluetlerini kelimelere sığdırmak için mi yazı(yorum)/yazdım?
Daha doğrusu “kan kardeşliğinin” çöl fırtınalarında buluşan yollarını görüp de böylesi bir kesişmenin içindeki anlamları ima etmek için mi, ben de kalemle kan kardeşliği yaptım?

En acılı zamanlar düştüğünde içime, sanata sığınmayı ve onun limanında demirlemeyi hep sevdim.  Bir sanatçının resimleri ısrarlı figür tavrının dışında farklı anlamlar taşır.
Bana/izleyiciye, yüzlerinin çizgilerine gömülen yaşanmışlığa ortak olabilmek, duyumsamak, geçmişle ve bugünle hesaplaşmak, “BARIŞ”ın anlamını sorgulamak, özgürlüğün meşalesini boşluğun sarmaladığı yüzlerde ve bedenlerde renkle yeniden yakmak ve “İNANÇ”ın içine girip dolaşabilmek için kapıları sonuna kadar açıyor.
Yaşadığı iç çatışmaların verdiği gerginliği yüzeye kusarken bununla yetinmeyip, hacmin dayanılmaz davet edişiyle kütlenin de sınırlarını zorlayarak heykelin üç boyutlu dünyasına yaşamdan/yaşamından izleri taşır.
İster resim olsun ister heykel, sanatın iki farklı disiplininde insana ve yaşama dair duyarlılığın kapılarını açar sonuna kadar.

Çölün gizemli bir görünümü olduğuna inanırım.
Nereden başladığı ve nerede bittiği belli olamayan sonsuz boşluk.
Tek başınalığınıza sizi daha da inandıran sanrılarla yüklü alabildiğine uzayıp giden görüntünün ortasında noktasınız.
Gizemli güçlerle doldurulmuş bir doğa görünümü.
Bu gizemli güçleri sanatla özel bir ayine davet eder sanatçı.
Çöl Güncesi’nin her sayfasına kendi yaşamını satır satır ekleyen karanlık etkilerle yoğrulmuş insanlar.
Korku, nefret, kin ve yalnızlığın daha da sevgiye, inanca, yaşama, bağladığı sessiz çığlıkların çehreleri.
Yazgıları gittikçe kötümserleşse de Umut’u bekleyen insanlar…
Hem acı hem de umutla yoğrulmuş çığlıklara karışan sanatsal dilin renkleri, doku arayışları boşluğu sarmalayan kütlenin sessiz duruşları…
Sanatın diller üstü gücünün yazgılarına çığlıklarla yol göstermesi…
Yaşamdan bir kesit çünkü yüzeye düşen her biçim, kütleye oyulan her çizgi.

Varın gerisini siz hayal edin!

Onların hepsi Simurg'muş.
Şaşkınlık ve yok oluşu da yaşadıktan sonra bile uçmayı sürdürerek, kendi küllerimiz üzerinden yeniden doğabilmek için, kendimizi yakmadıkça, her birimiz birer Simurg olmayı göze almadıkça, bataklığımızda, tüneklerimizde ve kafeslerimizde yaşamaktan kurtulamayacağız.

Şimdi kendi gökyüzünüzde uçmak zamanıdır...

Simurg’un varlığını bilerek, korkusuzca uçabilirsiniz gökyüzüne…

Bu haftalık da benden bu kadar!

Bu yazı toplam 3879 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar