1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. “Kulluk zihniyeti yerine kalıcı, ilkeli bir ilişki”
“Kulluk zihniyeti yerine kalıcı, ilkeli bir ilişki”

“Kulluk zihniyeti yerine kalıcı, ilkeli bir ilişki”

Sosyolog, Siyasal Bilimler Uzmanı Hakan Gündüz, Türkiye ile kalıcı, ilkeli bir ilişki tesis edilmesinin önemine vurgu yaptı.

A+A-

Ödül Aşık ÜLKER

Sosyolog, Siyasal Bilimler Uzmanı Hakan Gündüz, Türkiye ile kalıcı, ilkeli bir ilişki tesis edilmesinin önemine vurgu yaptı.

“‘Koltuk için kulluk’ yapacağımıza sürece rasyonel bir şekilde katılmalıydık” diyen Gündüz, “Bugün Fuat Oktay ve ekibi burada etkili. Ancak yarın bir başka ekip devralabilir. Biz gelene göre kulluk zihniyeti yerine kalıcı ilkeli bir ilişki tesis etmeliydik, edemedik” dedi.

Gündüz, Kıbrıs’ın kuzeyinde olup bitenlerden Türkiye’nin devlet olarak büyük zarar gördüğünü belirterek, “Kuzey Kıbrıs toprağında, 100 bin Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olan Kıbrıslı Türk vardır. Bu vatandaşlıklar Türkiye’nin bu coğrafyadaki uluslararası yasallığının garantisidir, başından beri buradaki varlık nedenidir. Bunun altını çizerek, buranın heder olmasından ve fukaralaşmasından başta Türkiye’nin zarar göreceği açıktır” diye konuştu.

Ülkede ekonomik ve siyasal yapıyı “felaket” diye nitelendiren Gündüz, bunların büyük bir çözülmeyi beraberinde getireceğini kaydetti.

Hakan Gündüz, “Komayı yaşıyoruz ama sonuçta toplumun bugünlerde sessiz olması, uyanışın yavaş yavaş olmadığı anlamına gelmez. Bu tür durumlarda enerji birikir ve hiç beklemediğiniz bir anda büyük, yıkıcı bir tepki gelir. Toplum buna gebedir” diye konuştu.

 

“Toplumun her zerresine nüfuz etmiş bu kaos hali, savaş halinde yaşanır mı?”

Soru: Ekonomik kriz, zamlar, alım gücünün sürekli düşmesi, en temel ihtiyaçlarımıza bile ulaşmakta sıkıntı yaşama, hatta ulaşamama gibi bir ortam var. Bunlar ne tür toplumsal risklere gebedir?

Gündüz: Sosyolog olarak baktığımda, “şu anda toplumun her zerresine kadar nüfuz etmiş bu kaos hali, cankaybı dışında, savaş halinde yaşanır mı?” diye soruyorum. Kıbrıs Türkü’nün verdiği savaşta bir amaç, bir direniş mücadelesi vardı. Hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, Kıbrıs Türkü o sıkıntıları bir amaç doğrultusunda çekti.

Bugüne geldiğimizde, süregelen bir çöküş ve çözülme var. Bunun temel nedeni, 50 yılda oluşturmaya çalıştığımız ama başaramadığımız düzenin temel değerinde olan sakatlıktır. Göç ettik ve yeni bir düzen yaratma iddiasında bulunduk. Ancak temeli medeniyet, adalet, hukuk, demokrasi yerine “ganimet, yağma ve yandaşı olma” üzerine kurduk. 50 yıllık sürede toplumun merkezinde hep bu oldu ve bugün hala etkisini devam ettiriyor.

Üretimi ortadan kaldırdık yerine yağmayı devleti yani birbirimizi sömürmeyi koyduk. Bu yüzden kamu maaliyesi canavarlaştı ve artık altından kalkılamayacak boyutlara ulaştı.

İkincisi Türkiye’ye bağımlı olma halini yarattık… “Türkiye bu bağımlılığı planladı, Ambargolar vardı mecbur kaldık” vs diyoruz.. Hayır toplumun geneli olarak biz “Türkiye’ye bağımlı olmayı tercih ettik”. Türkiye de bir şekilde bunu sağladı.

 

“Kuzeydeki Rum varlıklarını da Türkiye’den gelen kaynakları da yağmalamayı tercih ettik”

Özal gibi zihniyetler, “Mesele çıkarmasınlar, parayı verin. Zaten bunlar Ankara’da Bahçelievler’in nüfusu kadardır, bunlar kalkar ürettiğini satamaz, bağırır, çağırır, uluslararası arenada sıkıntı yaşamayalım” demişti. Bunlar yaşandı, inkâr edilemez. Belki bu, Kıbrıs Türkü’nün bu coğrafyada kapalı oluşunun bir bedeliydi. Bu bedeli sadece biz, Kıbrıs Türkü değil, Türkiye de kabul etti, “Kıbrıs’ta büyük çıkarlarımız var, bu parayı vermemiz sıkıntı değil” dediler. Ancak bu ülkenin geleceği bizimdi. Gelen parayı da politikayı belirleyip ülkeyi geleceğe taşımalıydık. Yapamadık. Kuzeydeki Rum varlıklarını da Türkiye’den gelen kaynakları da yağmalamayı tercih ettik.

Recep Tayyip Erdoğan’ın gelişi ise süreci farklı bir noktaya evirdi. Bakıldığında yağma düzeni çok netti. Erdoğan ve ekibi de “Benim vergilerimle Kıbrıs’taki halkın benim toplumumdan daha rahat ve refah içinde yaşaması söz konusu değil. Türkiye’de ne olursa Kıbrıs’ta o olacak” mantığıyla, Türkiye’den akan maddi kaynak yıllar içinde kısılarak, buradaki yaşam standardı tedrici olarak düştü. Tıkanmış finansal sistemin üstüne, Türkiye’deki ekonomik ve siyasal sistemin sıkıya girmesiyle, buraya gelen kaynaklarda protokollere bağlandı. Biz de altına attığımız imzaların arkasında durmadık.


“Kaotik, sapkın durumları artarak göreceğiz”

Ve bugünkü durum. Bugün 4.5 milyar TL’lik protokolün 1 milyar TL’si askerin ihtiyaçlarıyla, kalan 3.5 milyar TL’nin çoğu da burada devam eden projelerle ilgilidir. Yani cari açık, üretim, tıkanan sistem ya da TL kullanımından dolayı bütçenin aldığı fazladan yükten kaynaklanan tahribat için kaynak aktarılmıyor. Türkiye yönetimi de haklı, hazine boş, beslenmesi gereken Suriyeli, Afgan mülteciler var, bazen 30 milyar dolar bazen 50 milyar dolar denen harcamaları var.

Tüm bunların ışığında felaket durumda olan ekonomik ve siyasal yapı var ülkemizde. Bütün bunlar, uzun vadede beklediğimiz büyük bir çözülmeyi şimdilerde beraberinde getirecek.  Her türlü kaotik, sapkın durumları da artarak göreceğiz, ne yazık ki.

 

“Zihinsel tembellikle ve sorumsuzlukla 50 yıl geçirdik”

Soru: Bir dönem sadece sosyal medya üzerinden tepki verildi. Ardından, kısa bir dönem önce eylemler oldu, sesler yükseldi, hareketlilik yaşandı. Toplumda yeniden bir uyanma olduğu algısı oldu. Şimdiden yine sessizlik hakim... Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gündüz: Ben buna, “toplumsal koma durumu” diyorum. Bu, sistemin başında bizim değer olarak ortaya koyduğumuz “yandaş olma”, “çıkarına göre hareket etme” anlayışıdır. Bu, bıçak kemiğe dayanmadan tepki göstermemeye yol açan bir anlayıştır. Kişi ne olursa olsun seçtiği kişiye güveniyor, “günümü kurtarabilirim zaten gücüm buna yeter” mentalitesine göre davranıyor. Toplum yaşamının idari sorumluluğunu başkasına devrediyor, devrederken de “Nasıl olsa işimi yapacak, üretsem, uğraşsam ne olacak? Çocuğumu kurtarayım, ben günümü kurtarayım. Hafta sonu mangalı yakayım. Zaten Türkiye ne derse o olur” diyor. Bu zihinsel tembellikle ve sorumsuzlukla 50 yıl geçirdik.

Daha önceki kuşakların, en azından eğitim anlamında önemli bir altyapısı vardı. Yüksek tahsillerini yaptıklarında önemli anlamda donanımla gelmişlerdi. Onun için bu kadar vahamet yoktu. Ama son iki kuşağa baktığımızda, eğitim sisteminden ve sosyal medya bağımlılığından kaynaklanan, gözü kapalı olma ve gözü ekrana bakma durumu var. Bu noktada komayı yaşıyoruz ama sonuçta toplumun bugünlerde sessiz olması, uyanışın yavaş yavaş olmadığı anlamına gelmez. Bu tür durumlarda enerji birikir ve hiç beklemediğiniz bir anda büyük, yıkıcı bir tepki gelir. Toplum buna gebedir.

Bugünlerdeki tepkisizliğin bir nedeni de, toplumun tepki gösterecek merci bulamamasıdır. Bir hükümet garabeti yaşıyoruz. Sahnede tepki gösterecek birilerinin olduğu netleşince, mutlaka tepkiler gelecektir. Çünkü hangi düşüncede olursa olsun, herkesin mutfağı yanıyor, herkesin çocuğunun geleceği yanıyor, birikimleri gidiyor. Şirketler batacak, muhtemelen memur maaş alamayacak, 13’üncü maaşı kesin alamayacak, hayat pahalılığı artışını alamayacak. O zaman işin rengi değişecek, sesler yükselecek.

 

“UBP çok istikrarlı"

Soru: İstikrar iddiasıyla gelen bir UBP var…

Gündüz: Çok istikrarlı aslında... İlk günden itibaren garabet, vahamet üzerinden bir istikrar var.

 

“Prensiplerden, ilkelerden bahseden tuhaflar var”

Soru: Türkiye ile protokol imzalandı ama hala bunun içeriğini gören yok. UBP içinde kaynama devam ediyor, birbirini yalanlama, birbirine karşı açıklamalar…

Gündüz: Toplumun tepki göstermeme nedenlerinden biri de bu, toplum bu yapıdan bir şey beklemiyor. “Ben buna tepki göstersem ne olur ki” diyor. Sabah “istifa söz konusu değil” deyip akşamüstü istifa eden bir yapı var. Sabah “bakan değişimi söz konusu değil” deyip, akşam üstü bakanı görevden alma var. “Daha sabah konuştum herşey yolundaydı şimdi bizimle hükümet kurmazlar” deyip prensiplerden, ilkelerden bahseden tuhaflar var. İki kelimelik anayasa maddesini anlayıp yorumlayamayan ve korumakla yükümlü olduğu anayasayı çapıt eden tepedekiler var. Dava ile uğraşmayı değer bulmadığımdan isim vermedim… Bu durumda halka da hak vermek lazım… Sokağa çıktık, yürüdük, yürümeyenler “yürüdünüz de ne oldu?” “bunlara mı tepki gösterdiniz?” dedi. Bunu söyleyenler haksız mı? Tepki gösterilen yerin değeri de sizin tepkinizin değerini belirliyor sonuçta.

 

“Siyaseten facia, ahlaken garabet”

Soru: Hükümetin istifa sürecinde yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gündüz: Siyaseten facia, ahlaken garabet. Anayasal bir gerçek var, “Başbakanın teklifiyle bakan değiştirilir”… Cumhurbaşkanı sadece imzalar, imzalamama durumu yok. İmzalamadığı her an anayasayı çiğniyor demektir. Ersin Tatar, anayasanın kendine böyle bir yetki vermediğinin ya  farkında değil, ya da ekip olarak ilgili maddeyi anlayamamışlar.

Diğer taraftan Faiz Sucuoğlu da sürecin sahibi olduğunu bir türlü farkedemedi. Tek yetki onda olmasına rağmen gitti istifa mektubu da verdi. İmzalamadığı her an Tatar’ın aleyhine işleyen bir zaman dilimi olacaktı. Burada bir acizlik, bir bilmezlik söz konusu…

Bu durumda süreçte iki ihtimal var, ya anayasayı okumayı bilmiyorlar ya da anayasal devleti bilerek ve isteyerek askıya alıyorlar. Aslında devletin özüne dinamit koyuyorlar. Bir devleti devlet yapan anayasasıdır. Her şey orada yazar, oradaki düzenlemeler çok nettir. Anayasa “imzala” derken “imzalamam” diyemezsiniz. Kendini anayasanın, devletin, toplum iradesinin üstüne çıkarıp aksini yapamazsın, ya da  çok savunduğu devlete ihanet etmiş olursun. O zaman siyasal kaos, ne olduğu belli olmayan bir yapı ortaya çıkar. Topluma verilen mesaj “cumhurbaşkanı veya hükümet anayasayı çiğnerse, yönetilen de tüm yasaları çiğneyebilir” olur ve hukuk düzen, siyasal yapı, devlet düzeni kalmaz.

meclis-25-nisan-2022-3.jpg

“Hepsi bomba gibi patladı, saçıldı”

Soru: Çok uyumlu olduklarını söylediği ortaklar UBP’ye 100 gün için bir muhtıra verdi ve sonrasında DP ve YDP güvenoyu vermeyeceklerini, hükümetten çekildiklerini açıkladı. Bu yaşananları nasıl yorumluyorsunuz?

Gündüz: İstifasının onaylandığı gün Sucuoğlu çıkıp “ortaklarım uygun görürse yarın kabineyi vereceğiz” dedi. Ortaklardan birinin iki, birini üç milletvekili varken bu beş milletvekili 100 günlük bir muhtıra veriyor. Bu muhtıranın gücü nereden geliyor? “Hükümete girmeyecekler çünkü Türkiye’den danışmanlar geldi”, “hükümete girmeyecekler çünkü gece geç saatlerde elçiliğe çağrıldılar” söylentilerinin ışığında bu muhtıra ortaya çıkıyor. Sucuoğlu uyanmıyor bir türlü. Üstelik partisine hakim değilken UBP’deki yapıların buna razı gelmeyeceğini hiç görmüyor. Siyasal analiz şunu söyler, “demek ki Fikri Ataoğlu ve Erhan Arıklı bu muhtıradakileri bir yerlere taahhüt etti. Sonra bunları Faiz Sucuoğlu’na verdiler”.  Ama verilen taahhüt de işe yaramadı. O beceriksizlikte muhtıranın işe yaramayacağını görememek... Razı ettiklerini düşündükleri gücü razı edememişler demek ki. Hepsi bomba gibi patladı, saçıldı.


“Bu sistemle girilecek her seçim benzer sonuca varacaktır”

Soru: Partilerden gelen son açıklamalara baktığınızda bundan sonra sizce nasıl gelişmeler olacak? UBPsiz hükümet, erken seçim gibi açıklamalar var…

Gündüz: Bu seçim sisteminin, geçen mecliste olduğu gibi bu meclisi de ölü doğurduğunu daha seçim gecesi belirttik. Dörtlü hükümet Seçim Yasası’nı değişip seçime gitmeliydi. Onlar da sonuç vermeyecek ve vermeyende bir ısrar içinde girmiş ve seçim sistemini değiştirmemiş, meclisi yenileme fırsatını kollamamışlardı. Sanırım kimsenin işine gelmemiş olacak ki bu sistemle seçime gidildi. Sıkıntının temeli burasıdır. Erken de olsa bu sistemle girilecek her seçim benzer sonuca varacaktır.

 

“Ne olacağını tahmin etmek zor”

Cumhurbaşkanı Tatar’ın anlam veremediğimiz davranışlarına sahne olmuş bir haftadayız. Yarın çağırıp, “Türkiye falanı çok ister, ona vereyim. Hem ben de aramı düzeltirim” de diyebilir. Kadrolu hizipçiler zaten sahnede, onların telkinleri ile de türlü gariplikler izleyebiliriz. UBP bu hafta ciddi bir içte çatlama yaşadı. Belki bu olmasa, geniş tabanlı bir mutabakat hükümeti olabilir ve seçim takvimi yapılabilirdi. Ancak şimdi kimse UBP'nin kaç parça olduğunu göremiyor. Bu da UBP ile koalisyonu riskli kılıyor. Ne olacağını tahmin etmek zor....

“Toplumun kendine güveni yok”

Soru: Bu ortamda toplum siyasilere nasıl güvenecek?

Gündüz: Güvenmeyecek. Toplumun zaten kendine güveni yok. Siyasal anlamda sorumluluk almak istemiyor, “oy verdik, tamamdır” duruşu aslında bizim de çok işimize geliyor. “Maaşı aldım”, “günü kurtardım”, “çocuğu geçici işe aldırdım”, “arsayı 50 yıllığına kiraladım” ya da “bekleriz, sonuçta adamımızı seçtik, birşeyler açılınca isteyeceğiz” yaklaşımı var. Demokratik bir toplum değiliz, hep idare edildik. Padişah idare etti, sonra kraliçe idare etti. Sonra da padişah gibi tek adamlar, biz onları sevdik.

 

“Kalıcı, ilkeli bir ilişki tesis etmeliydik, edemedik”

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra olanları yaşıyoruz. Onlarca kez yorumladık. Bugün yaşanıyor olanlar da ortada. Süreç daha doğru yönetilebilir. “Koltuk için kulluk” yapacağımıza sürece rasyonel bir şekilde katılmalıydık. AKP yönetiminde de bir kesim bu kaotik ortamı tercih ediyor olabilir. Ama AKP içinde onlarca fraksiyonu barındıran bir yapı. Bugün Fuat Oktay ve ekibi burada etkili. Ancak yarın bir başka ekip devralabilir. Biz gelene göre kulluk zihniyeti yerine kalıcı, ilkeli bir ilişki tesis etmeliydik, edemedik. Nedenlerini az önce sıraladık uzun uzun.

 

“Türkiye, devlet olarak burada olup bitenden büyük zarar görüyor”

Türkiye, devlet olarak burada olup bitenden büyük zarar görüyor. Tarih boyu bu coğrafyanın değeri nedeniyle büyük güçlerin eli, kolu, gözü burada oldu. Hep böyleydi. Türkiye yetkilileri de bunu biliyor. Gündemde diye örnek vereyim. Şener Levent’in, Tayyip Erdoğan’ın buradaki davasını onlarca basın yayın kuruluşu takip etti. Dünyanın en önde gelen basın organlarında yer aldı. Olup biten her şey izlenirken yarattığımız bu skandallar mı izlenmeyecek. Buradaki kaosun Türkiye’ye nasıl bir zarar vereceğinin kimse farkında değil mi? Kıbrıs bütün dünyanın gözünün üstünde olduğu bir yerdir. Kıbrıs, AB’nin kendi toprağı olduğunu iddia ettiği, bizim de kendi toprağımız olduğunu iddia ettiğimiz ve bütün dünyanın da gözünün üstünde olduğu bir yerdir.

Kimileri “Kıbrıslı Türkler dünyanın umurunda değil” diyor, Kıbrıs Türkleri umurlarında olmayabilir ama Kuzey Kıbrıs toprağı herkesin umurunda. Ekonomik krizde arazi fiyatları katlandı. Tümünün yabancılar tarafınan alındığını duyuyoruz? “Bu ne diye?” Kıbrıs’ta Türkiye’de kim bunun analizini yaptı?

“Bizim istihbaratımızın herşeyden haberi var”, tamam o zaman teslim mi ediyoruz ki çıt çıkmıyor. Kuzey Kıbrıs toprağında, 100 bin Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşı olan Kıbrıslı Türk vardır. Bu vatandaşlıklar Türkiye’nin bu coğrafyadaki uluslararası yasallığının garantisidir, başından beri buradaki varlık nedenidir. Bunun altını çizerek buranın heder olmasından ve fukaralaşmasından başta Türkiye’nin zarar göreceği açıktır. Kıbrıslı Müslümanlar, ki sonradan Kıbrıs Türkü dendi, 1571 fethinden sonra Osmanlı olmanın zenginliği ile yüzlerce yıl Rum toplumundan da, Anadolu toplumunun genelinden de, Mısır’dan Hatay’a tüm toplumlardan da her zaman daha rahat yaşamışken, standart olarak şimdi Rum’un ayakları altına girmiştir. Rumlar benim nenemin dedemin arazilerinde işçi olarak çalışırken, şimdi bizim çocuklarımız Güney’de işçilik yapıyor ve Cumhurbaşkanı’ndan fazla gelir elde ediyor.


“Kulluk eden dalkavuklar bu gerçekleri söyleyemez”

Kulluk eden dalkavuklar bu gerçekleri söyleyemez. Yürekleri yetmez. Takke düşersa kel görünür, işlerine gelmez.. Türkiye’deki ekipler bunları dinlemekten vazgeçmeli. Zaten sadece yanlış yönlendirme yapıyorlar. Sonuç ortada, fakirleşen ve Rum’a göre rezil olan bir yaşam standartı ve yerle bir olan bir devlet düzeni…

yd-destek-gorseli-412.jpg

Bu haber toplam 3655 defa okunmuştur