Kültür Mirasımız Allaha Emanet…
Kültür Mirasımız Allaha Emanet…
Tuncer Bağışkan
Sağlık nedenleriyle bir süreliğine yazı yazmaya ara verdiğimden köşem boş kalmıştı. Köşemde yazı yazmaya başlamamın bir nedeni, kültürel varlıklarımızın tarihi geçmişlerinin geniş kitlelere ulaşmasına katkı sağlamak içindi. Bu nedenle 2012 yılından itibaren yayınlanan yazılarımda eski eserlere eleştirisel olarak değil, tarihi geçmişlerini ön plana çıkartmaya ayrı bir özen gösterdim. Böylece “Geçmişe Yolculuk” adını alan köşem de bu çerçevede şekillenmiş oldu.
Ancak son yıllarda devletin ilgili kurumlarının icraatları karşısında kültürel varlıklarımıza yöneltilen saldırılara dikkat çekmek için köşemi bu doğrultuda yeniden şekillendirmem gerekti. Tarihi manastırlar ile kiliselerin ağıl olarak kullanılmalarına sessiz kalınması olacak şey midir? Ya Kıbrıs’taki anıtsal yapıların korunma alanlarına eski eserlerin korunup kollanmasından birinci derecede sorumlu olan kurumlar tarafından inşaat yapılması? Ya Mağusa’nın Osmanlı dönemine ait ahşap deniz kapısı ile küçük Venedik aslanının yerlerinden alınarak 15 yıl süreyle Eski Eserler ve Müzeler Dairesi depolarında kaderlerine terk edilmelerine ne demeli? Ya bir zamanlar müze olarak ziyarete açık bulundurulan Girne’deki Greko-Romen mezarı müzesi ile Latomya Güzel Sanatlar Müzesi’nin ardından, Lefkoşa’daki eski “Viktorya İslam İnas Sanayi Mektebi’ne, İkinci Sultan Mahmut Kütüphanesi’ne, Haydarpaşa Camisi’ne kilit vurulmasına? Ya da Kuzey Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşa’da hala daha merkezi bir arkeoloji müzesinin bile bulunmamasına? Bu nedenle ‘Geçmişe Yolculuk’ köşemizde artık bu konulara da zaman zaman yer vermemiz gerekecektir. Bu arada geçmiş dönemlerde çalışkanlığıyla tanıdığım Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin yeni müdürünün, siyasiler tarafından erozyona uğratılıp yozlaştırılan bir kurumu yeniden yapılandırıp ‘kurumsal’ bir konuma getirmesi dileğinde olduğumu da belirtmiş olayım.
MAĞUSA DENİZ KAPISI VE KÜÇÜK ASLANININ HİKAYESİ
1999 yılına kadar, Venedikli askeri Mühendis Nicola Prioli’nın 1496 yılında yapmış olduğu deniz kapısında parmaklıklı ahşap bir kapı, onun önünde de biri büyük, diğeri ise küçük olan iki aslan vardı. Kapının denize taraf olanı demir iken, şehre bakanı ise ahşaptı. Bu ise Osmanlılar tarafından kapıya dahil edilmişti. Gerek deniz kapısının kulesi, gerek ahşap kapısı ve gerekse aslanları Mağusa’yı ziyaret eden yabancıların ilk ziyaret yerlerinden biriydi. Deniz kapısında bir kazının yapılmaya başlandığı 1999 yılında, bazı kısımları çürüyen ahşap kapının tamir edilmesi için Lefkoşa’daki Eski Eserler ve Müzeler Dairesi Müdürlüğü’nün marangoz atölyesine taşınmasına karar verildi. Kapının önünde duran aslan ise emniyete alınmak düşüncesiyle Otello kalesinin biletçi odasının yanındaki su deposunun yanına taşındı. Deniz kapısındaki kazı ile kapının restorasyonu yapılınca bunların yerlerine konması planlanmıştı. Gel zaman git zaman, Mağusa’nın küçük aslanı 2005 yılından sonra götürülüp Enkomi kazı evinin gerisindeki diğer inşaat taşlarının arasına atıldı. Ahşap kapı ise marangoz atölyesinin deposuna yerleştirildi. Aradan 15 yıl geçmiş olmasına karşın, kapı tamir edilmediğinden yerine takılmadı. Küçük aslanın varlığı bile unutuldu. Uzun yıllar Mağusalılar deniz kapısı ile küçük aslanı aramalarına karşın yerlerini saptayamamışlardı. Kimileri çalındıklarını söylerken, kimileri kapının şömine odunu olarak kullanıldığını, küçük aslanın ise yurtdışına kaçırıldığını söylüyordu… Sosyal medyada gelişen bu yöndeki spekülasyonları önlemek ve onların yerlerine geri getirilmesini sağlamak amacıyla bulundukları yerleri saptayıp Mağusalıları bilgilendirmem gerekti. Ancak Mağusalılar ne deniz kapısına kavuşabildiler, ne de küçük aslana… Ve bir dostum konuyla ilgili olarak sosyal medyada şu şekilde bir yakınmada bulundu: "Tuncer abi, Deniz Kapısı'nı tekrar gündem yaptığın için teşekkür ederim. Ben defalarca meclis kürsüsünden de dile getirdim, her çıktığım TV programında da söylüyorum, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’ne ziyaretler de yaptık. Nafile! Daha ne yapılır bilemiyorum." Evet ilgililere de sormamız gerekiyor, başka ne yapsın 15 yıldır kapıları ile aslanları gasp edilen Mağusalılar? Bunu da artık ilgililer yanıtlasın…
TARİHİ KİLİSE VE MANASTIRLARIN AĞIL OLARAK KULLANILMALARI
İsveç Büyük Elçiliği’nin 2009 yılından itibaren başlattığı “Dinler arası diyalog” ile “Güven artırıcı önlemler” çerçevesinde iki toplumun dini liderlerinin zaman zaman buluştukları bir ortamda, Bizantolog olan bir arkadaşımla Atlılar köyü yanındaki tarihi Avgashida Manastırı’nı 11 Haziran, 2014 tarihinde ziyaret etmiştim. Orada gördüğüm manzara tüyler ürperticiydi; tarihi manastır bir ağıl olarak kullanılıyordu. Çok uzun yıllar bu şekilde kullanıldığı ise yerdeki hayvan dışkılarından anlaşılıyordu. Oysa ki 60/1994 sayılı Eski Eserler Yasası’nın 15’inci maddesi açık ve netti: “Taşınmaz eski eserleri, korunma alanlarını, koruma veya sit alanlarını kirletmek …. ören yerlerinde ve/veya sit alanlarında hayvan otlatmak veya barındırmak yasaktır. Buna aykırı davrananlar suç işlemiş sayılırlar.” İlgili yasanın 50(4) maddesi ise, bu gibi suçlar için 2 yıla kadar hapis, iki yüz milyon Türk lirasına kadar para cezası veya her iki cezaya birden çarptırılabileceğini ön görmekteydi. O anda durumu yetkililere bildirip Eski Eserler ve Müzeler Dairesi tarafından önlem alınmasının sağlanmasını talep etmiştim. Ancak o gün bugündür tarihi manastırın hala daha ağıl olarak kullanıldığı bilgileri ediniyoruz. Bu arada Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin bir sanat tarihçisi de çıkıp “Ne yazık ki Avgashida 1974 öncesi de (Rumlar tarafından) ağıl olarak kullanıldı.” demesin mi? Görüyor musunuz, kültürel mirasın korunmasında bilinçlenmelerini sağlamak amacıyla çocuklarımız ile torunlarımızı ne gibi öğretmenlerin eline teslim ediyoruz? Vah ki ne vah… Eğer Rumlar gidip bizim HALA SULTAN TEKKESİ'Nİ ağıl olarak kullansalar, bu ve benzerlerinin 'gahbe Ruma' verip veriştirme momentini yakaladıklarından sevinçlerinden çılgına döneceklerinin garantisini verebilirim; çünkü misyonları bu... Her şeyi Rumların üzerine yıkıp ‘sütten çıkmış ak kaşık’ olmada uzmanlaştılar ki ne uzmanlaşma!!!
Ve Dipkarpaz’da turizme açık olan Aphendrika ören yerindeki tarihi Asomados kilisesinin bir ağıl olarak kullanıldığına ilişkin fotoğrafların sosyal medyada paylaşılması bardağı taşıran son damla oldu. Turizme açık olan tarihi Asomados kilisesinin içinde davar sürüsü vardı. Kilisenin kapıları ise tahtalarla kapatılmış, kilisenin içinde ise hayvan yemlikleri bulunmaktaydı. Bu kilise de 5.4.1979 tarihli Resmi Gazete’nin Ek. IV’ünde eski eser olarak ilan edilmesiyle Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin sorumluluğunda turizme açık bir sit alanı olarak kullanılmaya başlanmıştı. Hatta bu kilise ile çevresindeki diğer tarihi kiliseler Turizm Bakanlığı’nın tanıtım broşürlerinde bile yer alırken, “Dipkarpaz Milli Park Alanı” sınırları içinde de yer alıyordu. Bilgimize getirilen fotoğraf 15 Kasım, 2014 tarihinde çekilmişti, ancak yerdeki hayvan dışkıları çok daha önceden kullanıldığını ortaya koyuyordu. Böylece bu olayı da Facebook’ta paylaşarak önlem alınmasını talep ettik. Ve Kıbrıs gazetesi muhabiri Osman Kalfaoğlu’nun bu konudaki yazısı 22 Kasım, 2014 tarihinde yayınlandı. Kalfaoğlu bu konunun haberini hazırlarken Eski Eserler ve Müzeler Dairesi'nden konu hakkında yorum almak için herhangi bir yetkiliye ulaşamadığını yazıyordu. Dipkarpaz Belediye Başkanı Suphi Coşkun ise söz konusu kilisenin hayvan barınağı olarak kullanılmadığını iddia ederken, gerçekleri de şu şekilde ters yüz etme becerisi gösterdi: "Son iki gündür bölgeye belediyeden görevliler gitti ve iddia edildiği gibi bir duruma rastlanmadı. Bölgedeki koyunlar başıboş dolaşıyor. Tesadüf eseri kilisede bulundukları bir anda fotoğraflanmış olabilirler". Biz de yorumumuzu şu şekilde yapıyoruz: “Demek ki bu hayvanlar başıboş dolaşırlarken, tarihi ve turistik kilisenin kapılarını tahtalarla bir güzel bloke ettiler, ondan sonra da dönüp sırtlarında taşıdıkları yemliklerini de bir güzel kilisenin içine yerleştirdiler! Akıllı hayvanlar desenize; kendi işlerini kendileri görüyorlar!”
Şimdi ise gözlerimiz bu tarihi ve turistik kilisenin sahibi olan Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin orasını gidip kontrol ettikten sonra ne yapıp ne yapmayacağıdır. Dileğimiz bu konunun 60/1994 sayılı Eski Eserler Yasası çerçevesinde ele alınıp çözümlenmesi ve ağıla dönüştürülen tarihi binanın turizme kazandırılmasıdır.
TARİHİ BELAPAİS MANASTIRI
Belapais Manastırı’nın kuzeydoğu köşesine Eski Eserler ve Müzeler Dairesi tarafından bir arıtma tesisi yapılacağını ilkin değerli dostum avukat Boysan Boyra’dan öğrenmiştim. Duyduğum zaman da söylenilenlere inanmak istememiştim. Çünkü bizim 1975 yılında kurduğumuz kurum bu olamazdı. Bu inşaat yapılmaya başladığında oradaki Belapais Garden Hotel'in sahibleri olan Selim Yeşilpınar ile Erkan Yeşilpınar, inşaatı durdurmak için avukat Boysan Boyra’yı görevlendiriyorlar. Böylece bu inşaatı yapan ve/veya yapılmasına neden olan Eski Eserler ve Müzeler Dairesi, Girne Belediyesi, Turizm Bakanlığı, Çevre Bakanlığı, Savcılık ve Kybele Restoran aleyhine dava açılıyor. İlk etapta mahkemeden alınan ara emriyle başlatılan inşaat durduruluyor, ardından da ara emri duruşma sonuçlana kadar kesinleştiriliyor. Düşünebiliyor musunuz, eski eserleri korumakla görevli olan Eski Eserler ve Müzeler Dairesi, bir eski eserin korunma alanına tarihi manastırın görünümünü olumsuz yönde etkileyen ve/veya çökmesine neden olabilecek bir inşaat başlatıyor ve iki vatandaş da onu manastırı korumuyor diye mahkemeye veriyor. Böylece bu konunun gerçek olup olmadığını anlamak için inşaat alanı ile yakın çevresini ziyaret ediyorum. Yapılmak istenen inşaat manastırın korunma alanındaydı. Bu arada manastırdaki lokantaya ait büyük bir gaz tüpü ve büyük bir jeneratör dikkatimi çekiyor. Jenaratörün üst başındaki manastırın köşe duvarında, büyük bir olasılıkla sarsıntı nedenle, büyük bir çatlak oluşmuş durumdaydı. Ciddi sayılan bu çatlağı yetkililerin görmedikleri, bugüne kadar oraya müdahale etmediklerinden anlaşılıyordu. Bu arada çoktandır ziyaret etmediğim oradaki tarihi su kaynağını da ziyaret ediyorum. Üst başında üç tane Lüzinyan / Venedik arması bulunan bir kapıdan dar bir tünele giriyorum. Tünelin ucunda Lüzinyan ile Venedik dönemlerinde kullanılan bezemeli mermer bir lahit bulunuyor. Tünelden lahite doğru ilerlerken, tünelin üst başındaki tonoz üst örtüsünün bazı kilit taşlarının yerlerinden oynadığı dikkatimi çekiyor. Büyük bir olasılıkla buradan geçen ağır tonajlı araçların yarattığı titreşim bu durumu yaratmıştı. Yetkililerden ricam, gidip durumu görmeleri ve çökme sürecine giren bu tünelde gerekli önlemleri almalarıdır. 19 Aralık günü başlayacak olan duruşmada dairenin emekli Müdür Muavini ile yaklaşık 8 yıl süreyle Anıtlar Yüksek Kurulu üyesi olmam nedeniyle mahkemeye tanık olarak çağrılmış bulunmaktayım. Bu nedenle, mahkeme öncesinde davaya müdahil olanların yorum yapmaları suç sayıldığından, yasalarımız ile yargıya duyduğumuz saygı ve güvenin bir gereği olarak bu konuda bilgilendirme dışında yorum yapmamam gerektiğini düşünüyorum.
SONUÇ
Amerikalıların tarihi geçmişleri pek eski olmadığından dağları, taşları ve ovaları bir açık hava müzesi ilan edip onları tanıtırlarken, bizdeki siyasi zihniyet 1974’de ele geçirilen müzelere bile asma kilit vurup kapatıyor. Örnek mi istiyorsunuz? İşte Girne’deki Latomya Güzel Sanatlar Müzesi… İşte Girne’nin daracık sokaklarındaki “Greko-Roma kaya mezarları müzesi”… Lefkoşa’daki eski “Viktorya İslam İnas Sanayi Mektebi’ne de yıllar önce kilit vurulmuştu; hala daha kilitli. Vakıflar’a ait olan Sultan Mahmut Kütüphanesi ile Haydarpaşa Camisi de öyle… Ya Lefkoşa’nın başkenti Lefkoşa’da bir tek merkezi arkeoloji müzesinin olmamasına ne demeli? Tarihi kilise ve manastırların XXI’inci yüzyılda bile ağıl olarak kullanılmaları, ya da onlara kapasite üstü kullanım yüklenerek yıkılmalarına zemin hazırlanması da işin cabası. Söyleyecek daha çok şey var, amma dinleyen var mı acaba? Sonucu görünce yorumlarımızı yine yaparız diyerek bu haftaki yazımızı da bu şekilde sonlandırmış olalım.