1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kültürel Mozaik
Kültürel Mozaik

Kültürel Mozaik

Kültürel Mozaik

A+A-


Seçil Besim
[email protected]

Kültür kelimesiyle ne çok karşılaşıyoruz son günlerde. Kültürlü, kültürsüz, kültürel yozlaşma, çokkültürlülük ve benzeri “kültür”lü sözcükler... Aslında bütün bunların yanına eklemek istediğim bir de “kültürel panik” diye adlandırdığım durum var. Tıpkı “panikatak” gibi. Tedavisi mümkün ama farkındalık gerektiriyor.
Panikatak, halk arasında bireylerin herhangi bir duruma karşı farkında olarak ya da olmayarak gösterdikleri aşırı heyecansal tepkiler şeklinde yerini almıştır. İşte bana göre kültürel panik de yaklaşık bir durum. Bir yanımız yeniliklere koşmaya çalışırken, diğer yanımızın geleneksel kalması, kültürel anlamda panik yaşamamıza neden oluyor. Hangisi doğru hangisi yanlış neyi kabul etmeli neyi etmemeliyim diye düşünüp duruyoruz. Oysa ortada ne doğru var ne de yanlış. Sadece değişimi kabulleniş hızımızın farklılığından kaynaklanıyor bu süreç.

Kültür dinamik bir süreçtir. Enerji kaynağı dindir, dildir, giyiniş tarzıdır, damak alışkanlığıdır. Bunların sayısını artırmak mümkün. Bireysel kabullenişlerimizin topluma yansımasıdır aslında kültür. Yaşamdaki renktir. Her şeyin aynı renk olduğu bir dünyada yaşamak, örneğin ‘deniz yeşil, ağaç yeşil, gece yeşil, gündüz yeşil’ ne kadar monoton olurdu. İşte farklılıkların enerjisini günlük hayatımızda kurgulayabildiğimiz ölçüde mutlu ya da mutsuz oluyoruz. Yenilikleri eskilerin yitirilişi olarak değerlendirdiğimizde mutsuzluğumuz o denli artıyor.

Hep duyarız büyüklerimizden. “Bizim zamanımızda böyle miydi ya.” cümlesiyle eskiyle olan bağlarını yaşıyorlar aslında. Hatta yeniyi kabullenirlerse eskiye ihanet etmiş sayıyorlar kendilerini. Oysa aynı kuşaktakiler torunlarının teknolojiyle iç içe olmalarından da gurur duyabiliyorlar. Kültürel farklılıklar da böyle aslında. Birçok rengi, eski - yeni alışkanlıklarımız gibi bünyesinde barındırıyor. 

Farklılıkları gördükçe benzerliklerle ilgilenmeyi bırakıp kültürel paniğimizi yaşıyoruz. Belki aşağılıyoruz bizimle aynı olmayanı. Onu kendimize göre değiştirmeye çalışıyoruz. Doğal olarak olmuyor bu değişim. Arada bir yerde sıkışıp kalıyor. Oysa çokluğu iyi yönetebilirsek tıpkı bir orkestra şefi gibi, kemanı pianoya, saksafonu gitara çevirmeye çalışmazsak, her bir tınıda uyumu yakalarız. Nasıl ki çalgı aletlerinin her birinin kendine ait bir sesi var, toplumda yer alan farklı kültürlerin de topluma bir yansıması var. O müzik aletlerini tek başlarına dinlediğimizde biz de uyandıracakları etki ile uyumu sağlamış bir orkestranın yaratacağı etki aynı olmayacaktır.
Çokkültürlülük ise; ne elimizdekinden tamamıyla vazgeçmek, ne de olanı kendimize göre değiştirmeye çalışmaktır. En başta saygı duymayı gerektirir çokkültürlülük. Önce kendi varlığımıza sonra da kendi varlığımızın dışındaki her şeye saygı duyabilmektir. Zira saygı duymayı kendimizde başaramıyorsak, bunu dışa yansıtmamız mümkün olmayacaktır.

Hep çokkültürlülüğün ne olduğundan bahsettik buraya kadar.  Çokkültürlülüğün ne’liği ,  çokkültürlülük ne değildir sorusunu yanıtlayabilmektir bir bakıma da.

Çokkültürlülük, saygı duymaktır ama saygısızlık değildir. Olabildiğince kabuldür ama hor görme değildir. Sevmektir ama sevgiden boğmak ya da nefret etmek değildir. Eleştirebilmektir ama yermek değildir. Doğru yönetilirse avantajdır ama dezavantaj değildir. Bütünü algılayabilmektir parçaya takılıp kalmak değildir.
Biz istesek de istemesek de şu an Kıbrıs’ta var olan bir durumdur yok değildir.

 

Bu haber toplam 9866 defa okunmuştur
Gaile 316. Sayısı

Gaile 316. Sayısı