KUM SAATİ…
Sokak ortasında işkence edilmiş çıplak bedenleri teşhir edilen kadın fotoğraflarının dolaşmasının infiale yol açmadığı bir ülke Türkiye. Bacağından halatla bağlanıp cesedi sokak sokak dolaştırılan genç adamın görüntüleri hafızalardayken üstelik!
Alışmak, kanıksamak işte bu kadar aşağılık bir şey ve biz, vahşetin çıtası yükseldikçe daha da boş gözlerle izler olduk burnumuzun dibinde olup bitenleri… Hiçbir dinin, hiçbir ideolojinin, hiçbir şeytani aklın tahayyül edip, kendisiyle ilişkilendirmek istemeyeceği rezillikler, resmi ideolojinin artık histerik bir çığlığa dönüşen kutsal teslisi “vatan-ezan -bayrak” uğruna oluk oluk akıtılan kanla “yıkanmaya” çalışılıyor. Gencecik askerlerin tabutları, yoksul mahallelerdeki sıvasız evlerine döndükçe büyüyen öfke ve bilenen kin, öbür tarafta sergilenen kepazeliği örter diye umuluyor. Malum, ay yıldızlı bayrağa sarılı olarak eve dönen her tabutun başında yükselen ağıtları televizyonlardan cayır cayır yayınladığınızda, fotoğrafın bir yanını görenler için artık adalet duygusu yerini “ancak görebildikleriyle beslenen” bir öfke nöbetine dönüşüyor. İstedikleri de bu zaten… Yoksul mahallelerindeki sıvasız evlerden davul zurnayla çıkanlara işlettikleri suçları, yine onların bayrağa sarılı tabutlarının başından yükselen çığlıklarla örtbas etmek, bu kadim devlet aklının bir gram hicap duymadan, bir gram içi sızlamadan rutinleştirdiği bir kurnazlık!
Yoksulun, eline azıcık güç geçtiğinde yoksula reva göreceği zulüm potansiyelini çok iyi biliyor ve bunu kullanırken hayli cömert davranıyorlar. Mazlum Der’in Silopi Raporunun satırlarına gözleriniz yanmadan, yaşarmadan bakabilirseniz eğer, her şey o satırlarda…
Sadece Silopi’de, 16 Aralık- 4 Ocak arasında 29 sivilin katledildiğine yer verilen raporda, 52 yaşındaki ev kadını Taybet İnan için şöyle deniyor: “… komşusundan evine dönerken sokakta ateşli silahla vurulmuştur. Kendisini kurtarmaya çalışan akrabalarına da güvenlik güçleri tarafından ateş edilmiştir. Silahla yaralanmaya bağlı kan kaybından hayatını kaybettiği sanılıyor, cenazesi yedi gün sokakta kalmıştır. İlçedeki idari amirlerin güvencesine rağmen yedi gün boyunca akrabalarının cenazeyi sokaktan almasına güvenlik güçleri silahlı ateşle engel olmuştur. Aynı gün eşini sokaktan almaya çalışan Halit İnan’a da güvenlik güçleri tarafından yaralanacak şekilde ateş edilmiştir.”
Tanıklığına başvurulan vatandaşlardan Nurettin Güneş’in anlatımı çarpıcı: Mazlum Der heyetine kendisini “İnsanım, Müslüman’ım, Kürt’üm. Son seçimlerde Ak Parti’ye oy verdim” diye tanıtıyor Nurettin Güneş. Ve devam ediyor: “Güvenlik görevlileri mahallemize yasağın başlamasından 3-4 gün sonra geldiler. Bu esnada diğer mahallelerde bulunan yakınlarımızla yaptığımız telefon görüşmelerinde yakınlarımız güvenlik güçlerinin kendilerine çok iyi davrandıklarını, evlere girerken galoş giydiklerini, çocuklara şeker, gofret dağıttıklarını söylüyorlardı. Güvenlik güçleri mahallemize geldiklerinde bizim eve gelmediler. Bir görevliye “Bizim eve niye gelmiyorsunuz.” dedim. “Sende terörist tipi yok dedi.” dedi, ben de mahallede meydana gelebilecek olası bir yanlış anlaşılmanın (Herkesin evine gittiler de size niye gelmediler?) önüne geçmek için bizim eve de uğramalarını söyledim. Eve uğramadan gittiler. Mahalleye tekrar geldiklerinde kapıyı çaldılar, açtım. Yere yatmamı istediler, “Sakin olun, bir şey yok.” diyene kadar biri gırtlağıma yapıştı, can havliyle kıvranırken başka biri koluma dipçiği indirdi. Evdeki herkesi duvara dizdiler, her yeri aradılar. Bir şey bulamayınca 11 numaralı evi sorup gittiler. Gözaltına alınanlar emniyet yerine boş evlere götürülüyordu. Bu evlerde işkence yapıldığı evden çıkan vatandaşların yüzünden gözünden belli oluyordu.”
Heyete ifade veren fakat isminin açıklanmasını istemeyen bir vatandaşın söyledikleri ise kan dondurucu: “Güvenlik güçlerinin evdeki sert fiilleri üzerine biraz yumuşak olmalarını söyledim. Bana (evdeki kadınları kast ederek) Şu an tecavüz edebilirim, öldürebilirim, alıp götürebilirim, bunlara yetkim var dedi.”
Mazlum Der’in Silopi Raporunun sonuç bölümünde şu görüşlere yer veriliyor:
“Bazı evlerin yerle bir edilmiş, bazılarının yakılmış, bazılarının kurşunlanmış olması ve halkın iddiaları gü- venlik güçlerinin keyfi şekilde hareket ettiğini göstermektedir. Uzun süreli yasak boyunca ilçe halkının gü- venliğini önceleyen bir hareket tarzının tercih edilmediği ve yasağın kollektif cezalandırmaya dönüştüğü, “güvenliği sağlama” söylemiyle başlayan yasak ve çatışmaların bizzat güvenlik tehdidine sebep olduğu izlenimi edinilmiştir. YDG-H’nin sokakları terk etmesinden sonra devam eden yirmi günlük yasak, güvenliği sağlama hedefiyle açıklanamayacak durumdadır. İncelemelerimiz esnasında ilçe halkının geleceğe dair korku ve tedirginlik taşıdıkları görülmüştür. Sıklıkla tekrarlanan çatışmaların baharda şiddetleneceği ve yasaktan sonra beş yüze yakın kişinin PKK’ye katıldığı iddiaları çözümden ziyade çözümsüzlüğe doğru yol alındığını göstermektedir”
Bölgeye yönelik çalışma yürüten tüm gazeteci, sivil toplum kuruluşu ve gözlemciler devletin bölge halkının tamamını cezalandırmaya yönelik bir tutum içerisine girdiği ve kesinlikle orantısız güç kullandığı yönünde bilgiler paylaşıyorlar. Bu durum, operasyonların sürdüğü tüm il ve ilçelerde canından bezdirilen halkın devlete karşı öfke biriktirdiğini ve bölgenin önümüzdeki dönemde çok büyük sosyal- siyasal sorunlara gebe olduğunu gösteriyor. Yani AKP hükümetinin “durum kontrol altına alındı” açıklamaları gerçeği yansıtmaktan çok uzak. Tamamına yakını zorla göç ettirilen Cizre’de 10 bin asker ve ağır silahlarla gerçekleştirilen operasyonun, binaların bodrum katlarında öldürülen devletin televizyonunun sonradan geri çektiği ifadesiyle 60 insanın, sokaklarda teşhir edilen çıplak cesetlerin, yanmış yıkılmış evlerin faturasını henüz ödemedi Türkiye. Bu bahar, biriktirdikleriyle, devletin o çok sevdiği ifadeyle “birlik ve beraberliğin” kışı olacağa benziyor… Son 3 yıldır iyimserliğin, umudun simgesine dönüşen Newroz, bu yıl şiddetle anılacak. Olayları yakından takip eden bütün gözlemcilerin tespiti bu yönde...
Karanlık bir bahara doğru ilerlerken Suriye’de Esad rejiminin Rusya ve PYD ile birlikte Halep’i yeniden ele geçirmek üzere olması, Türkiye’nin sorunlarına yeni sorunlar ekliyor. 70 bin insan Türkiye sınırına yığılmış durumda. Rejim muhaliflerinden oluşan bu büyük kitlenin içerisinde çok sayıda cihatçı unsurun yer aldığı gelen bilgiler arasında. Türkiye kapıları açmadığı takdirde büyük bir insani trajediye yol açacak. Açsa, Türkiye sınırını geçer geçmez buharlaşacak binlerce cihatçıyla burun buruna kalacağız. Gözlemciler, Esad rejiminin bu süpürme harekâtı sonucu Türkiye sınırına dayanacak insan sayısının 600 binlere ulaşacağını belirtiyorlar. Halen Türkiye’de 2 buçuk milyon sığınmacıyla birlikte bu insanların da gelmesi, 3 milyonu aşkın Suriyeli anlamına geliyor Türkiye için. Doyurulması, barındırılması, iş edindirilmesi, kaynaştırılması gereken 3 milyonu aşkın insan. Erdoğan “yükleriz otobüslere, haydi Allah yolunuzu açık etsin deriz” diyerek Avrupa’ya göz dağı verse de işin o kadar kolay olmadığını biliyor herkes. Türkiye’deki her Suriyeli, iktidarın sersemce siyaseti yüzünden ısındıkça ısınan kazanın altına sürülmüş birer oduna dönüşüyor. Ve gözüne far tutulmuş tavşan gibi izlediğimiz bu kazan artık kaynıyor… Kürt sorununa eşitlikçi, demokratik bir çözüm getiremediğimiz her dakika, kum saati Türkiye’nin o kutsal birlik ve beraberliği aleyhine boşalıyor…