Kumagizli Gudubetine Son
Kumagizli Gudubetine Son
Salamis Aysegul Sentug
Gündelik adlı afyonun duyu yitimi altında, yine de gayesizce sızlanarak, normal bir güne gözlerini açtı Birçoğu. Henüz Hiçbiri’nin çalakalem algısına sığınmıyordu gün, ancak her şeyin artık başka olacağı bir çağın ilk günüydü. Öncelikle gözleri ve kulakları, en son da başkalığa aman vermeyen alışkanlıkları şaşıracakti. Herkesten evvel Birisi fırladı yataktan.
“Duvarlar! Duvarlar! Duvarlar!”
Denizden esen sabah yeli eşliğinde sağa sola koşuştururken böyle haykırıyordu, karısı yatakta doğrulmuş, aksak bir ritimde “neler oluyor?” diye sorup dururken. Genelde Birçoğu gibi, evvelsi geceki televizyon dizisinin kişisel tepki dağarcığındaki etkisini, uykuyla seyreltmiş uyanırdı. Rendelenmiş bir sabaha uyandıklarını en geç fark edenlerse yalnız yaşayan Bazılarıydı. Tıpkı haydut masallarındaki gibi geçmişti gece, ve sabahleyin ustaca işlenmiş bir soygunun vakur şaşkınlığındaydı Herkes. Eve giren hırsız, evdeki fazlalıkları çalmakla kalmayıp, yaşadıkları gerçeği de mi götürmüştü? Biblolar, buzluk mıknatısları, televizyonlar, pelüş halılar, yatak başlıkları, danteller, kristal avizeler, kumandalar, plastik şişeler, ve bunun gibi her eve dair eşyalar bir kenara, evdeki köşeler, köşeler nereye gitmişti? Birkaçı komodininin üzerindeki sırça sürahiden su içip kendine gelmeye çalıştı. Bazısı daha sakindi. Aynaya baktı ilk önce, kendisi aynıydı. Sekiz bin yıldır bir türlü netleşemeyen görüntüleri hapseden aynanın yansıttığı, yine aynıydı; kendiyle ne yapacağını bilmez, dünyayla ne yapmalıyı sormaz bir insan. Ve yine ölçüsüzce mağrur. Her şey ters giderken, aynadan: “ben düzgünüm ya!” Yaşlılar saatli maarif takvimine baktı, gençler bilgisayarlarına; evet aylardan hala Aralık, yıllardan hala 2013’tü.
Tan sökerken art izlenimciliğin renklerine gömülmüş Kumagizli şehrinin sakinleri birer birer dışarı çıktılar. Şehirdeki şaşkınlık yetisi yerini oturaklı bir yadırgamazlık haline bırakalı uzun yıllar olmuştu. Şimdi, dışarının sessizliğinde, hep birlikte şaşkındılar. Herkes manzara karşısında bir ağızdan suskundu. Sadece evler değil, daireler, bankalar, işyerleri, her biri birer yurt şeklindeydi. Sarı toprağın toz bulutu arasında bazısı kızıl süetten, bazısı boz ketenden yapılmış bu yurt çadırları, elektrik direkleri, hurma ve cemile ağaçları arasında uyanan bir canavarın galon gözlerini andırıyordu. Kumagizli şehri Hiçkimse kadar sessizdi.
Hayata karşı Biz olmayı becerememiş, farklarından fayda sağlayamamış, aksine bunu birbirlerine karşı kullananların gösteri merkezi, bir anda ortadan kalkmıştı. Kumarhaneler, araba galerileri, plazalar, sanayi yapıları, alakasız renklere boyalı köşeli apartman konutları, bir türlü bitemeyen inşaatlar, oto yıkamacılar, petrol istasyonları, bir gecede yok olmuş, Kumagizli şehri el değmemiş bir estetiğe bulanmıştı. Opak çirkinlikte bir mimaride sindirilmiş upuzun bir çağ bir gecede devrilivermişti. Arabalar yoktu. Trafik ışıkları, tabelalar ve ortak lisanları da. Sadece yoz estetiksizlik hurdası mı, gürültü çöplüğü de, yalnızca bir gecede nasıl da yok olmuştu. Kimse bilmiyordu ve bilmeyen Herkes korkuyordu.
Artık etraf doğaya dair bir sanattı. Doğuda Van Gogh’un Akdeniz Servisi’nin bittiği yerde Redon’un Tepegözü başlıyordu ve Cross’un Servileri surların sarısında yok olana dek devam ediyordu. Bugüne dek Gaugin’in kâhil güneşi altında parlayan uyuşuk, tembel, hazır yiyici, haymana sakinlerini tıynet bütünlüğü bakımından tek bir gün bile aratmamış Kumagizli halkı, doğanın sanatsal haşyeti altında ilk defa böylesine yüce bir ruh ezilmesi yaşamaktaydı. Bugüne dek, savaşa dair, çözümsüzlüğe, umarsızlığa, amaçsızlığa dair yaşadıkları ruh ezilmeleri, şu anda hep birlikte paylaştıkları bu dünyasızısı yanında bir hiçti. Hiçbiri bugüne kadar hiç yaşamamıştı sanki. Güzellik ve yalınlık, tinlerini sabah sessizliği denli yumuşacık alabora etmişti. Kargaların kanat sesleri ruhlarını özgürlük şevkiyle dolduruyordu. Kimse Diğeri’ne belli etmiyordu ancak, Herkes sessiz bir iç ferahlığına bürünmüştü. Korkuyorlardı, ancak bu biraz da anlayamadıkları bu haybeden huzur halinden ötürüydü. Özgürlüğün, hafiflik demek olduğunu anlamaya başlamaları an meselesiydi. Hafifliğinse, hayatın güzellik hacmi olduğunun..
Kumagizli'de estetik anlayışın, tarihle, kültürle veya doğayla uyumlu olmasıyla bir ilgisi yoktu. Sanat, ne kadar uğraşırsa uğraşsın, Kumagizli’nin ruhundan alarga yaşamak durumunda bırakılıyordu. Doğadaki güzeli tanımıyorlardı. Denizin kucağında yaşıyor olmalarına rağmen, denizden kopuk kurulmuş bu şehre yağan yağmur, çukurlar ve çamurlar demekti. Herkes, dünyanın en nadide kokusu olan birikmiş sonbahar yapraklarından mahrum yaşlanmaktaydı.. Zaten sonbaharda öyle rengarenk yapraklar birikmezdi. Çünkü Kumagizli'de ağaçlar dişte kalan yemek artıkları gibiydi. Adaya baharlar diğer mevsimler gibi batıdan gelir, ancak Kumagizli’ye uğramadan geçip giderdi. Bahar aylarını “mevsimlik” dönemi adı altında sadece gardıroplarında yaşayan Kumagizli halkı, o misk gibi kokuyu nereden bilsindi? Doğanın güzeli bir kenara, tarihin güzelini de tanımıyorlardı. Eski, önemli bir sarayı otopark yapacak kadar trajikomiktiler. Kültürün güzeliyse ‘öz’lerindeydi; Birçoğu en azından bunun farkındaydı da, bu farkındalık ne yazık ki sadece gotik bir melodramdan ibaretti.
Kapı eşiğinde pijamaları ve tedirginlikleriyle bekleyenlerden Birkaçı, şehrin bu haliyle daha güzel göründüğünü mırıldanır gibi olunca hemen susturuldu. Farklılığı övedurmak, yeniliği çarçabuk benimsemek.., haşa, zaten aralarında yıllardır akıp giden nehrin üzerinde tersten büyümekte olan bir ağacın yorgunluğunu taşıyacak kudrette kim vardı? Onlar da sustular ve “bırak şimdi güzeli çirkini, biz şimdi napacayik”a sindiler. Simdi, ne yapılmalıydı?
Şimdi Kumagizli sakinlerine, şehirlerinin estetik uyanışları içinde kendi kendilerini var edebilmeleri için yeni bir tasarı gerekliydi. Belediye başkanı sur içindeki meydana doğru yürümeyi önerdi ve akınlar grup halinde sürüklenmeye başladı. Gelin görün ki beş dakika içerisinde çocuklar dans edip oyunlar oynarken, yarım saat içerisinde halk, kendilerini devrim şarkıları söylerken buldu. Yürüyen Kumagizlililer, iki adım öteye yürümenin bedenlerinde yarattığı fizyolojik edinimlerle neşelendikçe neşeleniyordu. Sanki evleri yok edilen, eşyaları çalınan onlar değildiler! Neye niye bu kadar eğlendiklerini anlamadıklarından kah şaşırıp, kah sinirleniyorlardı.
Meydana varınca, Birçoğu eski eserlerin hala vaz-ı kadimini koruduklarını fark etti. Birisi meydandaki caminin içine göz attı ve kapısında kalakaldı. Öteki koşup geldi, o da manzara karşısında susup kaldı. Yanlarına koşan Diğeriyse ancak “Buraya bakın be!” diye cılız bir çığlık atabildi. Heyecandan konuşamıyordu, elleri bir kırlangıcın son nefesi gibi titriyordu. Koşup gelenlerden “İnanmaaam” sesleri yükseliyordu. Kumagizli halkı bir gecede dünyanın en büyük hazinelerinden birine sahip olmuştu. Tarihin en görkemli tanığı güneşli tavanına kadar kitaplarla doluydu. Hiçbiri, hayatında bu kadar çok kitabi bir arada görmemişti. Zaten Birçoğu en son ne zaman bir kütüphane gördüğünü hatırlamıyordu. Kapısında amber mühürlü bir mektup asılıydı. Belediye başkanı mührü itinayla açıp, belgeyi ahaliye okumaya başladı.
“Ruh güzelliği bu şehre ait tanrılar, bu şehirden geçmiş tüm filozofların, bilim insanlarının, yazar ve sanatçıların ruhlarını bir araya getirerek “Kumagizli Gudubetine Son” isimli bir manifesto imzaladık” diye başlayan bildiri aynen şöyle devam ediyordu..
-Ruhsuzluğa meyyal olan tüm yapılar yıkılmıştır. Yerine, kültüre ve doğaya uyumlu bir bütünlük içerisinde, görsel tutarlılığı barındıran binalar inşa edeceğiniz zamana dek, geçici yurt çadırları tahsis edilmiştir.
-Varoluş bilinciniz oluşana dek fuzuli varlıklarınız elinizden alınmıştır.
-Habitatınızdan petrol tüketimi çıkarılmıştır. Tüketimine lüzumsuzca katkıda bulunduğunuz bu fosil yakıtını kullanan taşıtlar, ihtiyaç farkındalığı oluşana dek katiyen yasaklanmıştır. Diğer şehirlere ulaşım faytonlarla, şehir içi ulaşımsa atlarla sağlanacaktır.
-Isınma ve elektrik Güneştendir. Elektrik, gün içerisinde sınırlı saatlerde verilecektir. Zaten kesintilere hâlihazırda bağışıklığınız olduğundan, bizler bunun yaşamsal bir meşakkat çıkaracağını düşünmüyoruz. Havanın erken karardığı zamanlar için, şamdanlar ve sürdürülebilir bir ışık kaynağı olan soya-mumu temin edilecektir.
-Elektriksiz saatler, tamamen beşeri mutluluğa ve sosyalleşmeye dayalı aktivitelerle doldurulacaktır. Televizyon katiyen yasaklanmıştır. Şehre açıkhava sinemaları kurulmuştur ve her akşam dünya sinemasından çeşitli gösterimler, gün boyu çeşitli haber ve belgesel yayınları yapılacaktır.
-Hem ovaya, hem kumsala, her gün bir tiyatro oyununun sahneleneceği iki büyük yurt çadırı kurulmuştur. Oyunlar havaya bağlı olarak, ya bu çadırlarda ya da amfi tiyatroda oynanacaktır.
-Haftada en az bir kitap okunması zaruridir. Kitaplar Kumagizli kütüphanesinden temin edilecektir.
-Açık alanlarda eğlenceyi teşvik edebilmek adına, akşamları evlere elektrik verilmeyecektir; iklimin güzelliğinden faydalanmayı öğrenmeli, sokak müziğini hayatın vazgeçilmezi yapmalısınız.
Kimilerine göre distopya sayılan, eko-estetik bilinç dayatması üzerine kurulu bu 137 maddelik manifesto bittiğinde Palmiye Kumsalı'nda güneş tepedeydi. Tedricen ayılma hali, derin bir hırıltıyla tüm şehri kaplamıştı. Simdi, o festival havasından eser yoktu. Bir mucizenin gücüne güvenince insanı emekten soyutlayan o şenlik ruhu, bir anda görev, sorumluluk, “kültüre sahip çıkan, doğaya uyumlu yaşam zenginliği” adına çalışmak, gibi şeylerle imha olmuştu. Herkes, kendine uygun düşmeyen maddeye itirazda bulunduğundan, paylaştıkça artan bir mırıldanma, dik başlı bir istikrar tutturmuştu. Ve Kumagizlililer itiyattan söylenerek evlerinin yolunu tuttu. Yurtlarına vardıklarında, Herkes: “napalım, madem öyle, artık böyle” diyordu.
Kumagizli’nin gudubetine deus ex machina* yetişmisti ama elbette bilinç, bir gecede yaratılamazdı. Estetik aymazlık da bir gecede son bulamazdı ya, aydınlanma hali yavaşça sindirildiğinden, manifestonun yayınlanmasından tam 137 yıl sonra, estetik değerler hakir görüldükçe iskeletsiz bir omurgalı olarak yaşamanın kaçınılmaz olduğunu fark etmeye başlayan Kumagizli halkı sonunda başını gömdüğü kumdan kaldırabildi.
------------------------------------
* Yunan tragedyalarında kötü giden gidişatı düzeltsin diye gökten indirilen Tanrı.