Kumyalı... Fotoğraf ve Şiir
Kumyalı... Fotoğraf ve Şiir
Fatoş Avcısoyu Ruso
Yağmurlu bir sabah... Gri en güzel tonlarını asmış göğe... Kış denizin mavisine düşmüş...
Bir okul gününde yollara düşmek nasıl da heyecan vericidir. İçinizde büyüttüğünüz şiirle dokunmuşsanız genç hikayelere, bilirsiniz ve onlar da bilirler; ne yoldur önemli olan ne de yolcu... Önemli olan yolculuktur, yaşamdır!
Çünkü “her yol/kişiye varıyor sonunda/ kişinin kendisine” (Yürüme,Oruç Aruoba,s.146)
Ardımızda bıraktığımız şehir telaşlı telaşlı bir şeyler anlatıyor insanına...
Çitlembiklerin ve tavşan kulaklarının altına gizlenmiş endemik huzur ise yolun sonunda, büyümek için bizi bekliyor.
19 Mayıs TMK’dan 40 kişilik bir gezgin grubu... Öğrencilerim ve yolu çizdiğimiz arkadaşlarım... İlkay İzcan ve Nuray Özgeçen... Çiseleyen yağmura bırakıyoruz Girne’yi... Deniz boyunca şiirler okuyoruz, şarkılar... Nazım’sız yürünmez ki yol...
karlı kayın ormanında
yürüyorum geceleyin
efkârlıyım, efkârlıyım
elini ver, nerde elin
memleket mi, yıldızlar mı
gençliğim mi daha uzak
kayınların arasında
bir pencere, sarı, sıcak
‘Deniz sahilinin parçası’... Koma tou Yialou... Komyalik... Kumyalı... Kumsalları, verimli arazileri, kıyı kumulları, zeytin ve harup ağaçları, dere yatakları, makiyle kaplı yamaçları, kiliseleri, köy kahveleri, butik oteli, muhteşem doğası, kültürel değerleri, yürüyüş yolları ve eko-agro turizm faaliyetleriyle otantik bir köy...
SERİN VE ISLAK BİR FOTOĞRAF
Serin ve ıslak bir fotoğrafla karşılıyor bizi Kumyalı... Sırt çantalarımız ve yağmurdan sakındığımız kameralarımızla Nitovikla’ya sığınıyoruz. Kıbrıs kültürünü içimizde hissettiğimiz, agro turizmin yapıldığı sıcacık bir mekan... Kahvelerimizi ve çaylarımızı yudumlayıp sabahın keyfini çıkarıyoruz. Ayaklarımıza dolanan kediler ‘sevgi’ için yaratılmış belli ki... İlk şiirlerimizi Nitovikla’daki şarap mahzeninde okuyoruz... Cemal Süreya...
seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
vapurdaydık vapur kıyıya vuruyordu
üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
uzanmış seni usulca öpmüştüm
hemen yanımızdan balıklar gidiyordu
Ve 3000 yıllık mağarada devam ettik hayata şiirle dokunmaya... Özker Yaşın okuduk, Havva Tekin, Can Yücel, Bedri Rahmi, Ayten Kombos, Attila İlhan, Abdülkadir Budak ve tabii ki Fikret Demirağ...
bu gece burada
kapının eşiğinde ve yüreğimde
patlayan bu şiirin
kabaran toprağını
ve taze kokusunu
öpüp başıma koyuyorum
bu şiir gözler önünde
batıp giden nice güzelliklerin
ve şarkıların
ve sular üstünde çırpına çırpına
yaşamaya savaşan son güzelliklerin
ve umutların
adına yazılmıştır
öyle okuna
Rüzgar yürüyüş sırasında hep bizimle... Çitlembik kokusunu taşıyor içimize... Sanki o güne kadar duyduğumuz en güzel koku, ‘yaşıyoruz çok şükür’ dedirten... Parmaklarımızdan dökülen koyu yeşil yapraklarıyla uzatma telaşındayız bu keyfi...
Yürüyüş boyunca yeşilin ve temiz havanın yanında kaya mezarları, lagünü, su kanalları, kiliseleri ve mağaralarıyla büyüyor çitlembiklerin ve tavşan kulaklarının altına saklanan huzur...
Fotoğrafa ve şiireydi yolumuz Kumyalı’da... Bir kış kaçamağıydı bizimki... Kendimizi bulduğumuz, nefes aldığımız, çoğaldığımız bir ‘Kıbrıs’ günüydü... En güzeli de öğrencilerimin içine dolan Kumyalı’ydı, Kıbrıs’tı, şiirdi...
Hayata uzattığım genç hikayeler, notlar düşmüşler günle ilgili... Teşekkürler...
ÖĞRENCİLER ANLATTI
Aynil Kaptan: İsmini hiç duymadığım bir çiçeği öğrendim ‘kum zambağı’.
Bu bitkinin bir efsanesi varmış. Mitolojide, Afrika’ya giden Prenses Pancratium’un Afrodit tarafından batırılan gemiden yüzerek karaya çıktığı ve Karpaz sahillerinde bulunan beyaz bir kayaya dönüştüğü söylenirmiş. Sahilleri süsleyen kum zambakları prensesin yaşadığını düşündürürmüş.
Bilmediğimiz ama bilmemiz gereken birçok şeyi öğrendik, arkadaşlarımızla eğlendik, doğayla iç içeydik ama en güzeli de şiir okuduk, birçok şairi şiirleriyle andık. Benim yolculuğum ‘İki Kalp’ şiiriyle Cemal Süreya’yaydı...
İki kalp arasında e kısa yol
birbirine uzanmış ve zaman zaman
ancak parmak uçlarıyla değebilen
iki kol
merdivenlerin oraya koşuyorum
çok erken gelmişim seni bulamıyorum
bir şeyin provasını yapıyorlar sanki
kuşlar toplanmışlar göçüyorlar
keşke yalnız bunun için sevseydim seni
Sadrettin Coşaner: Mağaranın o büyülü atmosferi
Soğuk bir salı sabahı Kumyalı... Nitovikla, otantik bir mekan...Yağmur... Mağaranın o büyülü atmosferinde okunan şiirler... Dünyada ve adamızda yaygınlaşan "agro" ve "eko" turizm... Doğa ile iç içe olan yürüyüşümüz... Kuş cıvıltıları... Bu gezi bizi çok etkiledi, kalbimize dokundu... Öğrenirken bir yandan da eğlendik ve tabİi ki anları ölümsüzleştirmek için yüzlerce fotoğraf çektik. İyi ki gitmişiz, iyi ki... Bu güzel köyü, doğayı ve şiiri kalbimizde hissettik. Can Yücel’in dediği gibi...
her şey sende gizli
yerin seni çektiği kadar ağırsın
kanatlarının çırpındığı kadar hafif
kalbinin attığı kadar canlısın
gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
sevdiklerin kadar iyisin
nefret ettiklerin kadar kötü
ne renk olursa kaşın gözün
karşındakinin gördüğüdür rengin
yaşadıklarını kar sayma
yaşadığın kadar yakınsın sonuna
ne kadar yaşarsan yaşa
sevdiğin kadardır ömrün
gülebildiğin kadar mutlusun
üzülme, bil ki ağladığın kadar güleceksin
sakın bitti sanma her şeyi
sevdiğin kadar sevileceksin
Cem Yırık: “Şiirler akarken damarlarında vaktin...”
Sabah 8.15 gibi Girne'den başladı yolculuk. Yağmur, yol boyunca bize eşlik etti. İlk durağımız Nitovikla’ydı. Otelin bahçesindeki heybetli mağarada şiirler okuduk. Her şiirle farklı bir yere yolculuk ediyordu ruhumuz. Cemal Süreya ile İstanbul'a gitmiş, geri dönmüştük. ”Şiirler akarken damarlarında vaktin...” Biz vakti unutmuştuk, Demirağ gibi.... Geri döndüğümüzde güneş karşıladı bizi. Yürüyüş başlamıştı. Yeşillerin içinde hem yürüyor hem fotoğraf çekiyorduk. Ağaçlar, rüzgar, soğuk... Atmosfer muhteşemdi. Bu sefer de doğanın büyüsüne kapılıp unutmuştuk vakti. Parkur bitmisti. Acıkan karınlarmızı doyurmak için deniz kenarındaki Kemal'in Yeri'ne gittik. Deniz çok dalgalı ve köpüklüydü. Dalgalar kayalara vurup vurup yükseliyordu... Fotoğraf albümlerimizde sonsuzlaştı Kumyalı...
Sezin Özyamacı: Ben bu gezide tanıştım Kumyalı’yla
Kumyalı... Karpaz’a her gidişimizde önünden geçtiğimiz fakat çoğumuzun bir kere bile gidip gezemediği gizli kalmış bir cennet. Ben bu gezide tanıştım Kumyalı’yla. Kumyalı bize yağmurla “merhaba” dedi. Yağmurdan kaçmak için The Nitovikla Garden Hotel’in sıcacık atmosferine sığındık. Hotelin içinde barındırdığı Kıbrıs ezgileri ve otantik hava, dışarısına inat içimizi ısıttı. Birçok mağaraya ev sahipliği yapan Kumyalı’da özenle restore edilen 3000 yıllık mağarada yerli ve yabancı şairlerimizin mısraları yankılandı.
Yağmurun ardından çıkan sıcacık güneş bizi tam anlamıyla doğada yürüyüşe davet etti. Biz de güneşin bu sıcak teklifini kabul edip kendimizi Karpaz Dağlarının eşsiz doğasına attık. Bu mükemmel yürüyüşte bize toprak kokusu da eşlik etti. Anladık ki aslında yağmur Kumyalı’nın en güzel hediyesiydi bize. İnsanın kendini dinleyebileceği sayılı güzelliklerden biriydi burası. Kesinlikle sizi en güzel şekilde içine buyur eden bu güzel tabiat, pazarlarınızın vazgeçilmez yürüyüş alanı olacak. Biraz yorgun, biraz buruk ayrılıyorduk Kumyalı’dan. Aslında hiç kimseye yeterli gelmemişti şiir, yağmur, toprak kokusu ve de atalarımızdan miras kalan Kumyalı efsaneleri ile bezeli bu yolculuk...
Selün İlseven
Bu köyü dolaşırken attığım her adımda, üzerinde tarihin eşşiz büyüsünü, doğanın muhteşem görüntüsünü ve köy halkının herkesi şaşırtacak sessizliğini ve huzurunu taşıyan bir meleğin kanatlarında dolaşıyormuş gibi hissettim.
Sanki hayat durmuş ama doğa oradaki tarihi terk edip , gidememiş gibiydi....
Salih Çanlar
Güzelliği ve huzuru içimizin derinliklerinde hissetmemizi sağlayan ender ve güzel yolculuklardan biriydi Kumyalı... Kıbrıs’ın saflığının bozulmadığı bölgelerden biri olan Karpaz’da, eşsiz güzelliklere sahip olan bir köy... Yolculuk boyunca ülkemin ne kadar güzel olduğunu yeniden fark ettim ve içimden “İyi ki ben bu toprakların çocuğuyum!” dedim... Yaşlı mağranın içinde güzel bir şiir armonisiyle, tadına doyulmaz anlara şahit olduk. Duygu yoğunluğunun ardından doğa yürüyüşüne çıktık. Yürüyüş sırasında tek hissettiğim şey "Mutlu olmak için çok büyük mucizelere gerek duyulmaması gerektiği, zaten nefes aldığımız yerin ne kadar mutluluk verici bir yer olduğuydu!.."
Elif Anaç
Bulunduğumuz ortamın nostaljik havasını soluyarak, duygusal anların yanında kültürel birer değer de kazandığımız bu gezide, tarih tüm saflığıyla sokaklara dökülmüştü. Loş mağarada kendi şiirimi okumaksa kelimenin tam anlamıyla benim için bir düştü...
neresi mantık dediğin
ucu sivriltilmiş kılıç
nerede o çok istediğin
‘eski’ler
nerede içine kapanmış
gençliğin
çok mu derinde
çok mu ötede
gitmiştin
hani güz yerine
toplamıştın her ne varsa
geriye senden ne kaldıysa