“Kurak Günler” ve “Iman” filmlerinin düşündürdükleri
63. Selanik Film Festivali’nde filmler teker teker sinefillerle buluşurken bunlardan iki tanesine yakından bakmak istedim.
MURAT OBENLER/SELANİK
63.Selanik Film Festivali’nde filmler teker teker sinefillerle buluşurken bunlardan iki tanesine yakından bakmak istedim. Türkiye’den Emin Alper’in yönettiği “Kurak Günler” ve Güney Kıbrıs’tan Corinna Avraamidou ile Kyriacos Tofarides’in yönettiği “İman” filmleri gösterildi ve festivallerin en güzel yanlarından birisi de yönetmen/film ekibi sinemaseverlerle buluşması oldu.
Avcı toplumu ile bilgi toplumunun bitmeyecek çatışması
Türkiye’nin Orta Anadolu bölgesindeki Yanıklar adlı bir kasabada geçen film bölgeye yeni atanan genç savcı (ve muhalif gazeteci) ile belediye başkanı (ve oğlu) karakterleri üzerinden yeni ile eskinin, çağdaş dünya ile değişime kapalı toplumların, politik olarak ise kuvvetler ayrılığının olduğu yönetim sistemi ile başkanlık sisteminin çatışmasını veya uyumsuzluğunu konu ediniyor.
Filmin yardımcı yapımcısı Çiğdem Mater’in film yapma ve sinemayla gerçekleri halka anlatma derdinden dolayı sinemacı arkadaşları ile tutuklandığı bir dönemde festivallerde gösterilmeye başlanan “Kurak Günler” dünyanın her yerindeki en sıcak konulardan birisi olan su kaynaklarının yetersizliği ve oluşan kuraklık meselesine etrafında ilerliyor.
Bir yandan yaklaşan seçimlerde susuzluğu ahaliye karşı bir silah olarak kullanan ve naylon belgeler ile yargıyı da yanıltma çalışan mevcut muhafazakar,milliyetçi belediye başkanı Selim ile onun tekrardan seçilmesini engellemeye çalışan bölgenin muhalif gazetecisi Murat arasındaki geçmişe dayanan siyasi kavgaya bölgeye yeni atanan savcı Emre Gündüz de katılınca işler çığrından çıkıyor.
Avcılığa bir eğlence olarak bakan başkan Selim, oğlu ve dişçi arkadaşının vahşete varan av sonrası görüntüleri ile başlayan filmde bir içki aleminde genç Roman kızı Pekmez’e tecavüz edilmesi, belediye başkanının çevre felaketi yaratacağını bile bile köye borularla su getirme projesi ve onun yarattığı toprak çökmeleri ve oluşan obruklar genç savcının uğraştığı konular haline gelir. Bu içki aleminde savrı Emre’nin de bulunması(bir nevi suçun görgü tanığı) ve içkisine hap karıştırılarak kendisine de komplo kurulması kendisinin hem su konusundaki soruşturma hem de Pekmez’e tecavüz soruşturmasındaki tarafsızlığını zedeliyor.
Filmin tedirgin,çatışmalı hikayesini müzikal,mekansal, görüntü yönetimi,ses ve ışık seçimi ile çok iyi destekleyen Emin Alper, bir yandan spesifik bir çatışma hikayesi anlatırken bir yandan da ülkesi Türkiye’nin bütün çatışmalarına filminde sahne açıyor. Filmi izlerken zaman zaman Madımak Katliamı ve yargısız infazlar, çevre katliamları, politik kavgalar, rüşvet, siyaset-polis-yargı-medya dörtgeninde yaşanan olağan dışı,garip yakınlaşmalar,ötekileştirme ve ırkçılık, toksit erkeklik, LGBTIQ bireylerin yaşadığı sıkıntılar ve linç kampanyaları ve hayvan hak ihlalleri gibi konular beynimizin içerisinde dolanıp duruyor. Film içerindeki soruşturmalar ile kafamızdaki sorgulamaların birlikte devam ettiği film Emin Alper’in yine çok başarılı bir ülke panoraması hikayesi olarak sinema tarihindeki yerini alıyor.
Bazı rastlantılar savrulan hayatları birleştirir
Corinna Avraamidou ile Kyriacos Tofarides’in yönettiği “İman” ise bir genç kadının hikayesi üzerinden hem onun gerçeği arayış yolculuğu hem de günümüzün sıcak konularına(siyaset-iş yaşamı ilişkisi, sevgi bağı ve kişisel çıkarlar arasında gidip gelen aile kavramı, katı islami cemaatların izole yaşamları ve aşırı dini eğilimler ile günlük hayattan kopan insan, sorumsuzca yaşayan genç kuşağın sevgiden uzak ilişkileri, ırkçılık, 2’nci,3’ncü sınıf yurttaşlık halleri, insanlık dışı şartlarda yaşayan göçmen trajedileri ve günümüzün prekarya dünyasının farklı yansımaları) dokunuyor.
Filme ismini de veren İman,dünyaya Abdullah ve Irene’nin Alina olarak gelir ve sonrasında aile şirketindeki yolsuzluk davalarından kaynaklı sebeplerle ailenin babasını dışlamaları sonucunda hayata bakışı tamamen değişir. Kendine göre bir gerçeğin arayışı içerisinde olan Alina, hayatına Suriye’deki dinci mücahit kampında devam etmeye karar verir ve başörtüsü takarak “İman” adını alarak müslümanlığın şartlarına göre yaşamaya devam eder. Buradaki dinci komutanın Kıbrıs’ta bir kanlı suikast düzenleme planında İMAN ve dinci kampın kadın lideri Leyla’yı seçmesi ile genç kadının bütün hayatı bir kez daha değişecektir.
Erkek egemen sistemi altında ezilen kadınların hikayelerini izlediğimiz film hem erkek egemen kapitalist sistem, hem erkeklerin yönettiği katı dini rejimler hem erkek egemen aile yapısı hem de erkeklerin dayatmalarıyla şekillenen arkadaşlık ilişkileri içerisinde bir nevi boyun eğen kadınları bize gösterirken filmin 2.yarısında bu kadınların bir nevi zincirlerini kırarak kendi hakları için mücadele ettiklerini görüyoruz.
Çok ilginç rastlantılarla büyük bir puzzle’nin parçalarının bir araya geldiği yapım bu zincirleme film öyküsü ile seyirciyi hikayenin içinde tutarken kamera birçok farklı sınıf ve yaşam alanına girerek buraları insanlara gösteriyor.
Filmde izleyenler Güney Kıbrıs’ın güzel turistik yanlarını görmekle birlikte bir AB ülkesinde ırkçılığın, rüşvetin,şirket sahiplerinin paradan başka hiçbir şey düşünmeyerek insan hayatını da hiçe sayarak işler yapabileceğini(devletin de yeterli denetimi yapmadığı), para ile ikna edilebilecek(yönlendirilecek) medyanın olduğunun, deniz sınırlarının güvenli bir şekilde korunmadığının ve terörist eylemlerinin kolaylıkla planlanıp uygulanabileceğini de görüyorlar.
Gerçeğin peşinde koşan insanın bazen yolunu kaybettiğini bazen de kendince bulabildiğini, imanlı olarak yaşamanın insan hayatı üzerindeki etkilerini, sevgiyi ve aşkı arayan insanın karşı tarafın hayal kırıklığı yaratan tavırları sonucunda içine döndüğünü çok iyi bir şekilde gösteren film hikayesi yanı sıra başarılı oyunculukları ile de dikkat çekiyor.