“Kurban edebiyatı”, oy toplamak için kullanılıyor...
Jessi Barton Hronesova
*** Avrupa’nın doğusunda ve ötesinde faaliyet gösteren sağcı popülüstler ve milliyetçiler, oy toplamak maksadıyla giderek daha büyük ölçekte tarihi ve kültürel kurban edebiyatını kullanıyorlar, kendilerini eleştirenleri susturmak, siyasi karşıtlarına saldırmak için de aynı şeyi kullanıyorlar...
*** Son yirmi yıldan bu yana işlenmiş olan suçların, çatışmaların ve adaletsizliklerin kurbanı olma duygusu, tüm dünyada siyasi diskursta giderek daha fazla kullanılır oldu, bunun yurttaşların ve liderlerin sosyal ve siyasi tercihlerine etkisi de önemlidir.
*** Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump, işçi sınıfına mensup beyaz Amerikalılar’a karşı “beyazlara yönelik soykırım” uygulandığı gibi çarpık bir düşünceyi ileri götürdü; Rusya’da Vladimir Putin, Rusya’nın Batı’nın bir kurbanı olmasını önleme iddiasıyla Ukrayna’ya karşı saldırgan bir savaş yürütüyor...
*** Macaristan’da Viktor Orban, “karma ırklara dayalı bir dünya”nın dayatılmakta olduğu “Batı’nın öncülüğüne” karşı uyarılar yaparak bunun Macar hayat biçimini tehdit ettiğini ileri sürüyor, Sırbistan’da ise Aleksandar Vuciç, Batılı politikaların yanısıra komşularının kurbanı olduklarına yönelik söylemini tekrarlama fırsatını hiç kaçırmıyor.
*** Özellikle Avrupa’nın doğu bölgelerinde “kurban olmaya dayalı” politikalar, milliyetçi ve radikal sağcı siyasi liderlerin etkili bir iletişim stratejisine dönüştü, bu liderler karmaşık siyasi ve tarihsel konuları, basit bir siyah-beyaz resme dönüştürerek seçmenlerini harekete geçirmeye, duyguları tetiklemeye, kendilerini eleştirenleri susturmaya ve muhalefeti yasadışı hale getirmeye çalışıyor. Kurban olmaya dair söylemler, sağcı popülistler tarafından anaakımlaştırılarak büyütülüp çoğaltılıyor.
*** Kurban olma iddialarının temeli, doğrudan acı çekme, tarihsel adaletsizlikler, yapısal miraslar veya hepsinin bir birleşimi olabilir. Doğu Avrupa’dan Estonya’ya ve Bulgaristan’a kadar çeşitli ülkeler kendi milli söylemlerine “kurban olma”nın çeşitli yönlerini yerleştirmişlerdir, geçmişlerini, şimdiki zamanlarını ve geleceklerine yaklaşımlarını böyle yansıtırlar ve bazılarına göre “kurbanlık statüsüne yönelik bölgesel bir arzu”ya doğru yol alıyorlar...
Pejac'ın KÖKLER başlıklı resmi...
*** İkinci Dünya Savaşı’nda çekilmiş acılara yönelik anlatımlar (ve eski Yugoslavya’daki savaşlarda yaşanan acılar), komünist kötülükler ve “Batı”nın kötü muamelesi, 1989 sonrası gelişmelerin arka planını giderek daha çok oluşturuyor – Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde ekonomik neoliberalizme karşı düşmanlık ile siyasi ve kültürel bir etnite olarak “Batı”ya yönelik giderek artan bir kuşkuculuk kendini gösteriyor.
*** Neden kurban edebiyatı? Kurban edebiyatı siyasi olarak etkili ve el altında olan birşeydir... Sağcı popülistler için çekici birşeydir ve tek vuruşla hem oy toplamak için seçmenlerini harekete geçirirler, hem de muhalefeti küçük düşürürler... Kurban edebiyatı masumiyet ve haklılık duyguları üzerinde oynar ve adil olmayan biçimde acı çekme duygularını harekete geçirir. Bazı durumlarda kurban edebiyatının harekete geçirilmesi meşrudur ve gerçek hayat deneyimlerine dayanır – örneğin savaş kurbanları haklarını talep ettiklerinde bu meşrudur... Ancak kurban edebiyatının siyasi olarak kullanımı genelde şişirilmiştir ya da kurban olma dinamiğinin ters çevrilmiş halidir çünkü kurban edenler aslında kurban gibi gösterilir ve bunu yüksek ahlaki havalarda yaparlar, böylece sorumluluktan kaçarlar ve yanlışlarını haklı çıkarmaya kalkışırlar...
*** Bu yanıltıcı mantığa göre, kurbanın kendisi kurban eden birisi olamaz, böylece kurban edebiyatı, işlenmiş olan suçlar, suçluluk ya da işbirlikçilik suçlamalarına karşı kullanılır. Örneğin Sırbiastan’da Jasenovaç’ın sürekli olarak kullandığı siyasi söylemleri (ki buna Vuciç’in dedesinin bir kampta ölmesi de dahildir) aslında Hırvatistan’ın 1990’lı yıllarda kendisinin bir kurban olduğu iddialarına doğrudan bir karşı yanıttır ama aynı zamanda 1990’lı yıllardaki savaşlarda Sırplar’ın işlenmiş olan suçlardan duyduğu suçluluğu dağıtmayı hedefleyen bir araçtır da...
*** Kurban edebiyatı, özellikle yanlış yaptıkları söylenen ya da doğrudan doğruya o yanlışlardan sorumlu olanların suçluluk duygularını silmek maksadıyla kullanılan güçlü ve duygusal olarak yankı uyandıran siyasi bir pozisyona hizmet etmektedir. Hatta bu, meşru kurban olma durumlarında da geçerlidir. İsrail’in siyasi lideri David Ben-Gurion, Lübnan’ı işgal etmesi nedeniyle eleştirildiği zaman 1982 yılında ünlü sözünü sarfetmişti ve “dünyanın hiçbir yerinde, hiç kimse halkımıza ahlak dersi veremez” demişti. Bununla kastedilen şey, meşru konumdaki kurbanlara sahip bir ulusun (Soykırım kurbanıydılar) asla yanlış yapamayacağı iddiasıdır.
Boşnak Sırp Lider Dodik, Sırbistan lideri Vuciç ile...
*** Bu durum, doğu Avrupa’da Soykırım konseptinin Yahudiler’in kurban edebiyatı yerine milli kurban edebiyatı şeklinde kullanımında da görülüyor. Örneğin Polonya’nın iktidar partisi Polonya Yasa ve Adalet (PiS) Partisi, İkinci Dünya Savaşı esnasında Polonya Yahudileri’nin çektiklerinden çok daha fazlasını Polonyalılar’ın fedakarlıklar, kahramanlıklar ve yüce birer kurban olarak çektiklerini ileri sürmekte ve Polonyalılar’ın hem Sovyetler, hem de Alman işgallerinin kurbanı olduğunu ima ederek kendilerinin bunlara direnerek Yahudi komşularını kurtardıklarını iddia etmektedir.
*** Bu söylemi, Soykırım’daki yerel işbirlikçilerin doğrudan sorumluluklarıyla yanyana koyunuz (özellikle de Jedwabne katliamının)... Bu söyleme muhalefet etmek ise Polonya ulusunun iyi adına leke sürmek olarak nitelendirilmekte ve “utanç politikaları” yapmakla suçlanmaktadır buna muhalefet edenler... Polonya Yasa ve Adalet (PiS) Partisi, İkinci Dünya Savaşı anılarının leke sürülmemiş ve korunmuş olarak kalmasını garanti altına almaya çalışan milliyetçi bir güçtür. Bu stratejinin bir parçası da Almanya’nın Polonya’ya tazminat ödemesi çağrısına dayanıyor ve kurban edenlerin kimler olduğunun altını çizmeye çalışıyor. Benzer dinamikler, eski Yugoslavya’da kurban edebiyatı çevresinde dönen sonsuz çekişmelerde de gözlemlenebilir...
*** Komünizmin de tıpkı Nazizm gibi eşit derecede totaliter ve canice olduğu şeklindeki iddialar, Baltıklar’da, özellikle de Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde yaygındır. Avrupa anılaştırma alanında komünizm ve Nazizm’in işlediği suçları eşitleme çabaları (sözde “çifte soykırım” tezi), Avrupa anılaştırma geniş alanına, doğu Avrupa deneyimini yerleştirerek Doğu’nun komünist (ve Sovyet) kurbanı olduğunun tanınmasını hedeflemektedir. Hatta bazıları, komünizmin Nazizmden daha beter olduğunu çünkü daha uzun süre varolduğunu iddia etmektedir. Başlangıçta bu söylemin amacı, komünist rejimlerle kendi aralarına net bir mesafe koymak ve doğu Avrupa’daki eski komünist devletlerin, ünlü “Avrupa’ya dönüş”ünü gerçekleştirmekti. Ancak giderek artan biçimde bu söylem, sol eğilimli siyasi görüşleri gayrımeşru hale getirmek ve Rusya karşıtı duyguları kışkırtmak için kullanılmaktadır (Rusya’nın Ukrayna’yı yasadışı biçimde işgali ardından bu daha da güçlenmiştir).
*** Son olarak, kurban edebiyatı söylemlerine en yeni eklemlenen şey de “Batı”nın, Brüksel, NATO ve benzerlerinin kendilerine büyüklük tasladığı ve kendilerini aşağıladığı iddialarıdır. 1990’lı yıllarda “Batı, “Doğu” için nihai hedef idi ancak şimdi pek çok sağcı popülüst için “Batı”, Doğu Avrupa’da daha küçük uluslara liberal politikalarını dayatan (özellikle çokkültürlülük poliitkasını), “gökkuşağı” da içeren toplumsal cinsiyet eşitliği ve transseksüel haklarıyla kendilerini patronize eden ve Viktor Orban’ın söylemiyle egemenliklerini ve sınır kontrollerini ellerinden alan hegemonyaya dayalı bir konsepte dönüşmüştür...
*** Çek popülist Andrey Babis (kendisi halen cumhurbaşkanı adayıdır) 2021’de başbakan iken “Çek Cumhuriyeti egemen bir devlettir ve burada kimin çalışıp kimin yaşayacağına biz karar vereceğiz. Ben Müslüman bir Avrupa istemiyorum...” demişti. Ya da Viktor Orban’a göre Macaristan “global elit tarafından saldırı altındadır, bunlar Avrupa nüfusunun değiştirilmesi için bir plan yaptılar ve ulus devletleri, Hristiyan temellere dayalı partileri zayıflatmayı ve sonra da Avrupa Birliği’nin kontrolünü ele geçirmeyi umuyorlar...”
*** Kısacası, kurban edebiyatı söylemlerinin bazı temelleri ortaktır: Genellikle zarar gören tarafı tanımlarlar (bu da genellikle politikacının oy istediği seçmendir) ve onların nasıl zarar gördüklerini de anlatırlar (örneğin şiddet, yaptırımlar, ekonomik ötekileştirme, tarihsel adaletsizlik gibi). Aynı şekilde kurbanları kimin yarattığını da ya tanımlarlar veya bunu ima ederler (örneğin “öteki”, “Batı”, George Soros, liberal sol gibi) ve sonra da kendilerini kurtarıcı ya da adalet için savaşanlar olarak takdim ederler.
*** Kurban edebiyatı söylemlerinin içeriği, kurbanlaştırmaların bazı yönlerini alarak bunları yeniden biçimlendirir ve anlatıcı tarafından korku (bir kurban olma korkusu), öfke (adaletsizliğe öfke), ve onur (güçlü bir savunmacıya sahip olmak) gibi duyguları kışkırtmak için kullanılır. Bu söylemler, hem yerel, hem de dış politika alanında kullanılabilir. İçeride siyasi rakipleri ve muhalefeti yasadışı hale getirmekte yararlı olur. Dışarıda ise uluslararası ittifakları gerekçelendirmek için kullanılır – buna örnek olarak Rusya’ya yaptırımlara karşı Macaristan ve Sırbistan’ın muhalefeti gösterilebilir – her iki hükümet de insanların tarihsel deneyimlerini kullanarak korku yaratmışlar ve Batı’ya yönelik kuşkularını, uluslarına yönelik “barışı sağlamak” maksadıyla bir baskı aracı olarak kullanmışlardır.
*** Basitliği ve tekdüzeliğiyle kurban edebiyatı seylemleri, rahatlatıcıdır, böylece u söylem siyasi olarak çok etkili ve çekici olur, özellikle de doğu Avrupa’da tarihsel hazımsızlıkların devam ettiği ve geçmişin hiçbir zaman geçip gitmediği yerlerde sağcı popülüstler için böyledir...
(BİRN’de 6 Ocak 2023’te yer alan Jessi Barton Hronesova’nın yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).