KURBAN KİM ?
CERRAH İLE KOZMONOT
Rus bir beyin cerrahıyla yine Rus bir kozmonot, din konusunda tartışıyorlar.
Beyin cerrahı dindar, kozmonot ise ateist.
-"Uzayda çok dolaştım"
diye övünerek konuştu kozmonot, ve beyin cerrahına:
-"Ama ne Tanrı'yı gördüm ne de meleklerini!"
diyerek Tanrı'nın olmadığını ima eder.
Cerrah hiç beklemeden kozmonota şöyle cevap verir:
-"Ben de çok zeki beyinler ameliyat ettim, ama ne bir fikir gördüm ne de tek bir düşünce!"
BİLİM VE DİN
Bazı bakış açılarına göre bilgi,
bel duyu organı ile algılanabilen ve bilimin ölçebildikleri ile sınırlıdır.
Bu bakış açısına sahip olanlar:
-"Madem ki ben bilimsel yöntemlerle Tanrı'nın varlığını ispatlayamıyorum;
O halde Tanrı yoktur!"
demektedirler.
-"Peki ama..." diyor bu görüşe eleştirel bakanlar ve devamla şu düşündüren soruları soruyorlar:
-"Bilimsellik bilinmeyeni bilgi sınırlarının dışında görmek midir?
-Yoksa aslında inançlara karşı çıkmak da farklı bir inanç modeli mi olmaktadır?"
TANRI ZAR ATMIYOR !
Son iki haftadır pazar günleri televizyonlarda National Geographics kanalında Genius (Deha) dizisiyle yaşamı oldukça iyi bir yapımla aktarılan Albert Enistein bu konularla da ilintili olarak şöyle demişti:
"Kuantum fiziği, çalışmaları, bulguları ve teorileriyle büyük bir saygıyı gerektiriyor.
Fakat bu müthiş teorilerine rağmen, kuantum fiziği bizleri bizim "ihtiyarın" (Tanrı'nın) sırrına yaklaştırmıyor.
Ve ben şuna inanıyorum ki:
Tanrı zar atmıyor."
AKP ve ERDOĞAN
NEDEN HEP KAZANIYOR?
Bergson ve onun gibi düşünen daha birçok düşünür:
"İktidarın "kaynağı" mistiklerin yaratıcı atılımındadır" demekte;
bu düşünceyi gerekçelendirirken de:
"Çünkü inancın ne biyolojiyle ilgisi var, ne kafatasıyla ne de kanla" görüşünü ileri sürmektedirler.
Şimdi, inançlı bir toplum düşünün.
Bu toplumdaki inananlar için,
Tanrı hem ölülerin yargıcıdır hem de dirilerin.
Üstelik, cehennemi ve cenneti de var.
Oysa bu dünyada, bu inananlara göre pek de işe yaramayan bir yargı sistemi ve hapishaneler var.
İnançları oldukça başat olan ülkelerde, örneğin Türkiye gibi insanlarının büyük bir çoğunluğu inançlı bir toplumda, tartışmaların kimlerle yapıldığının iyice analiz edilmesi gerekiyor.
Siz aslında bilgi toplumunda olunduğu varsayımı ile, hakikatte başka bir toplum yapısında ve başkalarıyla tartışma yapıyorsunuz.
Türkiye uzunca bir süreden beridir bir terapi kültüründe yaşıyor!
Kültürel geçmişine dayalı bir terapi kültürü...
Bununla kastedilen,
Türkiye'nin, Osmanlı İmparatorluğu geçmişinden ibaret olduğunu söyleyen düşünce yapısının ve kültürünün etkisi ve dominasyonu altında olduğudur.
Toplumun büyük bir çoğunluğu, yaşam öykülerinin bir kaderden ibaret olduğunu düşünüyor!
Böylesi bir düşünce, inanış ve kültürel yapıya sahip bir toplumda,
herhangi bir tartışma sırasında,
Hz. Musa, Hz. İsa, Hz. Muhammed ve Ulu Tanrı'dan daha güçlü bir gerekçe, delil ve müttefik öne sürebilir misiniz?
Süremezsiniz...
Demek oluyor ki,
siyaset ne plandır, ne yasadır, ne de iyi ya da doğrudur.
Siyaset yorumdur...
Temel yaklaşımını,
durağan ile devingen arasında kurduğu temel karşıtlıktır siyaset.
Kısacası,
bir toplumun çoğunluğu siyasi yönden “neyin” doğru olduğuna inanıyorsa,
o doğrudur; hatta ahlâkidir...
İşte, AKP ve Erdoğan siyaseti bunun üzerine kurduğu için sürekli kazanıyor...
"KURBAN" KİM?
Korku, can sıkıntısı, ümitsizlik...
Bu ve benzeri duyguların hepsi bir düşünceye bürünerek var oluyorlar!
Her çeşit problem için de, değişik bir düşünce şekli var bilinçaltımızda.
Bu yüzden:
"aklıma gelen başıma geldi"
diyoruz...
Kurban rölüne bürünmek gibi inanılmaz rahatlatıcı olanlar da mevcut.
Kurban rölüne büründüğünüzde sempati toplarsınız veya toplayacağınızı düşünürsünüz...
Hatta bu düşüncelerin renkleri dahi vardır.
Adam Fawer, "Empati" adlı eserinde bu renklerden bazılarını şöyle açıklar:
"hayatı toz pembe görmek" diye bir deyim vardır;
iyimser ve mutlu olmak anlamına gelir.
Üzüntü ise siyahtır;
cenazelerde yas tutan insanlar siyah giyinirler.
Matemin rengidir siyah, karamsarlaştırır insanı..."
Gelin biz burada "kurban rolüne" odaklanalım...
Neredeyse özellikle son çeyrek yüz yılda toplumumuzun hatırı sayılır büyük bir çoğunluğunda görüldüğü gibi,
Düşünen, aydınlanmış ve aydın insanlara ve sol ideolojiye sahip kişilere dahi bulaşmış bir patojen durumuna gelmiş...
Son yıllarda kendi çevremde de rahatlıkla gözlemleyebildiğim, kendilerini çeşitli olaylar karşısında harcanmış ya da kurban olarak gören bir çok insana rastlıyorum.
Artık birçok insanımız,
Kıbrıs'taki süreçlerin ve hayatlarının kontrolünün kendilerinde olduğuna kesinlikle inanmaz hale gelmişler!
Her şey doğrudan "başkaları"ndan dolayı başımıza gelmiş, her kötülüğün müsebbibi yüzde yüz başkalarıymış ve bizim hiçbir mesuliyetimiz yokmuş gibi...
Kendileri bu duruma gelinene dek hiç bir şey yapmamışlar ve sütten çıkmış ak kaşık gibi...
Sorumluluğun zerre kadarı onlarda değil!..
Tamamen başkalarında!
Bu duygusal ve zihinsel muhasebeye,
Kendi mensubu olduğum partimin de yakın geçmişte başına musallat olan bir patojenden örnek verebilirim...
Bir ara içimize bir alt-üst grup varmış gibi bir algı yaratan ve hepimizi kemirdikçe kemiren bir patojen salındı...
"Bıyıklılar, Bıyıksızlar", "Dinazorlar, Yenilikçiler", "Gençler, İhtiyarlar", "Kökler, Dallar" gibi ayrımcılık patojenleri...
Tanıdık geldi mi?
Peki buradaki gerçek "kurban" kimdi?
Sağlıklı özdeşleşmeler kuramadan,
bu "kıymık" gibi batan patojen,
ayrı bir parça olarak saplanıp kaldı üzerimize.
Bir süredir bu patojenden kurtulmaya ve bu kıymığı söküp atmaya çalışıyoruz hep birlikte.
Ancak henüz tamamen sterilize olmuş değiliz.
Fakat gayret ediyoruz.
Bilinçaltımıza dahi salınan bu patojenden en hafif yaralarla kurtulmaya çalışıyoruz.
Fakat bence bu bilinçaltını tamamen temizlemenin yollarını bulmalı, bu ve benzeri patojenlerden kurtulmalı, ve halkın karşısına yani seçimlere bir bütün olarak gitmeliyiz.
Çünkü patojenler tam olarak tüketilip sindirilmediğinden, bilinçaltımızda öylece duruyorlar..!
Halâ kurban arıyorlar...
Gelin bugünkü biraz da uzunca olan bu yazıyı,
William Shakespeare ile bitirelim:
"Tümüyle bir sahnedir yaşam;
erkeklerle kadınlar, hepsi birer oyuncu;
biri çıkar, öteki girer ve her biri,
kendine düşen sürede pek çok rol oynar;
insanın yedi dönemi, yedi perde eder."