Kuşkularımız, korkularımız ve statükoya yenilmek…
Yarım yüzyılı aşkın devam eden Kıbrıs sorununun çözümü için müzakere süreci bütün hızıyla devam ediyor.
Çözüm yaklaştıkça iki tarafta da korkular, kuşkular artıyor. Daha doğrusu iki tarafın statükocuları kendi kuşku ve korkularını toplumlarına aşılamak için çabalarını artırıyor.
Zaten Kıbrıs sorununun yıllardır çözülememesinin ve incir ipi gibi uzatılmasının asıl nedeni bu korku ve kuşkulardır. Elbette bu korku ve kuşkuların temelinde de çıkarlar yatıyor.
Statüko Kıbrıs’ın bütününde kimilerine kazanç sağlamaktadır. Bundan alabildiğine nemalananlar vardır. Bu nedenle statükonun sürmesi onların işine yarıyor. Bunun için kendi korku ve kuşkularını toplumlarına da bulaştırarak statükolarını korumaya, yani çıkarlarını korumaya çalışıyorlar.
Bunu yaparken elbette birbirlerini de bilşerek ya da bilşmeyerek beslemektedirler.
Bakış açıları sığdır. Ufukları daralmıştır. Soruna sadece kendi taraflarından bakmaktadırlar. Olası bir çözümle neler kazanabileceğimize değil, neler kaybedebileceğimize odaklanmıştırlar.
Bu nedenle çözüme yaklaşıldıkça bu çevrelerde panik artıyor. 50 yıl önceki olayları, bugün yeniden yaşanacakmış gibi senaryolaştırarak anlatmaya çalışıyorlar. Köprülerin altından çok sular aktığını, tarihin tekerrürden ibaret olmadığını hesaba katmıyorlar.
Türk tarafındaki statükocuların kitabında varsa yoksa “Rum bizi kesecek, içimize gelecek Rumlar zaman içinde bizden fazla olacak, mallarımızı satın alacaklar ve hem toprakta, hem de nüfusta bizi azınlık haline getirecekler” gibi çağımız gerçekleriyle uyuşmayan tezler ortaya atarak bulanıklık yaratmaya çalışıyorlar.
Rum tarafındaki statükocular ise tam tersi “Türkiye askerlerini ve yerleşiklerini alıp gitmeden bize burda huzur olmaz, zaman içinde Türkler nüfusta da bizi geçecekler, kuzeye sığmayınca güneye de yürüyecekler, o zaman biz ne yapacağız” gibi yine çağımız gerçeklerine uymayan teoriler geliştirerek bunlara inanıyorlar.
Böyle olunca da iki taraftaki statükocular söylemleri ve kuşkusuz eylemleri ile süreci zora sokuyorlar. Üstelik her iki taraftaki bu düşünce fanatikleri kendilerini milliyetçi ve ülkesini seven kişiler olarak tanıtıyorlar. Elbette aralarında yurtsever kişiler de vardır. Ama istisnalar kaideyi bozmaz derler.
Mayıs 2015’den bu yana devam eden ve aslında Eylül 2008 yılında Talat’la Hristofyas’ın başlattığı müzakereler artık son aşamasına yaklaştı. Eylül ayında New York’ta gerçekleşen 3’lü zirveden bu yana iki taraf da müzakerelerden kaçamıyor. Kıbrıs Türk tarafının süreci ilerleten taraf olduğu zaten BM tarafından da kabul ediliyor.
Rum tarafı, Yunanistan ve Türkiye de isteseler de kaçamıyorlar. Süreç sonlanacak. Ama biraz daha zamana ihtiyaç var. Bu nedenle taraflar, ama bu kez sadece teknik uzmanlar düzeyinde, 4.üncü kez Cenevre’ye taşındı. Belki birkaç uzmanlar toplantısı daha olacak. Ama sonunda mutlaka 5’li zirve siyasi düzeyde de yeniden toplanacak.
Stratejik çıkarlar, başka çıkarlar, “kanla aldık masada vermeyiz” gibi çağdışı görüşler istediği kadar seslendirilsin. Vız gelir, tırıs gider. Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar, yani bu adada yaşayan halklar çözüm istiyor. Artık belirsiz gelecekten kurtulmak istiyor. Böyle yaşamak istemiyor. Bunu da cesaretle dillendiriyor.
Gerisi boş laftır.