Kutlamalar Bittiyse Biraz da Bizim Meseleyi Konuşalım
Kutlamalar Bittiyse Biraz da Bizim Meseleyi Konuşalım
Mertkan Hamit
[email protected]
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Mustafa Akıncı’nın ikinci turda farklı grupların, özellikle de CTP-BG’nin, desteğini almasıyla geniş bir koalisyon yaratılması toplumdaki ilerici güçlerin statükoyu korumayı yeğleyenlere karşı başarılı olma şansını gözler önüne serdi. Özellikle Mustafa Akıncı’nın Cumhurbaşkanı olduğunun kesinleştiği 26 Nisan gecesi İnönü Meydanında yapılan kutlamalarda farklı siyasi partilerden birçok barışseverin bir araya gelmesi son derece anlamlıydı. Mustafa Akıncı’nın seçim galibiyeti sadece sol kesimi değil aynı zamanda sosyal demokrat, liberal hatta ulusalcı kesimleri de mutlu etti. Bu bir anlamda da, seçimin ikinci turunda Mustafa Akıncının seçimi kazanmasını tercih edenlerin ortak paydasının Eroğlu-karşıtlığı olduğunu kanıtlar.
Seçim döneminde Mustafa Akıncıyı destekleyenlerin arasında özellikle federalist kimliği ağır basanların büyük bir çoğunluğu müzakereci olarak Özdil Nami’nin atanması ile birlikte rahatsızlık yaşadı. Müsteşar, sözcü, özel kalem gibi diğer önemli pozisyonlara federal çözüm konusunda kuşku yaratmayan isimlerin getirilmesi ise bu rahatsızlığı - tamamen olmasa bile - gidermiş oldu. Derviş Eroğlu’na karşı oluşturulan bu geniş cephe aslında birçokları için heyecan yarattı. Toplumda olumlu bir değişimi savunanlar uzun zamandır eksik olan başarı hikâyesine ihtiyaç duyuyordu. Bunun yaratılması, Kıbrıslı Türk solu için de önemli bir eşik noktası oldu. Ben, seçimlerin heyecanı adına umut verici bir hikâyeyi güzelleştirerek oraya takılmak yerine, sol adına daha özlü meseleleri tartışmanın gerekli olduğuna inanıyorum.
En başından belirtmekte yarar var:Kıbrıs solunun öncelikli meselesi adanın birleşmesidir. Federasyon bacağı eksik bırakılarak verilecek tüm ‘ev içi temizlik faaliyetlerinin’ duvara toslayacağı aşikârdır çünkü tümden adaleti sağlayacak bir zemin olmadan, adaletsizlik üzerine bina edilmiş Kuzey Kıbrıs ile sınırlandırılmış adil bir sistem oluşturulması mümkün değildir. Buna yönelik girişimlerin en somut başarısızlık hikâyesi de anayasa referandumudur. Elbette, federasyona dair irade gösterenlerin geniş cephede Mustafa Akıncı’nın yürüteceği müzakereleri günü gününe takip etmesi önemlidir. Çözüme giden yolda, treni sallayarak bize hareket ediyormuş gibi gösterenlerin maskelerini de düşürmek federalistlerin görevidir. Tren hareket ederse,bu sefer de trenin doğru yönde gitmesini sağlamak meselenin bir diğer önemli boyutudur. Bir adım önde olmak, yıl sonuna çözüm yapmak, Mart’ta referandum olacak gibi söylemleri tekrarlayarak, başarısız olma durumunda gaipten ‘B Planı’ yaratma arzusunda olanlara karşı, federal çözümü hedefleyenler bu süreci yakından takip etmelidir. Özellikle geçmiş deneyimlerden de öğrendiğimizi gibi Kıbrıs’ta barışı masa başında oturan üç beş kişinin eline bırakmamak konusunda ısrarcı olmalıyız.Bu yüzden geniş anlamda federalistler için mücadele sadece toplum lideri belirlemek değil, aynı zamanda liderliğin izlediği müzakere sürecini de takip etmeyi kapsamak zorundadır.
Kendini hem solda hem de federalist olarak görenlerin yapacağı işler sadece müzakere sürecine odaklanarak tamamlanmaz.Yakın bir gelecekte çözüm olacağını umuyoruz diyerek, sömürü, baskı ve şiddete dair ortaklaşacak bir zeminin oluşturulmasına dair kaygılardan sapmak ciddi bir hata olur. Federasyon, adalet ve eşitlik mücadelesinin önemli bir eşiğidir ancak bu mücadele Kıbrıs’ta federasyon talebiyle başlamamıştır ve federal bir devletin kurulmasıyla da son bulmayacaktır. Sosyalistler için adalet ve eşitlik mücadelesi federasyon ile sınırlı olmadığına göre, federal bir Kıbrıs hedefiyle uyumlu paralel mücadeleleri kurgulamak son derece önemlidir.
Elbette Mustafa Akıncı’nın zaferi federalistler için önemli bir kazanımdır. Ancak tahakküm ilişkilerine dair bireysel veya kolektif anlamda henüz bir kazanım yoktur. Gücün, tabanın iradesi ile şekilleneceğine dair herhangi bir işaret de verilmiş değildir. Diyeceğim o ki, federasyona yönelik bu önemli kazanıma dair kutlamalar bittiyse, solda duranların sola dair yeni bir yol haritası oluşturmasının vakti de gelmiştir. Adil bir toplum projesi üretmek esas hedefse, bunu oluşturacak iradenin nasıl şekillenmesi gerektiği etraflıca ele alınmalıdır.
Büyük anlatıların kapsamında siyaseti şekillendirmek mümkün değildir. Bugün, iktidar, ne herşeye muktedir bir Leviathan, ne de ürkütücü bir soğuk canavardır. Yönetişim, en beklenmedik noktada kudretli yüzünü gösterme potansiyelini saklı tutar. Özne olan insanı görünür bir biçimde cezalandırarak nesne haline getirebilir. Ancak buna genellikle mesafeli durur. İktidarın görünür hale gelmesi ancak istisna hali söz konusu olduğunda gerçekleşir. Temel olarak devletin araçları, adaletin ölçüsü iktidarın doğrusu olacak bir biçimde kitleleri yönlendirir. Bu süreçlerde iktidar, yönetimini büyük yasal paketler hazırlayarak veya koşullardan bağımsız makroekonomik reçeteler uygulayarak tesis etmeyi dener. İktidarın sol veya sağ geleneğe sahip olması fark etmez. İktidar gerektiğinde tepeden inme yöntemleri uygulamakta çekince görmez, kalabalıkların gör dediğini görmeden ajandasını uygulamayı seçebilir. Bir biçimde doğrulandığı iddia edilen, ölçülebilir girdileri kullanarak buna uygun sonuçlar elde etmeyi hedefler. Başka bir deyişle ‘bilimselleştirilmiş varsayımlar’ üzerinden hareket ederek sonuca ulaşmayı yöntem olarak benimser. Oysa, ne insan hayatı, ne de insana dair olgular, standartlaştırılabilir çözüm paketlerine indirgenebilecek kadar homojen bir hal alabilir. Kaos çağında yaşıyoruz ve kaotik bu düzenin kendi kendine doğru/düzgün/düzlemsel bir hal alması pek de mümkün görünmüyor. Peki, eğer durum buysa, bu şartlar altında sol nasıl bir söz/eyleyiş içine girmelidir?
Aslında aranılan sola dair yeni bir praksistir. Lefebvre’ye göre praksis bir ihtilaldir. Bu noktada solun kuramsal zemini dayatılan yasal veya ekonomik paketlere karşı bir ihtilali temsil etmelidir. Ancak belirtmekte yarar var, karşı duruş veya ihtilal sadece içi boş bir ‘red’ cephesi yaratma hayali değildir ve olmamalıdır. Amaç adaletsiz uygulamalar olacak diye adaletsiz statükoyu korumak değildir. Adaletsiz uygulamalar hesabında olanlara karşı yapıcı bir alternatif politika koyarak adil bir düzen tutkusuyla hareket etmektir. Tahayyül ettiğim, süreçleri ele alıp onları aşacak niteliğe sahip direniştir. Direniş ve adalet birbirini beslerken ne sekter tek-doğrucu, ne de duygusal bir reaksiyondan ibaret bir işleyiş kurgulanmalıdır.
Geleneksel anlamda yaptığımız sınıfa dayalı ekonomik analizler sınıf-içi adaletsizlikleri sessizleştirmektedir. Salt sınıf üzerinden yapılacak diyalektik bir adalet söylemi yeterli değildir. Sol adına belirleyici bir söylemin tesis edilmesi ‘çokluğun’ içindeki farklılıkları içselleştirecek bir kaygının bina edilmesi ile mümkündür. Çokluk içinde, adalete dair çoklu anlatıların oluşacağı reddedilemez. Böyle bir durumda, siyasi ittifakların zemini örgüt/kimlik/ideoloji gibi belirleyici noktaların sınırlarını aşarak kapsayıcı bir niteliğe sahip olabilir. Kaos çağında, tahakküm edenlere karşı kaotik bir ittifaktan doğacak direnişin ses getirdiğini Gezi Parkı sürecinde de gördük.
Tabana hitap eden politika çok seslidir. Çokluğun sesi siyasi ve hukuki mühendislik süreçleri ile uyumlu değildir. Siyaseti, yasa yapma, yasaların uygulanmasına indirgemek meseleyi salt teknik süreç olarak görmek, siyasetçiyi siyasetin öznesi olmaktan çıkarır ve onu siyasetin memuru haline getirir. Yasama ve yürütme süreçleri önemli olsa da sadece bu süreçlerin uygulayıcısı olmak dönüştürücü bir politik vizyon değildir. Sol siyasetin özü talep etmekten geçer. Yani dönüştürücü olacak olan sol ‘talep eden’ olmalıdır. Taleplerin örgütsel ağların güçlendirilmesi ve ortaklaşılmış bir siyasetin gerçekleşmesi için kurgulanması çokluğa hitap eden siyasi ittifakların oluşmasını da mümkün hale getirir. Talepler ve talepler üzerinde uzlaşan kitlelerin işbirliği gerçekçidir. Dile getirilen talebin toplumsallaşması yerine bir örgütün malıymış gibi gösterilmesi ise çokluğa hitap etme niyetinin olmadığını gösterir. Bu talepleri işlevsizleştirebileceği gibi talebin aslının toplumu dönüştürme niyetiyle yapılmadığını da ortaya koyar.
Sonuç olarak, talepler üzerinden ortaklaşmanın yaratılması dönüştürücü ve kapsayıcı bir siyasettir. Birçok alanda olduğu gibi, genel anlamda sol siyasette de paradigma değişikliği gereklidir. Bana göre paradigma değişikliğine giden yolun temel ilkelerini oluşturmak için yukarıdaki tartışma bir yol haritası oluşturma girişimidir. Eksiği çok olabilir ancak bu başlangıç tartışmasının geliştirilmesi kanımca önemlidir. Hem federal bir Kıbrıs’ın inşa edilmesine hem de diğer konularda yeni talepler dile getirilmeli, örgütleri aşan bir söylem ve eylem birlikteliğine yönelik ittifak oluşturma çalışmaları devam etmelidir.