Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti
Türkiye’nin Kıbrıs’a dair eskiden geliştirdiği stratejik düşüncenin temelinde Kıbrıslı Türklerin adada güçlü bir konuma kavuşturulmaları vardı. Bu düşüncenin arkasında, Kıbrıslı Rumların adanın geleceğini tek başına belirlememe kaygısı yatıyordu. Formül anlaşılır ve basitti: Kıbrıslı Rumlar “asli unsur”, Kıbrıslı Türkler de “azınlık” olursa, ada büyük bir ihtimalle Yunanistan ile birleşecek ve Türkiye’nin güvenlik çıkarlarını tehdit edecekti. Dolayısıyla, Türkiye Kıbrıs’a ilgi duymaya başladığı 1950’li yılların ortasından itibaren, günümüzün moda deyişiyle söylersek, iki “kırmızı çizgi” çizmişti: a) Enosis’e hayır, b) Kıbrıslı Türklerin azınlık olmasına/sayılmasına hayır!
Türkiye’nin o dönemdeki stratejisi Kıbrıslı Türklerin çıkar ve beklentileriyle tam bir uyum içindeydi. Kıbrıs Türk toplumunun ileri gelenleri zaten “milleti hakime” konumunu kaybettiği 1878 yılından itibaren sözünü ettiğimiz iki noktada ısrar ediyorlardı. Adanın Yunanistan ile birleşmesine şiddetle karşı çıkıyor ve azınlık olmamak veya azınlık olmaktan kurtulmak için sıkı bir direnç gösteriyorlardı. Hatta bu mücadeleyi çok uzun yıllar Türkiyesiz, tek başlarına yapmışlardı. Lozan antlaşmasıyla Kıbrıs’taki haklarından vaz geçen Türkiye 1950’li yılların ortalarına kadar Kıbrıs’a karşı adeta biganeydi. O kadar ki, Ankara’nın kapısını çalan Kıbrıslı Türkler apar topar geri gönderiliyor ve İngiliz dostluğu gütmeleri için teşvik ediliyorlardı. Atatürk’ün mozolesine konulmak üzere Kıbrıs’tan gönderilen toprak bile kabul edilmiyordu.
Bir yandan Kıbrıslı Türklerin girişimleri, diğer yandan da Kolonyal Efendi’nin teşvikleri ile Türkiye nihayet Kıbrıs Sorunu ile ilgilenmeye başladı ve Kıbrıslı Türklerle aynı çizgide buluştu. Bundan böyle adada iktidarın ve egemenliğin paylaşılması, Enosis’in önünün kesilmesi ortak çizgi olacaktı. Bu amaçlara ulaşmak için ise, Türkiye Kıbrıs Türk toplumunun askeri ve ekonomik açıdan güçlenmesini, ayakları üzerinde durmasını ve kendi kurumlarına kavuşmasını çok önemsiyordu. Nitekim Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Cumhuriyeti devletinin çatısı altına bu koşullarda girdiler. Hatta, sıkı ayrılıkçılar bile Türkiye’nin Kıbrıslı Türkleri kurumsal olarak güçlendireceğine inandıkları için geçici de olsa Kıbrıs devleti çatısı altına girmeyi kabul ettiler.
1963 sonundan itibaren iki toplum arasında yeniden başlayan statü kavgasında Kıbrıs Türk toplumunun ezilip yok olmaması için Türkiye destek sağlamaya devam etti. Çünkü biliyordu ki, Makarios’un istediği olur ve Kıbrıslı Türkler önemsiz bir azınlık konumuna indirgenirse, ada ya Yunanistan ile birleşecek veya sadece Kıbrıslı Rumların egemenliğinde bulunan ve ülkenin bütününe hükmeden bir devlet söz konusu olacaktı. Bu da Türkiye’nin stratejik düşüncesinde yer alan iki kırmızı çizginin silinmesi anlamına gelecekti.
1974 Savaşı iki tehlikeyi de bertaraf etti. Artık ne Enosis söz konusu olabilirdi, ne de Kıbrıslı Türklerin azınlık olması. Tam tersine, Türkiye’nin istediği coğrafi federasyonun koşulları oluşmuştu.
Ne var ki, 1974 sonrasında izlenen politikalar, güçlendirilmiş bir Kıbrıs Türk toplumunun ortağı olacağı federal Kıbrıs devletine yönelmekten çok, Kıbrıslı Türklerin özne olarak silikleştiği ve Türkiye’nin doğrudan güdümü altına giren bir Kuzey Kıbrıs yarattı. Son yıllarda ise bu politikalar daha da tırmandırıldı. Ekonomide Türk sermayesinin baskın konuma gelmesi her geçen gün artıyor. Özelleştirme adı altında Kıbrıslı Türklerin kurumları Türk firmalarına devrediliyor. Nüfus mühendisliği yöntemiyle Türkiye yurttaşları giderek artan bir biçimde yurttaş yapılıyor. Kıbrıslı Rumlarla iktidar ve egemenlik paylaşmak için onca yıl mücadele eden Kıbrıslı Türkler ise iktidar ve egemenlik öznesi olmaktan çok uzak bir görünüm çiziyor.
Tam da egemenliğe ortak olup iktidarı paylaşmanın koşullarının oluştuğu bir dönemde, Kıbrıs Türk toplumunun yarının Kıbrıs’ında ekonomik açıdan güçlü olabilmesi için Kıbrıslı Rumların haklarını sınırlamaya kalkıştığımız bir müzakere ortamda, Kıbrıslı Türklerin ekonomik kurumlarını Türk sermayesine aktarmak, egemenlik icra etmeyen, iktidar sahibi olmayan bir toplum görüntüsü çizmek, Kuzey Kıbrıs’ı “Türkiye Cumhuriyetine” (Vilayet olarak da okuyabilirsiniz) dönüştürmek ve siyasetçileri potansiyel “Tayfur Sökmen” (ayrıntılı bilgi için aşağıdaki nota bak) kılığına sokmak, sadece Kıbrıslı Türklerin varlığını tehlikeye atmıyor. Federal çözüm perspektifini de havaya uçuruyor. Çünkü istemeye istemeye olsa da Kıbrıslı Rumların önemli bir kesimi Kıbrıslı Türklerle federal bir devlet kurmaya yönelse de, hiç kimse “Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti” ile federal devlet kurmaya kalkışmayacaktır.
Tayfur Sökmen
“(DHA)- HATAY\'ın ilk ve tek Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen, ölümünün 35\'inci yıldönümünde düzenlenen törenle anıldı.
Havanın yağışlı olması nedeniyle Hatay Valiliği binasında düzenlenen anma törenine Vali Ercan Topaca, Garnizon Komutanı Kurmay Albay Mehmet Ali Tuna, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı CHP\'li Lütfü Savaş, MKÜ Rektörü Prof.Dr. Hasan Kaya, İl Jandarma Alay Komutanı Albay Hasan Koçyiğit, İl Emniyet Müdürü Ali Doğan Uludağ ile Tayfur Sökmen\'in akrabaları, daire amirleri ve öğrenciler katıldı.
Vali Topaca\'nın Atatürk ve Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen\'in anıtına çelenk bıraktığı törende Sökmen\'in hayatını anlatan konuşmalar yapıldı. Bir öğrenci tarafından Tayfur Sökmen için yazılan şiir okundu, ardından Vali Ercan Topaca konuklarını Abdurrahman Melek toplantı salonunda ağırladı. Vali Topaca burada yaptığı konuşmada, Atatürk ve Tayfur Sökmen\'in isimlerinin yaşatılması ve unutulmaması için çalışacaklarını, onların emanetine sahip çıkacaklarını söyledi.
TAYFUR SÖKMEN KİMDİR?
Gaziantep’te 1882’de doğan Tayfur Sökmen, 1’inci Dünya Savaşı’nda, İskenderun’un Fransızlar tarafından işgal edilmesi üzerine Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte Hatay’ın anavatana katılması için çalışmalara başlayıp Hatay\'a gitti. Hatay\'da Fransız Ordusu\'na karşı milli mücadeleyi arkadaşlarıyla birlikte yürüttü. Ankara Anlaşması\'na kadar mücadele eden Tayfur Sökmen, Atatürk ile görüşmelerinin ardından Hatay toprağını kurtarmak üzere vekil seçildi. 14 Ağustos 1938’te Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’ndaki yaverinin aracılığıyla Tayfur Sökmen’e Devlet Reisi olması için mesaj gönderdi. 2 Eylül 1938’de bugünkü Gündüz Sineması\'nda ilk kez toplanan Hatay Millet Meclisi, Hatay Devleti\'ni kurdu. Tayfur Sökmen de oybirliğiyle Hatay Devleti Cumhurbaşkanı seçildi. Sökmen, 3 Mart 1980’da İstanbul\'da hayatını kaybetti. Hatay ise 1939’da anavatana katıldı.”
Önemli Not: Yukarıdaki bilgiler Muğla’da haftalık olarak yayınlanan Haber 48 adlı gazetenin 3 Mart 2015 tarihli internet nüshasından aktarıldı. Yazı toplam olarak 119 defa okundu ve hiç yorumlanmadı.