1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Kuzey Kıbrıs’ın “Ötekileri” ve Ayrımcılık Uygulamaları
Kuzey Kıbrıs’ın “Ötekileri” ve Ayrımcılık Uygulamaları

Kuzey Kıbrıs’ın “Ötekileri” ve Ayrımcılık Uygulamaları

Kuzey Kıbrıs’ın “Ötekileri” ve Ayrımcılık Uygulamaları

A+A-

 

Ali Dayıoğlu
[email protected]

  

Giriş

En demokratik toplumlarda bile bir azınlığın, yani toplumda sayıca az olan, başat olmayan ve çoğunluktan farklı niteliklere sahip bir grubun mensubu olmak zordur. Azınlık mensubu kişiler gerek devletin, gerekse egemen konumdaki çoğunluğun ayrımcı kural ve uygulamalarına maruz kalabilmekte, eşitlik talepleri de görmezlikten gelinebilmekte veya tepkiyle karşılanabilmektedir. Bu konuda mesafe kat etmek ancak uzun soluklu zorlu bir mücadelenin sonunda ve genellikle uluslararası çevrelerin etkisiyle söz konusu olabilmektir.

Bu durum Kuzey Kıbrıs için de geçerlidir. Her ne kadar resmî çevreler ve toplumdaki birçok kesim konuyla ilgili herhangi bir sıkıntının bulunmadığını ve ülkede yaşayan herkesin eşit haklara sahip olduklarını savunsalar da, mevzuattaki eksiklikler, kimi düzenlemeler ve ayrımcı uygulamalar bunun böyle olmadığını göstermektedir. (i) 1974’ten sonra Kıbrıs’taki fiili duruma ve uluslararası standartlara göre Kuzey Kıbrıs’ın “azınlıklarını” oluşturan, toplum tarafından pek görülmeyen, görüldükleri zaman dışlanmışlıkla karşılaşan, bundan dolayı da “Kuzey Kıbrıs’ın Ötekileri” şeklinde değerlendirilebilecek olan Rumların, Marunîlerin, Kıbrıslı Türk Protestanların, Romanların, Alevilerin ve Kürtlerin yaşadıkları sıkıntılar bu durumun somut örneklerini oluşturmaktadır.

Kuzey Kıbrıs’ın “Ötekileri”yle İlgili Uygulamalar

Konuya Rumlar ile Marunîlerden başlamak gerekirse, 1974’ten sonra Kuzey Kıbrıs’ta homojen bir Türk/Kıbrıs Türk ulus-devleti oluşturma gayesi çerçevesinde bu insanlar, özellikle de Rumlar yabancı ve güvenilir olmayan unsurlar şeklinde değerlendirilmişlerdir. Bundan dolayı, yakın zamana kadar, yaşadıkları yerlerden göç etmelerini sağlamak amacıyla bu kişiler bazı haklardan mahrum bırakılmışlar, çeşitli baskıların hedefi olmuşlardır.   Örneğin Rumlar çok uzun yıllar ortaokul ve lise düzeyinde bir okula sahip olamamışlar, Kıbrıs’ın kuzeyi dışında yaşayan akrabalarına miras bırakamamışlar, ibadet özgürlüğünden tam anlamıyla yararlanamamışlar, seyahat özgürlükleri kısıtlanarak gözetim ve denetim altında yaşamaya mecbur bırakılmışlardır. Marunîler de Kormacit/Koruçam dışındaki köylerinin büyük ölçüde askerî bölge sayılması nedeniyle büyük bir mağduriyet yaşamışlar, başta eğitim, din ve ekonomi olmak üzere çeşitli alanlarda birçok sıkıntıyla boğuşmak zorunda kalmışlardır. Bununla birlikte, Rumlara oranla Marunîlerin daha az ayrımcılıkla karşılaştıklarını da söylemek gerekmektedir. Bunun iki nedeni vardır: 1) Kıbrıslı Türkler ile Marunîler arasında geçmişte bir çatışmanın veya gerginliğin yaşanmamış olması;  2) Katolik olmalarından ötürü Marunîlerin özellikle Vatikan’ın koruması altında bulunmaları. Burada belirtilmesi gereken önemli bir husus, Kuzey Kıbrıs’la Güney Kıbrıs arasında karşılıklı geçişlerin Kıbrıs Türk tarafınca serbest bırakıldığı Nisan 2003’ten sonra Marunîlerin yanı sıra Rumlara yönelik baskıların da giderek azaldığıdır. Rumlara yönelik uygulamalar konusunda Türkiye’nin ve Kıbrıs Türk tarafının uluslararası çevrelerce yoğun şekilde eleştirilmeleri ve Karpaz’da yaşayan Rumların haklarının ihlal edilmesinden dolayı da Türkiye’nin 10 Mayıs 2001’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından mahkûm edilmesi böyle bir sonucun ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

Rumlar ve Marunîlerle ilgili olarak belirtilmesi gereken önemli bir husus, mevzuata göre vatandaşlık hakkına sahip olmalarına rağmen, uygulamada bu insanların vatandaş sayılmamalarıdır. Bundan dolayı Rumlar ile Marunîler cumhurbaşkanlığı, parlamento ve belediye başkanlığı seçimlerine aday veya seçmen olarak katılamamaktadırlar. Bununla birlikte, kuzeyde yaşayan bu insanların süresiz ikamet etme gibi vatandaşların sahip oldukları çeşitli haklardan yararlanmaları, onları yabancı uyruklulardan ayırmaktadır. Bu hususlar göz önünde bulundurulduğunda, Rumlar ile Marunîlerin “yarı vatandaş” şeklinde tabir edebileceğimiz “tuhaf” bir statüye sahip oldukları görülmektedir.

Rumların ve Marunîlerin dışında Kuzey Kıbrıs’ta sayıca az olan başka Hıristiyan topluluklar da yaşamaktadır. Bunlardan birini oluşturan Kıbrıslı Türk Protestanların karşılaştıkları en büyük sorun, dinî bir dernek olarak yasal statü kazanmak ve vakıf kurmak için yaptıkları başvurulara olumlu bir cevap verilmemiş olmasıdır. Geçmişte kiliselerindeki ayinleri polis tarafından izlenmişse de, yakın dönemde bu uygulamadan vazgeçildiği belirtilmektedir. Bununla birlikte, Türkiye’de olduğu gibi Kuzey Kıbrıs’ta da Protestanlığı kabul eden Kıbrıslı Türklere ve bu inancı yaymak için faaliyet gösteren misyonerlere zaman zaman kuşkuyla bakıldığını söylemek gerekmektedir.

Yalnızca Kuzey Kıbrıs’taki Hıristiyan gruplar değil, Hıristiyan olmayanlar da ayrımcı davranışlarla karşı karşıya kalmışlardır. Bunların başında da Romanlar, Aleviler ve Kürtler gelmektedir. Konuya Romanlarla başlarsak, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Kıbrıs’ın kuzeyinde de Romanlar yasadışı işlerin başlıca sorumlusu olarak görüldüklerinden birçok alanda ayrımcılıkla karşılaşmışlardır. Ayrımcılıkla ve ayrımcılığın kaçınılmaz sonucu olan ekonomik sorunlarla boğuşan Romanlar çareyi yurtdışına ve Güney Kıbrıs’a göç etmekte bulmuşlardır. Ama, buralarda da ayrımcı davranışlardan kurtulamamışlardır. Romanlarla ilgili olarak belirtilmesi gereken önemli bir husus, karşılaştıkları ayrımcılıktan ve dışlanmışlıktan ötürü zaman içerisinde kendi özgül kimliklerine daha fazla sarılmış olmalarıdır. Bundan ötürü Müslüman Romanlar arasında giderek artan bir nüfus kendilerini “Gurbet”, yazılı olmayan dilerini de “Gurbetçe” olarak tanımlamaya yönelmişlerdir.

Ayrımcı uygulamalardan mağdur olan bir diğer grubu Aleviler oluşturmaktadır. Bunun nedeni, özellikle 2009’dan sonra Türkiye’deki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Hükümeti’nin KKTC’deki Ulusal Birlik Partisi (UBP) iktidarı aracılığıyla Hanefi-Sünni anlayışı Kuzey Kıbrıs’ta kökleştirmek için girişimlerini yoğunlaştırarak çok sayıda projeyi hayata geçirmeye yönelmesidir. Bu durum Alevileri dinsel bir azınlık grubu olma konumuna itmenin dışında, Alevilerin ve seküler bir yapıya sahip Kıbrıslı Türklerin geneli tarafından tepkiyle karşılanmaktadır. Aralık 2015 itibarıyla Kuzey Kıbrıs’taki 200 civarındaki camiye karşılık tek bir cemevinin bulunmaması ve ağırlıklı olarak Hanefi-Sünni öğretisine yer verilen “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” derslerinin 2009-2010 ders yılından itibaren dördüncü sınıftan sekizinci sınıfa kadar zorunlu kılınması Alevilerin en fazla şikâyetçi oldukları konulardır. Bununla birlikte, Mayıs 2015’te KKTC Bakanlar Kurulu’nun inşası sürmekte olan “Cemevi ve Kültür Kompleksi” için 250.000 TL tutarında bir katkı sağlanacağını açıklaması  Alevilerin konuyla ilgili mağduriyetlerini giderme yönünde önemli bir adım olarak değerlendirilmiştir. 

Türkiye’de olduğu gibi, Kuzey Kıbrıs’ta da etnik kimliklerini öne çıkaran Kürtlere yönelik baskılar söz konusu olmuştur. Bu baskılar, evlerin basılmasından, sınır dışı etmelere, işten çıkarmalardan, çocuklara Kürtçe isim konulmasının engellenmesine kadar geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Bununla birlikte, 2013’te başlayan “İmralı Süreci” Kuzey Kıbrıs’ta da etkisini göstermiş, baskılarda hissedilir bir azalma olmuştur. Fakat 20 Temmuz 2015’te Şanlıurfa’nın Suruç ilçesindeki katliamın ardından devletle PKK arasındaki çatışmaların yoğunlaşması ve giderek savaş halini alması Kıbrıs’ta yaşayan ve etnik/dilsel kimliklerini korumak isteyen Kürtlerin çeşitli sorunlarla yeniden karşılaşabilecekleri endişesini doğurmuştur.     

Sonuç

Görüldüğü gibi, Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşayan ve azınlık olarak değerlendirilebilecek olan gruplar çeşitli sorunlarla karşı karşıyadırlar. Her ne kadar 2000’li yıllarda bu gruplara mensup kişilerin hakları konusunda kimi olumlu adımlar atılmışsa da, mevzuattaki eksiklikler bu yönde daha ileri uygulamaların hayata geçirilmesine engel olmaktadır. Bu nedenle, Kıbrıs’ta nihai bir çözüme ulaşılıncaya kadar başta Anayasa olmak üzere tüm mevzuat, insan ve azınlık haklarıyla ilgili uluslararası belgelerin ışığında elden geçirilerek ayrımcılığın önlenmesine ve azınlıkların korunmasına yönelik düzenlemeler yapılmalıdır. Elbette bu yeterli değildir. Önemli olan, hakların kâğıt üzerinde kalmaması, uygulamaya sokulmasıdır. Bunun için de, mevzuatta yapılacak düzenlemelerin uygulanmasını gözetecek kurumların oluşturulması veya var olanlara bu görevin verilmesi önemli bir gereklilik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kurumlar aracılığıyla Kuzey Kıbrıs’taki siyasal otoritenin azınlıklara mensup kişilerin haklarına müdahale etmeme gibi pasif bir yükümlülük üstlenmesinin dışında, haklarının yerine getirilmesini gözeterek çoğunlukla gerçek eşitliğin elde edilmesini sağlama yönünde aktif, pozitif sorumluluk yüklenmesi şarttır.

Konuyla ilgili atılacak adımlar bunlarla sınırlı kalmamalıdır. Toplum içerisinde “farklılıklara” saygıyı gözeten ve farklı kültürlerin barış içerisinde birlikte yaşamalarını sağlayacak olan “çokkültürcü” bir yapının oluşturulması gerekmektedir. Bunun için de müfredatın bu doğrultuda yeniden yapılandırılmasına öncelik verilmelidir. Ayrıca, farklı kültürlere sahip toplulukların ve bireylerin birbirleriyle daha sık temasa geçip birbirlerinin dertlerini daha iyi anlamalarının ve birbirlerini daha iyi tanımalarının yolları aranmalıdır. Bu noktada özellikle sivil toplum örgütlerine büyük iş düşmektedir. Sivil toplum örgütleri bu doğrultuda yapacakları çalışmalarla Kıbrıs’ın tüm Kıbrıslıların ortak vatanı olduğu anlayışını geliştirmeleri gerekmektedir. Böyle bir anlayışın geliştirilmesi Kıbrıs’taki kalıcı barış için elzem niteliktedir.

 

----------------------------------

(i) Daha da ötesi, söz konusu kesimler uluslararası standartlara göre azınlık olarak nitelendirilebilecek olan grupları bu şekilde değerlendirmekten kaçınmaktadırlar. Mevzuatta da azınlık haklarıyla ilgili herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Bununla birlikte, KKTC Cumhuriyet Meclisi’nin 12 Mart 1996’da Çocuk Hakları Sözleşmesi’ni, 19 Temmuz 2004’te de Her Türlü Irk Ayrımcılığının Kaldırılması Uluslararası Sözleşmesi ile Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ni kabul edip iç hukukun parçası haline getirdiklerini hatırlatmak gerekir. Özellikle Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin 27., Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin de 30. maddesinin kabulü, KKTC yönetimini, azınlıkların kimliklerini koruma yönündeki faaliyetlerine karışmama gibi pasif bir tutum almanın yanı sıra, bu yöndeki faaliyetlerini kolaylaştırıcı önlemler alma konusunda bir de aktif, pozitif yükümlülük altına sokmuştur.

  Konuyla ilgili ayrıntılı bir inceleme için bkz. Ali Dayıoğlu, Kuzey Kıbrıs’ın “Ötekileri”: Rumlar, Marunîler, Romanlar, Aleviler, Kürtler, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2014. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Millet Sistemi’nin etkisiyle, aynen Türkiye’de olduğu gibi, Kuzey Kıbrıs’ta da fiilen de olsa yalnızca Hıristiyanlar (Kıbrıslı Türk Protestanlar hariç) azınlık sayılmakta, Romanlar, Aleviler ve Kürtler ne resmen ne de fiilen azınlık olarak görülmektedirler. Zaten, bu gruplar, özellikle de Aleviler ve Kürtler “azınlıklar Gayrimüslimlerdir, dolayısıyla da ikinci sınıf vatandaştırlar” anlayışı nedeniyle kendilerini azınlık olarak kabul etmemektedirler. Bununla birlikte, başat etnik, dinsel ve dilsel kültüre karşı özgül kimlik ve kültürlerini ısrarla korumaya çalışmaları nedeniyle uluslararası standartlar açısından bu grupları azınlık olarak değerlendirmek mümkündür. Yalnız, burada asıl önemli olan, bu grupların kendilerini nasıl tanımladıklarına saygı göstermenin dışında azınlık haklarından yararlanmalarını sağlayacak koşulları yaratmaktır. Yani, kendilerini azınlık olarak görmeseler bile bu “dezavantajlı” gruplara azınlıkların yararlandıkları hakları tanımak, böylece çoğunlukla eşit hale gelip eşit haklardan yararlanmalarını sağlamak gerekmektedir. Konuyla ilgili geniş bir değerlendirme için bkz. Dayıoğlu, a.g.e., s. 5-11.
  Ulus-devlet, ulusunu tek kimlikli (homojen) kabul eden devlet türüdür. Bunu gerçekleştirmek için koşullara göre şu yöntemlerden birini veya ikisini birlikte uygular: 1) Asimilasyon (alt-kültürlerin başat kültür içinde eritilmesi); 2) Etnik/dinsel temizlik. Bu devlet türü alt-kimlikleri yok saydığından demokratik değildir. Konuyla ilgili geniş bilgi, özellikle de ulus-devlet ile üniter devlet arasındaki farklar için bkz. Baskın Oran, “Kürt Sorununda Anlatılan Fransa Masalları”, Radikal, 6-11 Eylül 2009. 
  1963’te Kıbrıslı Türkler, 1974’te de Marunîler göç edene kadar Ayia Marina/Gürpınar köyünde bu iki topluluğun birlikte yaşadıklarını, hatta akrabalık ilişkisi içerisinde olduklarını hatırlatmakta fayda vardır.
  Bir diğer Hıristiyan azınlık grubu Yehova Şahitleridir. 2014
  Bir diğer Hıristiyan azınlık grubu Yehova Şahitleridir. 2014 yılı itibarıyla sayılarının 90 kadar olduğu belirtilen Yehova Şahitleri (İsmail Volkan, “KKTC’de 90 Mensubu Var”, Kıbrıs, 1 Ağustos 2014) geçmişte kimi sorunlar yaşamışlarsa da, Aralık 2015 itibarıyla devletten ve toplumdan baskı görmediklerini ve herhangi bir şiddet olayına maruz kalmadıklarını ifade etmektedirler.
  Güney Kıbrıs’ta yaşayan Hıristiyan Romanlara ise “Mandi” denilmektedir.
  Didem Menteş, “‘Cem Evi’ İçin 250 Bin TL”, Yenidüzen, 25 Mayıs 2015.

Bu haber toplam 3057 defa okunmuştur
Gaile 356. Sayısı

Gaile 356. Sayısı