“Kuzey Kıbrıs’ta FETÖ uzantıları vardır”
2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Yaveri, Emekli Albay Savaş Dağlı, Kuzey Kıbrıs’ta FETÖ’nün olmadığı teorisine inanmadığını, mutlaka uzantıları olduğunu söyledi
Ödül AŞIK ÜLKER
2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat’ın Yaveri, Emekli Albay Savaş Dağlı, Kuzey Kıbrıs’ta FETÖ’nün olmadığı teorisine inanmadığını, mutlaka uzantıları olduğunu söyledi.
Emekli Albay Dağlı, “Çünkü bizim ülkemiz aslında bol özgürlüklü, kimsenin kimseye çok karışmadığı bir yer. Tanınmamışlık nedeniyle burada yapılacak faaliyetler kimse tarafından incitilmeden devam edebilir” dedi.
Dağlı, “İki Sivil Savunma eski Başkanı da tutuklandı. Sivil Savunma Başkanı olmak bu ülkede önemli bir görevdir. Üst düzeydir, dolayısıyla onların da yardımıyla burada bu örgütlenmenin var olduğuna ben inanırım” diye konuştu.
Kuzey Kıbrıs’ta iyi bir istihbarat ağı olduğunu kaydeden Dağlı, Bakanlar Kurulu’nun FETÖ/PDY’nin terör örgütü listesine alınması kararının bu tür faaliyetleri suç kabul eden yasalar olmadığı için anlamsız olduğunu belirtti.
Emekli Albay Savaş Dağlı, Türkiye’deki darbe girişiminin kendisi için sürpriz bir gelişme olduğunu söyleyerek, bunun Türkiye’nin sınırlarını değiştirmeye yönelik bir hareket olduğunu söyledi.
Emekli Albay Savaş Dağlı, “Benim en büyük korkum, Büyük Ortadoğu Projesi’nde adım adım ilerleme olmasıdır. Orduda şimdi zaafiyet mevcuttur. Suriye ve Irak’ta da bir Kürt koridoru geliştirilmeye başlandı. Daha sonra bu, hedeflendiği gibi Kürt devletine dönüşürse, o zaman Türkiye’nin güvenliği yerle bir olur. Gidişat ona doğrudur, belki de bu darbe girişimi Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştirmenin bir adımıydı. Kimisi ‘darbe denemesi’ der, kimisi ‘kalkışma’ der, kimisi ‘iç savaşa yönelik’ hareket der. Ama kim ne derse desin bütün bu olaylar Türkiye’nin sınırlarını değiştirmeye yöneliktir” diye konuştu.
“Türkiye parçalansaydı kime yarayacaktı? Büyük Ortadoğu Projesi’ne yarayacağı için ben kesinlikle bu kalkışmada Amerikan parmağı olduğuna inanırım” diyen Emekli Albay Dağlı, istihbaratta zaafiyet olmadığını ancak önemsememe olabileceğini belirtti.
Emekli Albay Savaş Dağlı, şunları söyledi:
“Bu yapının hazırlanışı, paralel devlet dedikleri veya FETÖcülerin devletin tüm mekanizmalarına girişi zaten hükümetin birlikte yaptığı birşeydi. Onların isteği doğrultusunda, beraber yaptıkları birşeydi. Din kardeşi olarak bu yollarda beraber yürürlerdi. Beraber yaptılar, esas zaafiyet buradadır. Balyoz ve Ergenekon davalarında ulusalcıları tasfiye ederlerken, alt kadrolardan cemaatçilerin geldiğini biliyorlardı. Görmek isteyen görürdü. ‘Bizden olsun da kim olursa olsun’ diye düşündüler herhalde, ama şu anda çok pişmandırlar sanırım.”
Dağlı, Türkiye’nin güçlü, ordusuyla övünen bir yapı olduğuna dikkat çekerek, bir ordunun veya devlet yapısının içine dini unsurlar sokulduğu taktirde içten çürüyüp parçalamaya, zayıflatmaya başladığını söyledi.
“Sürpriz bir gelişme”
Soru: Türkiye’de bir darbe girişimi yaşandı. Emekli bir asker olarak bu girişimi nasıl değerlendiriyorsunuz, sizin için sürpriz bir gelişme miydi?
Dağlı: Aslında sürpriz bir gelişmeydi çünkü ben Türkiye’de bu saatten sonra artık darbe olamayacağını düşünürdüm, darbeler dönemi kapanmıştı. Türkiye’nin yüzü Avrupa’ya dönük, dünya ile sıkı ilişkileri var. Artık bu saatten sonra darbe olmaz diye düşünürdüm. O gece erken sayılabilecek bir saatte televizyon izliyordum. Birden alt yazılar geçmeye başladı, “Ankara üzerinde uçaklar , helikopterler uçuyor, Genel Kurmay’ın önünde polisler toplanmış, ambulanslar orada” denince, televizyonlarda duyumu alınan bir terör hareketiyle ilgili hazırlık olduğuna dair yorumlar yapılmaya başlandı. Biz de öyle zannettik, darbe aklımın ucundan geçmezdi. 12 Eylül Darbesi olduğunda ben lisede son sınıftaydım. Onunla karşılaştırdım. Televizyonda tek kanal olan TRT’yi açtığımızda, Kenan Evren yanında diğer kuvvet komutanlarıyla, askerin iradeye el koyduğuna dair bildiriyi okuyordu. Bu siyah beyaz görüntüyü hep hatırlarım, beni etkilemişti. Onunla kıyasladığımda, burada öyle birşey yok, henüz bir bildiri okunmamış, Ankara üzerinde uçaklar uçmakta, helikopterler bazı yerleri ateş altına alıyor, patlama sesleri, insanlar panik içinde, henüz daha evlerine gitmeye çalışıyorlar, televizyonlardan yorumlar yapılmaya çalışılıyor ama daha ne olduğu belirsiz. Bundan dolayı “bu bir darbe olamaz” diye düşündüm, ta ki Başbakan Binali Yıldırım’ın açıklamasına kadar, ki o da kalkışma kelimesini kullandı. Darbe demedi, kalkışma dedi. Olayları takip ettikçe bir askeri darbe yapılmaya çalışıldığını anladım ama kimin ne yaptığı belli değildi. Çünkü bu olayı sahiplenen komutan diyebileceğimiz bir lider yoktu. Bütün kanallar açık, internet devam ediyor. TRT’de “Yurtta Sulh Konseyi” imzalı bir bildiri okutulduğunu gördüm. Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” prensibini çağrıştırıyordu, bildiride laik kelimesi de geçtiği için Kemalistlerin, ulusalcıların darbe yaptığı izlenimini edindik. Ama görevden alınan bir bakan yok, başbakan, cumhurbaşkanı görevi başında, herkes bildiri yayınlıyor, bütün kanallarda konuşuyor. Zaman geçtikçe, halkı da sokakta görünce, “böyle darbe olmaz” dedim ve bu darbe değil, kalkışmadır diye düşündüm. Birileri birşeye kalkıştı ama darbe olamaz.
----------
“Cemaat üyesi öğrenciler kendilerini çok iyi saklarlardı”
Soru: Bu kalkışmanın FETÖ bağlantısı konuşuluyor. Böyle bir bağlantı olasılığını nasıl değerlendirisiniz?
Dağlı: Ben Kara Harp Okulu’na 1980 darbesinden bir yıl sonra, 1981 yılında gittim. Şimdi düşündüğüm zaman, askeri okulda dini faaliyet içinde olan gruplar, dinin ön planda olduğunu hissettiren öğretmenler veya faaliyetler hiç görmedim, zaten buna fırsat verilmezdi. 1981-1985 arasında okuldayken gördüğümüz, bazı arkadaşların ders esnasında sınıftan çağrılıp, sorgulanıp, bir saat sonra ellerinde küçük bir çantayla, sivil kıyafetle okuldan gönderildikleriydi. Hep neden gittiklerini sorardık, bize “irticai faaliyette bulundu, onun için okuldan uzaklaştırdık” yanıtını verirlerdi. O zamanlar irtica faaliyeti terimi ön plandaydı. Bize bu öğrencilerin haftasonları bazı evlerde dini faaliyet yaptıklarının tespit edildiği söylenirdi. O şekilde bu öğrenciler tespit edilip, okuldan atılırdı.
Ben harp okulundaki müfredatı düşündüğümde “Atatürkçülük” diye zorunlu ve ciddi eğitim olan dersler vardı. En küçük kardeşim de, 1985-1990 yılları arasında Kara Harp Okulu’na gitti. Benim dönemimle onun dönemini kıyasladığım zaman dini faaliyetlere, dini unsurlara daha yumuşak bir gözle bakıldığını, bu tür çocukların arttığını ve kendi aralarındaki faaliyetlere pek ses çıkarılmadığını görüyorum. Fethullah, 1970’lerden itibaren orduya, emniyet birimlerine, adalet sistemine sızmaya başladı. Askeri okullara ise bu sızmalar 80’lerin ortasından sonra hızlandı. Aslında cemaat üyesi olan bu öğrenciler kendilerini çok iyi saklarlardı. Çok sempatik, dostane sohbetler yaparlardı. Bildiğim kadarıyla kendilerine verilen talimat, “gerekirse içki içeceksiniz, arkadaşlarınızla kızlarla gezeceksiniz. Hiçbir zaman kendinizi belli etmeyeceksiniz” şeklindeydi, hatta Fethullah’ın bir sözü olduğunu söylerler “ülkenin en kritik, can damarlarına hissettirmeden ulaşacaksınız, bir gün gelecek size ihtiyacımız olacak”...
“Aceleye geldi”
Soru: Sizce bu kalkışma neden başarısız oldu?
Dağlı: Çok bilinmeyenli denklem gibi birşey. İstihbaratın yetersiz olduğu söylenir. İstihbaratın başındaki kişi olan Hakan Fidan’ın olayı zamanında bildirmediğini, Cumhurbaşkanı’nın dahi eniştesinden öğrendiğini, Hakan Fidan’ın kardeşinin Fethullah Gülen’in danışmanı olduğunu ve Pensilvanya’da yaşadığını öğreniyoruz. Bu iki kardeş konuşmuyor muydu? Yani bilgi alışverişi yapmıyorlar mıydı? Bunlar hep soru işareti.
Bir darbe yapılacak olsaydı, sabah erken, herkes uyurken yapılırdı. Saat 22:00’de insanlar sokaktayken yapılmazdı. Yani zamanlama uygun değildi. Veya köprüyü kapatarak, köprünün başında durup insanları öldürerek, kimseyi geçirtmeyerek ne elde edilir? Darbede öncelikle Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar görevden alınır, bütün TV kanalları kapatılır, internet çalıştırılmaz, kimse ne olduğunu bilmez. Birkaç gün sonra askeri darbe olduğu anlaşılır. Bu darbede zaman planlaması, teknik hatalar var. Bir de sanırım bunu panik içinde yaptılar. Birşeyleri kaybediyorlardı, atamalar listesi, görevden alınanlar listesi vardı. Devlet mekanizması içine sızmış paralel devletin mensubu fertler görevden alınacaktı. Eğer bu darbeyi 5-6 yıl sonra yapsalardı, zaten Genel Kurmay Başkanı, gelen hiyerarşik sıraya göre, Fethullah Gülen’in en yakın adamı olacaktı. Çok kolay bir darbe olurdu. Aceleye geldi, çoğu kişi buna “bir darbe denemesiydi, karşı tarafın gücünü görmek istediler” diyor.
---------
“Tekrardan toparlanmaları çok zordur”
Soru: Sizce bu darbe bastırıldı mı yoksa yeniden denenir mi?
Dağlı: Bir ordunun bir darbeyi başarabilmesi için önce halk desteği olması lazım. Halk desteklemezse, sokağa çıkar ve sizi engellemeye çalışırsa, tüm komuta kademesi de işin içinde yoksa, bir bütün olunmazsa darbe hiçbir zaman başarılı olmaz. Tekrardan toparlanmaları ve başarılı olmaları çok zordur. Zaten ulusalcı kesim Fethullah Gülen’in yandaşlarının darbe girişimini kesinlikle desteklemedi hatta engelledi.
Amerikan parmağı...
Soru: Sizce dış etkenler ne kadar etkiledi ya da destekledi?
Dağlı: Bu tür darbelerde her zaman CIA’in varlığı söylenir. Pensilvanya’daki çiftlik CIA’in dibindeyse, Fethullah Gülen’e de oralarda ikinci adam deniyorsa, CIA ajanı Berkey’le sürekli temas halindeyse ve darbenin olduğu saatlerde de Berkey Büyükada’da oteldeyse... Bu darbeden kimin çıkar sağlayacağına bakmak lazım. Türkiye parçalansaydı kime yarayacaktı? Büyük Ortadoğu Projesi’ne yarayacağı için ben kesinlikle bu kalkışmada Amerikan parmağı olduğuna inanırım.
“Şu anda çok pişmandırlar sanırım”
Soru: İstihbarat konusunda zaafiyet söz konusu mu sizce?
Dağlı: İstihbaratta zaafiyet olduğunu düşünmüyorum. Çünkü yapılan her faaliyet, atılan her adım istihbarat kaynakları tarafından tespit edilir, yorumlanır ve ona göre karşı tedbir alınır. Zaafiyet olduğuna inanmam, önemsememe, göz yumma olabilir veya sanırım darbenin şimdi olmayacağını düşündüler. Bu yapının hazırlanışı, paralel devlet dedikleri veya FETÖcülerin devletin tüm mekanizmalarına girişi zaten hükümetin birlikte yaptığı birşeydi. Onların isteği doğrultusunda, beraber yaptıkları birşeydi. Din kardeşi olarak bu yollarda beraber yürürlerdi. Beraber yaptılar, esas zaafiyet buradadır. Balyoz ve Ergenekon davalarında ulusalcıları tasfiye ederlerken, alt kadrolardan cemaatçilerin geldiğini biliyorlardı. Görmek isteyen görürdü. “Bizden olsun da kim olursa olsun” diye düşündüler herhalde, ama şu anda çok pişmandırlar sanırım.
“Türkiye’yi yönetenler darbe girişiminden ders almalı”
Soru: Çok sayıda öğretim görevlisi, üst düzey asker, hakim, memur görevden alındı. Şimdi OHAL ilan edildi. OHAL ilan edilmiş olmasını nasıl değerlendirirsiniz?
Dağlı: OHAL ilan edildi, her karar kanun gücünde kararnamedir. Bunu devletin çıkarları için makul ölçülerde kullanacaklarını söylediler. Belki de darbe girişiminden sonra çıkması normaldir ama OHAL uygularken, Türkiye’yi yönetenler birşeylerden ders almayı düşünmelidir. Darbe girişiminden ders almalı, Türkiye’nin tek sahibinin sadece dindar vatandaşlar veya ulusalcılar değil, ülkenin bir mozaik olduğunu görmelidirler. Çünkü bu olaylardan ders alınmazsa ve intikam hissiyle kendilerine düşman hissettikleri herkesi temizlemeye kalkarlarsa, yeni bir kaos olacak. OHAL olması normaldir ama intikam duygularıyla hareket ederlerse ülkede kaos olur.
“Orduda şimdi zaafiyet mevcuttur”
Soru: Şu anda Türkiye’nin Ortadoğu’daki pozisyonunu nasıl görüyorsunuz?
Dağlı: Türkiye güçlü, ordusuyla övünen bir yapıydı. Bir ordunun içine veya bir devlet yapısının içine dini unsurları soktuğunuz taktirde onu içten çürütüp parçalamaya zayıflatmaya başlarsınız. Ordu güçlü idi. Şimdi orduda yeni bir yapılanmaya gidileceği söyleniyor. Ama Osmanlı’dan bugüne kadar darbeler tarihine bakıldığında her yeni askeri oluşum sonrasında pek başarı elde edilmediği görülür. Benim en büyük korkum, Büyük Ortadoğu Projesi’nde adım adım ilerleme olmasıdır. Orduda şimdi zaafiyet mevcuttur. Suriye ve Irak’ta da bir Kürt koridoru geliştirilmeye başlandı. Daha sonra bu, hedeflendiği gibi Kürt devletine dönüşürse, o zaman Türkiye’nin güvenliği yerle bir olur. Gidişat ona doğrudur, belki de bu darbe girişimi Büyük Ortadoğu Projesi’ni gerçekleştirmenin bir adımıydı. Kimisi “darbe denemesi” der, kimisi “kalkışma” der, kimisi “iç savaşa yönelik” hareket der. Ama kim ne derse desin bütün bu olaylar Türkiye’nin sınırlarını değiştirmeye yöneliktir.
---------
“Mutlaka burada uzantıları vardır”
Soru: Bu konuların Kıbrıs’a yansıması nasıl olur? Başbakan Özgürgün önce “burada da var” dedi, şimdi ihbarların asılsız çıktığını söylüyor. Başbakan Yardımcısı Denktaş, “beni Kıbrıs’ta FETÖ uzantısı olduğuna kimse inandıramaz” dedi. Diğer taraftan da burada görev yapmış, örneğin iki Sivil Savunma eski Başkanı’nın orada tutuklandığını görüyoruz. Sizce uzantı var mıdır?
Dağlı: Ben Kuzey Kıbrıs’ta FETÖ’nün olmadığı teorisine inanmam, mutlaka burada uzantıları vardır. Çünkü bizim ülkemiz aslında bol özgürlüklü, kimsenin kimseye çok karışmadığı bir yer. Tanınmamışlık nedeniyle burada yapılacak faaliyetler kimse tarafından incitilmeden devam edebilir. Sonuçta halkın içindeyiz. Görüyoruz. Bir arkadaşım, yan komşusunun örtülü, Karadenizli bir öğrenci olduğunu, sürekli merhabalaştıklarını söylerdi. Bir gün kız saçlarını açmış, giyinmiş, valizini almış ve arkadaşıma seslenmiş, gidiyor. Arkadaşım “ne oldu kızım, saçını başını neden açtın” diye sormuş, kız da “okul bitti amca, ablalardan kurtuldum, eve dönüyorum” demiş. Yani kıza burada baskı yapan, para veren, yönlendiren ablaları, ağabeyleri vardı. Kuzey Kıbrıs’ta bu görüntüler arttıkça bunların paralel uzantılarının olduğu anlaşılır. Bu öğrencilerin kaldığı kaç tane yurt olduğu, boşaltıldığı açıklandı.
Söylediğiniz gibi, iki Sivil Savunma eski Başkanı da tutuklandı. Sivil Savunma Başkanı olmak bu ülkede önemli bir görevdir. Üst düzeydir, dolayısıyla onların da yardımıyla burada bu örgütlenmenin var olduğuna ben inanırım.
“Kuzey Kıbrıs’ta istihbarat ağı çok gelişmiştir”
Soru: Kuzey Kıbrıs’taki istihbaratı nasıl görüyorsunuz? Güvenlik zaafiyeti var mıdır?
Dağlı: Aslında Kuzey Kıbrıs’ta iyi bir istihbarat ağı vardır. Hatta “her 5 kişiden biri istihbaratçıdır” denir. İstihbarat ağı çok gelişmiştir. İstihbaratı toparlayanlar, bunu daha sonra yorumlayanlar buradaki FETÖ faaliyetlerini önemsiz görüp, polisimizi uyarmazsa, bu gruplara dokunulmaz diye dokunmazlarsa, bunları istihbarat biliyor ama birşey yapılmıyor demektir. Kıbrıs’ta istihbarat vardır ve çok iyi çalıştığına inanıyorum. İstihbarat birimleri alış veriş halindedir, koordinelidirler, belki sadece dini faaliyetler tehlikesiz görülüp dokunulmaz.
Bildiğim kadarıyla yasalarımızda herhangi bir dini faaliyeti kısıtlayıcı birşey de yoktur. Geçmişte herkes dinini özgürce yaşardı. Din, vicdan hürriyetiyle alakalıdır. Dini ibadet konusunda da herkes bugüne kadar birbirine saygıyla davrandı. Dolayısıyla bunu bir güvenlik zaafiyeti içinde yorumlamamak gerekir. Bizde Bahailer, Yehovalar, bazı Hristiyan gruplar var, Müslüman grupların da çalışmasını yasaklayan birşey yoktur. Polis de yasaya aykırı birşey yoksa neye göre hareket edecek? Bunun yasası olmalıdır.
“Bakanlar Kurulu kararı anlamsız”
Soru: FETÖ/PDY terör örgütü listesine alındı. Böyle bir liste olup olmadığı da tartışılıyor. Bu çalışmaları terör faaliyeti gibi değerlendirmek mümkün müdür?
Dağlı: FETÖ/PDY terör örgütü olarak listeye yeni alındı. Zaten bunlardan ülkemizde bir tehlike geleceği düşünülmediği için böyle bir listemiz yoktu. Sanırım TC ile yapılan istişareler neticesinde bu karar alınmıştır. Bu karar Türkiye’deki olaylara ne kadar üzüldüğümüzü ve bu olayları düzeltme çabalarına yaptığımız bir destektir. Bakanlar Kurulu bu kararı alabilir ama bu faaliyetler içinde olanları suçlayacak bir yasa yoksa, bu karar anlamsızdır.
“Barışı sağlamak için asker oldum”
Soru: Biraz da sizin anılarınızdan bahsedelim...1974 yılındaki Muratağa-Atlılar-Sandallar katliamlarından ailenizle şans eseri kurtulduğunuzu okumuştum. Olayı biraz anlatır mısınız, asker olmak istemenizde bu olayların etkisi oldu mu?
Dağlı: Çocukluğumun bir bölümü katliam köylerinden biri olan Sandallar’da geçti. 1971-74 arasında orada kaldık. Babam öğretmen olduğu için bir köyden başka bir köye tayin olurdu. 1974’den önceki son tayini Sandallar köyüne olmuştu. 4 kardeşiz, hepimiz orada ilkokula gittik. Sandallar köyü çok küçük bir köydü. 1974 yılında Rumların köyde katliam yaptığını, tüm arkadaşlarımızın, komşularımızın öldürüldüğünü tatil için gittiğimiz ve kurtulduğumuz babamın köyü olan Tatlısu köyünde öğrendik. Babam orada öğretmen olduğu için bütün ev eşyalarımız Sandallar köyündeydi. Babam esir alınmıştı. Esir kampından dönünce eşyalarımızı almak için Sandallar köyüne gitik. Tüm kapılar, pencereler kırık ve açıktı, ortalıkta insan yok, bütün çocuklar öldürülmüştü. Kardeşlerimle sağlam kalan eşyalarımızı topladık, bir kamyona yükledik ve Lefkoşa’da nenemizin yanında kalmaya başladık. En yakın arkadaşlarımız, Rumlar tarafından öldürülmüş, 11 yaşında olan benim de bütün çocukluğum onlarla birlikte ölmüştü. Orada savaşın acı yüzünü görüp, savaşın sadece ölüm getirdiğini gördüm. Bu bende kin duygusu besleyeceğine, barış yapmanın, birlikte yaşamanın yollarını aramanın ne kadar önemli ve değerli olduğunu anlamamı sağladı. Bu olay mutlaka bilinç altıma etki etmiş ve asker olup bu ülkede birşeyler yapabilme, ülkemi koruyabilme, barış adına birşeyler yapma arzusu doğurdu. Ben barışı sağlamak için asker oldum, birilerini öldürmek için değil. Komşularımız Rumlarla, başka ülkelerle veya inançları farklı olan insanlarla da barış sağlamayı amaçladım. Bütün hayatım boyunca da her zaman barışı savundum.
---------
Askerdeki intiharlar...
Soru: Asker olduktan sonra sizi şaşırtan, tuhaf gelen, etkileyen bir anınızı paylaşır mısınız?
Dağlı:Askerdeki intihar olayları beni çok etkilemişti. Gecenin bir vaktinde bir intihar olayı ile ilgili görevli olarak birliğe çağrılmak, o acı durumu yaşamak çok sarsıcı birşeydir. O dönem General Ali Nihat Özeyranlı’ydı ve o dönemde Güvenlik Kuvvetleri’nde intiharlar çok yaygındı. Bulaşıcı bir hastalık gibi askerler intihar ediyordu. O dönemde Dr. Mehmet Çakıcı askere girmişti. Bölükleri tek tek gezip araştırma yapmıştı, Psikolojik Danışma Merkezi kurulmuş ve kısmen de intiharların önüne geçilmişti. İlginç bir kader, Tümgeneral Ali Nihat Özeyranlı emekliye ayrıldıktan sonra intihar ederek öldü.
1997 yılında kızım Ezgi doğacağı zaman da sıkıntılı bir gün yaşamıştım. O dönemde ben Mağusa’daki 7. Taburda hem birlik komutanıydım hem de disiplin ve soruşturma subayıydım. O günlerde Güney’e firar eden askerlerin önce soruşturmasını yapardık, askeri mahkemede yargılandıktan sonra hapishaneye teslim ederdik. Böyle bir görev için brandalı Land-Rover cip ile mahkemeden tutuklama emrini almak için tutuklu bir askerle Lefkoşa’ya geldik. O dönemde cep telefonları yeni çıkmıştı ve ben de birkaç gün önce almıştım. Eşim aradı, rahatsızlandığını, doktora gittiğini ve acil doğuma gireceğini söyledi. Ben Lefkoşa’daydım, mahkemeden tutuklama emrini almam, dosyayı Komutanlık’a ulaştırmam ve askeri de hapishaneye teslim etmem gerekiyordu. Bütün bunları uçar gibi yapıp, Mağusa’ya dönüp son dakikada eşim doğuma girmeden önce yetiştiğimde yaşadıklarımı unutamam. Henüz 6 yaşında olan oğlum Ekin, annesinin doğum çantasını almış, benim gelmediğimi görünce bu görevi üstlenmişti. Bu beni çok duygulandırmıştı.
Yıllar sonra Sayın Cumhurbaşkanı Talat’ın yaveri olunca görüşmeler için ara bölgeye gitmeye başladık. Hristofyas’ın yaveri bir polis binbaşıydı, Andreas. Çok iyi Türkçe konuşurdu. Özel ders alıp Türkçe öğrenmiş. Bir gün Andreas’a “1997’de sen nerede görevliydin” diye sordum. “Larnaka” dedi. “Senin çok iyi Türkçen var, bizden kaçan askerleri sen mi sorgulardın” dedim, “hayır” dedi. Ben de kendisine “senin sorguladığını biliyorum ama bizim bir askerimiz size sorguda hep yanlış bilgi vermiş” dedim. Gülmüştü.
Denktaş ve Talat arasındaki diyalog...
Soru: Yaver olduktan sonra yaşadığınız veya tanık olduğunuz bir olayı anlatır mısınız?
Dağlı: Cumhurbaşkanları Sayın Talat ve Denktaş ile birlikte helikopterle Erenköy’deki törenlere gittik. Tören sonrasında sohbet ederken Rahmetli Cumhurbaşkanı Denktaş, “sabah boncukla (köpeği) kavga ettim, dönünce barışmaya nasıl ikna edeceğim” dedi. Sayın Talat da “Sayın Başkan, 40 senedir bu halkı ikna ettiniz, bir köpeği mi ikna edemeyeceksiniz” dedi. Onlar gülüştüler ama oradaki general bir tatsızlık olacak diye çok gerilmişti. Zaten baba-oğul gibiydiler.
Soru: Son olarak ne söylemek istersiniz?
Dağlı: Ben Kıbrıs Türk halkının hala laik görüşte ve laikliğe inanmış bir halk olduğunu düşünürüm. Buradaki insanların vicdanları hürdür. Her zaman da barışçıl, demokratik, laik ve hukukun üstünlüğüne inanan bir toplum olacaktır.