1. HABERLER

  2. RÖPORTAJ

  3. KUZEY KIBRIS’TA MS …
KUZEY KIBRIS’TA MS …

KUZEY KIBRIS’TA MS …

MS’e, Kıbrıslı Türklerde sık rastlandığı, Kıbrıslı Türklerin oto-ümmin hastalıklara daha yatkın olduğu belirtildi.

A+A-

KKTC’de, Lefkoşa Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi Nöroloji Bölümü’nde takip edilen 200 MS (Multiple Skleroz) hastası olduğu; bu sayının, yurt dışında veya özel kliniklerde tedavi olanlar, rahatsızlığı hafif seyrettiği için durumunun farkında olmayanlarla 250’ye ulaşabileceği bildirildi.

Merkezi sinir sistemini etkileyen oto-ümmin bir hastalık olan MS’e, Kıbrıslı Türklerde sık rastlandığı, Kıbrıslı Türklerin oto-ümmin hastalıklara daha yatkın olduğu belirtildi.

Kıbrıs Türk Nörolojik Bilimler Derneği Genel Sekreteri Dr. Sıla Usar İncirli, kapalı gen havuzundan dolayı ada ülkelerinde yaşayan insanların oto-ümmin rahatsızlıklara daha sık yakalandığını dile getirdi.

MS’in çoğunlukla 20 ile 40 yaş grubu arasındaki kişileri etkilediğini belirten Sıla Usar İncirli, MS’e yakalanma konusunda kadınların erkeklere göre iki kat daha şansız olduğunu kaydetti.

“MS git gide artıyor mu?” sorusunu yanıtlayan Sıla Usar İncirli, “Bunun cevabını bilemiyoruz. Nüfusumuzla ilgili birtakım tartışmalar olduğundan MS’li hasta sayısı konusunda tam sayıyı vermek mümkün değil. Ancak şunu kesin olarak söyleyebiliriz ki toplumun hastalık konusundaki farkındalığında artış var. Tanı gereçlerindeki teknolojik gelişme ve MS’le ilgili bilgi birikimi nedeniyle hastalığı daha sık teşhis edebiliyoruz” dedi.

Önceki yıllarda MS’in tedavisinde fazla seçenek olmadığını, son 20 yılda tedavi yöntemlerinin geliştiğini anımsatan İncirli, tekerlekli sandalyede olan her nöroloji hastasının MS’le bağdaştırıldığını ifade ederek, “MS’in toplumda kötü bir imajı var. Bunun yıkılması gerekiyor. Genç hastalarımız var, hastalık bazı kişilerde daha hızlı ilerliyor ama iyi seyreden hasta sayısı da o kadar fazla ki... Her MS hastası aynı değil. Bu hastalıktaki seyir bir yelpaze gibi geniştir” şeklinde konuştu.

Günümüzde tedavi seçeneklerinin de arttığını dile getiren İncirli, “Hastaların moralini bozmaması, hastalığı kabul edip onunla mücadele etmesi gerek” dedi.

İncirli, Kuzey Kıbrıs’ta MS’in medikal tedavisinin yeterli olduğuna, ancak psikoterapi, fizyoterapi gibi konularda hastaların yardım alabileceği merkezlerin eksikliğine dikkat çekti, fizik tedavi ve rehabilitasyonun MS tedavisinde ilaç kadar önemli olduğunu vurguladı.

Sıla Usar İncirli, hastaların fizik tedaviye götürülmesinde yükün ailelerin omzuna kaldığına işaret etti.

İncirli, “Hasta ve hasta yakınlarına destek olunabilmesi için sivil toplum örgütleri ve devletin ortaklaşa çalışması gerekiyor” dedi.

Kıbrıs Türk MS Derneği’nin varlığına dikkat çeken İncirli, derneğin maddi, manevi desteğe ihtiyaç duyduğunu vurguladı, hastalıkla ilgili farkındalığın artırılması, hastalara kolay ulaşılması için böyle derneklerin daha iyi çalışması gerektiğini söyledi.

MS’İN TARİHÇESİ

Sıla Usar İncirli, “Bilinen ilk MS hastasının 1400’lü yıllarda yaşadığı düşünülüyor” diyerek, 1868 yılında Multiple Skleroz tanımını ilk yapanın Dr Jean-Martin Charcot olduğunu söyledi.

“MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ HASTALIĞI…”

Dr. Sıla Usar İncirli, MS’in beyin, görme sinirleri ve omuriliği etkileyen merkezi sinir sistemi hastalığı olduğunu yineleyerek, “Çocuk yaşta ya da 50 yaşından sonra MS’e yakalananlar da var bu oran yüksek değil. Hastalık çoğunlukla genç yetişkinleri, özellikle de kadınları etkiliyor” dedi.

“BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ YANLIŞ ÇALIŞMAYA BAŞLIYOR…”

MS’e yakalanan hastalarda bağışıklık sisteminin yanlış çalıştığını anlatan İncirli, “Vücut kendi yapı taşlarını sanki bir yabancıymış gibi algılayıp ona savaş açıyor” ifadesine yer verdi. Sıla Usar İncirli, bu rahatsızlığın “Miyelin” adı verilen yapı taşının yıkımıyla ortaya çıktığını anlatarakşunları ekledi:

“MS, önceleri “Demiyelizan” ve “İnflamatuar” bir hastalık olarak kabul ediliyordu. “Demiyelizan”, miyelini yıkan, “İnflamatuar” ise enfektif olmayan iltihabi durum, dokularda meydana gelen değişiklik anlamına geliyor. Ancak son zamanlarda MS’in aynı zamanda hücrelerin de kayba uğradığı “Nörodejeneratif” bir hastalık olduğu anlaşılmıştır.”

ARAŞTIRMA…

2 yıllık süre ile MS’le ilgili bir araştırma yaptığını ifade eden Sıla Usar İncirli, Kuzey Kıbrıs’taki MS hastalarının yüzde 63’ünde ya ailelerinde MS, ya kendilerinde başka bir oto-ümmin hastalık ya da ailelerinde başka bir oto-ümmin hastalık tespit ettiklerini belirtti.

İncirli, “Dünyadaki MS hastalarının ailelerindeki MS oranı yüzde 15 ile 20 arasındayken Kıbrıs’ta bu oran yüzde 30’dur” dedi, sonucun şaşırtıcılığına dikkat çekti.

Türk Nöroloji Derneği ile Kıbrıs Türk Nörolojik Bilimler Derneği’nin geçtiğimiz günlerde Lefkoşa’da MS konulu ortak bir sempozyum düzenlediğini anımsatan Sıla Usar İncirli, “KKTC’de MS” araştırmasını burada paylaştığını dile getirdi.

Dr. Hatice Aksoy ile Dr. Turgay Akalın’ın yaptığı ülkedeki ilk epidemiyolojik çalışmada Kıbrıslı Türklerde MS’in 100 bin kişide 50 civarında olduğunu ifade eden İncirli, yeni epidemiyolojik çalışmaların henüz tamamlamadığını, araştırmayla ilgili kesin sayının önümüzdeki günlerde açıklanacağını belirtti.

“ÖLÜMCÜL DEĞİL…”

Sıla Usar İncirli, MS’in ölümcül olmadığına, fatal (ölümcül) seyri olan hasta sayısının oldukça az olduğuna işaret etti, “Ancak ataklar hastalarda ciddi özürlere neden olabilir” diye kaydetti.

“Bu hastalık üretken yaş grubunu tutuyor” diyen İncirli sözlerini şöyle sürdürdü:

“Üniversite eğitimini tamamlayıp çalışma hayatına atılan, anne ya da baba olmaya hazırlanan insanlar MS’e yakalanabiliyor. Bu nedenle tıp dünyası ciddi özürlere neden olabilecek bu hastalığı önemsiyor. Bilim insanları hastalığın tanı ve tedavisi için ciddi çalışmalar yapıyor.”

“KISIRLIK YAPMAZ…”

Sözlerine MS’in kısırlık yapmadığını vurgulayarak devam eden Sıla Usar İncirli, “Kadın hastadaki MS’in seyri iyi gidiyorsa, atağı ve yeni lezyonu yoksa hasta hekimle birlikte gebeliği planlayabilir” ifadesine yer verdi.

İncirli, MS hastası kadınların gebeliğindeki ilk 6 ayda atak beklemediklerini, hamileliğin doğası gereği bağışıklık sisteminde baskılanma olduğunu söyleyerek, son aylarda ve loğusalıkta hastalıkta bir hareketlenme meydana gelebileceğini belirtti.

Hamile hastanın atak geçirmesi durumunda hastaya ancak damar yolu ile steroid (kortizon) verilebileceğini anlatan Sıla Usar İncirli, gebeliğin ilk üç ayında steroid dâhil hiçbir ilacın kullanılmasının tavsiye edilmediğini hatırlattı.

“HASTALIĞIN TİPLERİ…”

Hastalığın farklı tipleri olduğunu anlatan İncirli şu bilgileri verdi:

“MS’in en sık rastlanan tipi “Atak ve İyileşmelerle Giden MS”dir (Relapsing - Remitting MS), bu tipte ataklar ve iyileşmeler olur. Ataklar ya tamamen ya da kısmen düzelir.

İkincil İlerleyici MS ( Sekonder Progresif MS ), hasta ataklar sonrasında tamamen iyileşmez. Hastalık ikincil ilerleyici olarak devam eder.

Birincil İlerleyici MS ( Primer Progresif MS ), bu hastalık ataklarla gitmez. MS başlar ve hastada belirli bir hızda kötüleşme görülür.”

“KLİNİK BELİRTİLERİ FARKLI…”

Hastalığın klinik belirtilerinin farklı seyredebileceğini ifade eden Dr. Sıla Usar İncirli, hastalığın etkilediği yere göre duyusal ve motor semptomlar ortaya çıkabileceğini ifade ederek şu örnekleri verdi:

“Görme sinirleri tutulduğunda puslu görme, beyin sapı tutulduğunda çift görme, dile peltekleşme, yutma güçlüğü, denge merkezi tutukluğunda dengesizlik, yürüme bozukluğu, serebral hemisferler tutulduğu zaman güç kaybı, kollarda bacaklarda uyuşma, omurilik tutulduğu zaman idrar yapamama, idrar kaçırma, kabızlık, cinsel işlev bozukluları karşımıza çıkabilir…”

“BAZI ENFEKSİYONLAR MS’LE İLİŞKİLİ”

“MS’in sebebini tam olarak bilmiyoruz” diyen İncirli şöyle devam etti:

“MS’te genetik bir geçiş olduğunu biliyoruz. Ancak anne ya da babasında bu hastalık varsa mutlaka çocukta da görülecek diyemeyiz. Genetik yatkınlığın yanı sıra çevresel faktörler de belirleyicidir.Örneğin bazı enfeksiyonların MS’le ilişkili olduğunu biliyoruz. “Öpücük Hastalığı”na yol açan “Epstein-Barr” virüsü alan kişilerde MS hastalığı gelişme riski artıyor…”

“VİTAMİN D EKSİKLİĞİ MS’E NEDEN OLABİLİR”

Vitamin D eksikliğinin MS’e yol açan çevresel faktörlerden olduğunu dile getiren Sıla Usar İncirli, ekvatora yaklaştıkça MS hastalığı riskinin azaldığını, ekvatordan uzaklaştıkça riskin arttığını dile getirdi, “Kuzey Avrupa’da MS hastalığı daha sıklıkla karşımıza çıkıyor. Coğrafi konumuna göre, düşük ve orta risk grubunda olması gereken Kıbrıs’ta durum böyle değil. Biz orta risk grubundayız” dedi.

“ATAKLARIN İLKİ GENELLİKLE TEDAVİSİZ GEÇİYOR, HASTA BUNUN İÇİN HEKİME BAŞVURMUYOR”

Hastalığın tanısının iyi bir öykü ve nörolojik muayene ile konulabileceğini anlatan Sıla Usar İncirli, “Atakların ilki genellikle kendiliğinden geçiyor, hasta bunun için hekime gitmiyor” diye konuştu.

Nörolojik Bilimler Derneği Genel Sekreteri Dr. Sıla Usar İncirli, şunları ekledi:

“Doktora başvuran kişi birkaç gün puslu gördüğünü ya da oldukça halsiz hissettiğini ancak bunların herhangi bir tedavi almaksızın geçtiğini söylüyor.

Aslında hastanın o anki şikâyetlerinden ziyade geçmişteki durumu hekimler için daha önemlidir. Doktorun bunun kaçıncı atak olduğunu tespit etmesi gerekir. Çünkü birinci atak geçmişse ve bu ikinci ataksa tedavi seçenekleri değişir.”

Sıla Usar İncirli, MS’i taklit eden hastalıkların varlığından söz ederek erken tanı ve tedavinin önemine işaret etti, hekimlerin tanının kesinliğinden emin olması gerektiğini vurguladı.

“MRG MS HASTALIĞININ TEŞHİSİNDE BİR ÇIĞIR YARATTI”

MS’in teşhisinde hekimlere yardımcı olan tanı araçlarından söz eden Sıla Usar İncirli, rutin kan ve idrar tahlil sonuçlarına, immünolojik belirteçlere, bazı vitamin düzeylerine bakıldığını söyledi, “MRG (Manyetik Rezonans Görüntüleme) MS’in teşhisi için çığır yarattı” dedi.

“MS’İN ZAMANDA VE MEKÂNDA YAYILIMI… TANI YÖNTEMLERİ…”

“Miyelin” kaybının MRG ile saptandığını anlatan İncirli şunları ekledi:

“MRG ile plakların şekline, sayısına, yerleşimine, ilaçla boyanıp boyanmadığına bakıyoruz. MS’in tanısında zamanda ve mekânda yayılım çok önemlidir. MRG’de bir boyanan lezyon, bir de boyanmayan lezyon varsa boyanmayan geçmişe aittir, boyanan ise yeni ve aktif demektir. Veya belli aralıklarla çekilen MRG’lerde plak sayısında artış görülebilir. Bunlar hastalığın zamanda yayılımını gösterir.

Mekânda yayılım lezyonların beyinde, beyin sapında ya da omurilikte olmak üzere farklı yerlerde görülmesidir. Görsel uyarılmış potansiyeller ile de görme sinirlerinin fonksiyonlarını ölçüyoruz. Bazı hastalarda teşhis için bel suyuna bakıyoruz.

Bel suyundaki işaretler bize hem hastalıkla hem de tanı ile ilgili ayrıntılı bilgiler verir. Bu güvenli ve rutin olarak yaptığımız bir tetkiktir.

Halk arasında ‘bel suyu alınırsa hasta yürüyemez, çocuk yapamaz’ diye söylentiler dolaşıyor. Bunların hepsi hurafedir.”

“ATAKLARIN TEDAVİSİ…”

İncirli, atakların tedavisinin 3 ile 10 gün arasında yüksek dozdaki steroidlerle yapıldığını ifade ederek, ilacın ağızdan değil, damardan verilmesini tercih ettiklerini, böylelikle ilacın yan etkilerinin azaldığını söyledi.

Hastaların ilacı damar yolu ile aldıktan sonra günlük hayatlarına devam edebildiğini anlatan Sıla Usar İncirli, bunun için hastaneye yatmanın gerekli olmadığını, Dr. Burhan Nalbantoğlu Devlet Hastanesi Nöroloji Bölümü’ne ayaktan tedavi odası bulunduğunu belirtti.

“KORUYUCU TEDAVİ”

Steroidlerin bazen güçlü atakların tedavisinde yetersiz kalabildiğini kaydeden İncirli, böyle durumlarda ya tedavi süresinin uzatıldığını ya da “Plazmaferez” denilen hastada kan değişimi yoluna gidildiğini söyledi.

Atakların kontrol altına alınmasından sonra koruyucu tedavilere geçildiğini belirten Sıla Usar İncirli, bağışıklık sistemini düzenleyici tedavilerde kullanılan ilaçların güvenli olduğunu belirtti.

Söz konusu ilaçların atakları yüzde 30–40 oranında önlediğinden söz eden İncirli, “Bu ilaçlar hem yeni plak oluşmasını engelliyor, hem de MS’in seyrini yavaşlatıyor” dedi.

İnterferon ve Gatiramer Asetat olarak isimlendirilen bu ilaçların birinci kuşak tedavide kullanıldığını kaydeden Sıla Usar İncirli, “Bu ilaçlar oto-enjektörle hastanın kendi kendine yaptığı ilaçlardır. Haftada bir, haftada üç, günaşırı veya hergün kullanılan bu ilaçlar ağrı, kızarıklık gibi cilt reaksiyonları ya da grip benzeri yan etkiler yapabilir ama bu yan etkiler baş edilemeyecek ciddiyette değildir. Hastanın günlük yaşamı bu ilaçlardan pek fazla etkilenmez. Söz konu ilaçlar hekimlerin hastalarına rahatlıkla önerebileceği ilaçlardır” diye kaydetti.

Birinci kuşak tedavilere cevap vermeyen hastalarda ikinci kuşak tedavilere geçildiğinden söz eden İncirli, bu durumda bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaçlar kullanıldığını, ancak bu ilaçların belirli yan etkileri olduğunu söyledi.

Tedavi sürecinde hekimin ilacın artılarını ve eksilerini göz önünde bulundurması gerektiğini vurgulayan Sıla Usar İncirli, “Hastayı tekerlekli sandalyeden kurtarabilecekken bu grup ilaçları verilmesinde tereddüt etmek doğru değildir.

Ancak hastaya ‘al bu ilacı kullan’ diyemezsiniz. Yan etkileri konusunda hastanın bilgilendirilmesi gerekiyor. Yakın takip ve düzenli tetkik yapılması da şarttır ” dedi.

“İLAÇLARIN TEMİNİNDE SIKINTI YOK…”

İkinci kuşak ilaçlarda son dönemde kullanılan iki önemli ilaç olduğundan söz eden İncirli, “Natalizumab’nin (Tysabri) ayda bir kez kullanıldığını, söz konusu ilaçların MS’te atakları yüzde 60–70 oranında önlediğini söyledi.

MS’deki yeni oral (ağızdan alınan) ilacın Fingolimod (Gylenya) olduğunu anlatan Sıla Usar İncirli, söz konusu ilacın da yan etkilerinin göz önünde bulundurulması gerektiğini kaydetti.

Devlet hastanelerde MS’in tedavisinde kullanılan birinci kuşak ilaçların ve atakların iyileşmesine yardımcı olan steroidlerin temininde sıkıntı yaşanmadığını anlatan İncilirli, ikinci kuşak ilaçların temini için de Sağlık Bakanlığı ile çalışma yürütüldüğünü söyledi.

Sıla Usar İncirli, “Fingolimod (Gylenya) ve Natalizumab’nin (Tysabri) nispeten yeni çıkan ilaçlar olduğu için teminde bazı sıkıntılar var ama bunlar da aşılmaya çalışılıyor” dedi.

“HASTA, HASTA YAKINI VE HEKİM DAYANIŞMASI…”

Hastalıkla mücadele ederken, hasta, hasta yakını ve hekimin birlikte hareket ettiğine işaret eden Sıla Usar İncirli, stresin ve travmanın hastalık üzerindeki etkilerinden de söz etti.

“Hastaların önemli bir kısmının bu hastalıkla baş edebildiğini düşünüyorum” diyen Sıla Usar İncirli, “Hekimden, tedaviden ve yaşamdan kopan hastalara da var ancak bizim kopup gidenleri tutabilecek becerimizin, gücümüzün ve imkânımızın olması gerekiyor. Bunlar sadece hekimlerin ve sivil toplum örgütlerinin yapacağı işler değil. Bu konuda devlete de büyük sorumluluk düşüyor” şeklinde konuştu. İncirli sözlerini şöyle tamamladı:

“Stres hastalığı başlatacağı gibi kötüleştirebilir de. Hastalarıma stresten uzak olmalarını tavsiye ediyorum. Mümkün olduğunca hayatın içinde kalmaya gayret göstersinler.

Çalışma ve sosyal hayatlarına devam etsinler. MS dinamik bir hastalıktır. Süreç hayat boyu devam eder. Önemli olan bu hastalıkla yaşamayı öğrenmektir.”

(T.A.K.-Rahme Çiftçioğlu)

Bu haber toplam 6155 defa okunmuştur