Kuzeyin Seçimi: Devlet Başkanı mı? Toplum Lideri mi?
Kuzeyin Seçimi: Devlet Başkanı mı? Toplum Lideri mi?
Serkan Tansel
[email protected]
Hep kullanmak istemişimdir o meşhur söz kalıbını; seçim sathı mahalline girdiğimiz şu günlerde… diye. Evet, seçim sathı mahalline girdiğimiz şu günlerde cumhurbaşkanlığı seçimine dair birçok konu, kamuoyunda tartışılıyor. Adayların yaşlarından tutun da cinsiyetlerine, seçim anketlerinden tutun da seçim sloganlarına kadar her seçim döneminde rastladığımız rutin ama zaman zaman gereksiz diyebileceğimiz konular kamuoyunda yer buluyor. Elbette her aday veya onun destekçileri kendileri lehine olan konuları öne çıkararak seçmeni o yönde etkilemeye çalışıyor. Örneğin diğerlerine nispeten daha genç olan aday yenilik ve dinamizm kavramlarıyla öne geçmeye çalışırken, yine nispeten yaşlı olan bir diğer aday tecrübe olgusunu öne çıkarmaya çalışıyor. Herhangi bir seçim anketinde önde olan aday, o anketin reklamını yaparken; diğer adaylar ise bu anketi itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Bütün bunların önemli ölçüde algı yönetiminin bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmaz. Seçim anketleri, hangi adayın ipi göğüsleyeceğine dair tartışmanın bir parçasıdır hiç şüphesiz. Oysaki demokrasinin önemli bir aracı olan seçimler, kimin veya kimlerin seçim kazanacağını tahmin etmek için değil, halkın tüm kesimlerinin görüşlerinin yönetim mekanizmasında temsiliyetinin gerçekleşmesi için yapılır. Dolayısıyla her seçmen kendi görüşlerine en yakın aday ve/veya partiye, seçim aracılığıyla, kendini temsil etme yetkisini belirli bir süre için verir.
Bu noktada temsiliyetin vücut bulacağı otoriteyi kısaca tanımlamakta fayda var. Cumhurbaşkanı ne iş yapar? Görev ve yetkileri nelerdir? Farklı idari yapılarla birlikte bu soruların farklı coğrafyalarda farklı cevapları vardır. Dolayısıyla cevap arayışını kendi coğrafyamızın özgül koşullarında değerlendirmek gerekir. Hele ki Kıbrıs Sorunu gibi karmaşık bir sorunun parçası isek… Buradan hareketle Cumhurbaşkanının farklı ağırlıklara sahip üç ana görevinin olduğunu düşünüyorum.
Cumhurbaşkanının Ana Görevleri:
Cumhurbaşkanının ana görevlerinden biri “Devlet Başkanı” olmanın verdiği sorumlulukları yerine getirmektir. Öncelikle devletin başı olarak toplumun her kesimine eşit uzaklıkta olmalı ve siyasi örgütlere karşı ise tarafsızlığını korumalıdır. Kanımca geçmiş cumhurbaşkanlığı dönemi, gerek yerel seçimler, gerekse parti içi çekişmelere ziyadesiyle taraf olarak bu konuda sınıfta kalmıştır. Cumhurbaşkanı, toplumsal konulara duyarlılık konusunda ise yukarıda belirttiğim tarafsızlık ilkesine ters olarak, toplumsal fayda gözetmek adına taraf olmalıdır. Böyle konularda kamuoyu oluşturmak adına devletin başı olarak aktif olmalı ve sahip olduğu insan kaynaklarını kullanmaktan geri durmamalıdır.
Cumhurbaşkanın diğerlerine göre daha az sorumluluk taşıyan bir diğer görevi ise anayasal yetkilerle ilgilidir. K.K.T.C. anayasasında cumhurbaşkanına verilen yetkilerin önemli ölçüde sembolik olduğunu düşünüyorum. Kısaca anayasanın cumhurbaşkanına verdiği görev ve yetkilere bakmakta fayda var. Seçim dönemi boyunca bazı adaylar tarafından sıkça konu edilen Bakanlar Kurulu’na başkanlık etme yetkisi olmasına rağmen, bu başkanlık tavsiye vermeden öteye gitmemektedir. Bakanlar kurulu, Başbakan ve bakanların onayları ile kararlar alırlar. Cumhurbaşkanın sıkça kullandığı bir yetki ise üst kademe yöneticiliği yapan kamu görevlilerinin (üçlü kararname) ve Yüksek Mahkeme başkanı ve yargıçların atanma kararnamelerini imzalamasıdır. Anayasaya göre cumhurbaşkanı, imzaladığı bu atama kararnamelerinden sorumlu değildir. Bu konudaki sorumluluk ilgili bakan ve başbakana aittir. Bunlar dışında cumhurbaşkanı, Cumhuriyet Meclisi tarafından yapılan yasaları ve alınan karaları yayınlanmadan önce Anayasa Mahkemesine götürerek öndenetim yapma hakkına sahiptir. Yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım cumhurbaşkanının anayasal yetki ve sorumluklarının, yürütmeye ve/veya icraata önemli ölçüde etkisi olmadığı kanaatindeyim.
Ülkemizde, cumhurbaşkanının üçüncü ve de en önemli görevi ise Kıbrıs Sorunu ile ilgili olarak, Kıbrıs Türk toplumu adına müzakere sürecini yürütmektir. Kıbrıs sorununun önemini bir tarafa bırakacak olursak, meşruiyetini Kıbrıs Türk toplumundan alan biri olarak cumhurbaşkanı, “Toplum Lideri” sıfatıyla uluslararası görünürlüğe sahiptir. Dolayısıyla Kıbrıs Türk Toplumu için hayati önem taşıyan Kıbrıs sorunun baş aktörlerinden biridir. Ayrıca izolasyon altındaki Kıbrıs Türk toplumu için uluslararası arenadaki toplumun sesidir. Mamafih, her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır misali; geçmiş cumhurbaşkanlarının uluslararası arenada çıkardıkları ses farklı olmuştur.
Toplum Lideri Olarak Cumhurbaşkanının Çözüm Perspektifi:
Barış ve çözüm perspektifine sahip bir seçmen olarak, adayın federatif çözüm iradesine sahip olması benim için birincil öneme sahiptir. Geçmiş seçimlerden farklı olarak bu seçimlerde aşağı yukarı tüm siyasiler, bir şekilde çözümden yana söylemlere sahiptirler. Bu benzeşmeden dolayı, federasyon görüşüne sahip olmak dahi Kıbrıs sorunun çözümü için yeterli olmayacaktır. İşte tam bu noktada ilerici siyasi güçler, birkaç adım daha ileriye giderek, bir nevi “çözüm statükosu” haline gelen geleneksel çözüm önerilerinden farklı olarak; ezber bozan ve çözüm iradesini daha da güçlendirecek yeni öneriler geliştirmek durumundadırlar. Bu önerilere, KOP sürecinin geliştirilmesi ve Maraş’ın uluslararası hukuka uygun olarak açılarak bir anlamda çözüm sürecinin katalizörü olarak kullanılması örnek olarak verilebilir. Bu öneriler hâlihazırda toplumsal desteğe sahiptir. Toplumsal hareketler yukarıdaki iki örnekte aktif rol oynayarak katkı sağlamışlardır. Bu bağlamda, Yeni BM Kıbrıs Özel Danışmanının atanması ile birlikte başlayacak müzakere sürecine, yeni “Toplum Liderimiz” sivil toplumu da dâhil ederek süreci salt yüksek siyasetten çıkarmalıdır. Yukarıda belirtmeye çalıştığım federasyona dayalı bir çözüm ulaşmak adına yeni toplum lideri, neoliberalizmin teknokrasi dilinden farklı olarak “siyasi irade” göstermelidir.
Seçim Sonrası Kıbrıs Türk Siyasetinde Değişim:
Yukarıda çizmeye çalıştığım cumhurbaşkanı profilinin, mevcut adayların herhangi biri ile örtüşüp örtüşmediği ayrı bir tartışma konusudur. Sol tahayyüle inanan biri olarak beklentim ve umudum odur ki; iki turlu bir seçim maratonu sonrası yeni bir cumhurbaşkanı seçilmesidir. Silahtar mevkiindeki bu yenilikten sonra ise, esasen Kıbrıs Türk siyasetinde, gerek sağ, gerekse sol siyasi partilerde önemli değişimin olacağını düşünüyorum. Bu değişimin bazı lider kadrolarını ve siyaset yapma şeklini de kapsayacağını umuyorum. Maalesef siyaset kurumunun önemli bir parçası olan siyasi partilerin, toplumsal sorunlara çözüm üretmekte ve bunun parçası olan toplumu dönüştürmekte yetersiz kaldığı çok açıktır. Siyasi partilerin bu zafiyeti bazı kesimler tarafından “apolitik” ve teknokrat yaklaşımlarla siyaseten rant getirisine dönüştürülüyor. Bir başka deyişle demokrasinin örgütsel bağlamda temel taşı olan siyasi partiler ve siyasetin kendisi toptancı bir yaklaşımla eleştiriliyor. Oysa ki siyaset, toplumsal sorunların çözümünde uzlaşı ve müzakere gibi yöntemlerin kullanıldığı bir alandır. “(…) siyaset toplumsal varoluşun seyri içinde kaynakların üretimi, dağıtımı ve kullanımı ile ilişkilendirilir.” Seçim sonrası değişimle birlikte, sorunların çözümü için siyaseti geri çağırmak gerekir.
---------------------------
Andrew Heywood, Siyasetin Temel Kavramları, Adres Yayınları, Ankara, 2012, s. 63.