1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. “La Historia Me Absolvera”
“La Historia Me Absolvera”

“La Historia Me Absolvera”

Fidel Castro sonrası Küba, iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçtiğimiz, kapitalizmin sürekli krizler içinde olduğu ama buna rağmen sonu tahayyül edilemeyen bu ekonomik ve siyasi sistemde içerisinde gelecekte kendisini nasıl konumlandıracak?

A+A-

 

 

Hakan Karahasan
[email protected]

 

Fidel Castro: Kimilerine göre büyük bir devrimci, lider, haksızlıklara karşı halkın yanında olmanın, eşitliğin sembolü, kimilerine göreyse bir diktatör.

 

25 Kasım 2016 tarihinde Havana’da, uzun süredir var olan çoklu organ yetmezliğinden vefatı sonrası, neredeyse bütün dünya onu konuştu demek abartı sayılmaz. Castro, Amerika Kıtası’nda bulunan Küba’nın Devlet Başkanı olmaktan çok öte bir figür, bir sembol olmayı başarmış, dünyanın dört bir yanında yıllardır gelen nesillere ulaşmayı başarmış, ender kişilerdendir.

 

İspanya’dan Küba’ya göç eden Ángel Castro y Argiz ile Lina Ruz González'in oğlu olarak 13 Ağustos 1926 yılında dünyaya gelen Fidel Castro, yukarıda belirtildiği üzere, sadece Küba tarihinde değil, dünya tarihinde önemli bir isim olup, dünyanın her yerinde kendisine sempatizan bulabilmiş, önemli bir hukukçu, devrimci ve siyaset insanıdır. 1959-1976 yılları arasında başbakanlık, 1976-2008 yılları arasında ise devlet başkanlığı görevlerinde bulunmuştur. Her ne kadar, devlet başkanlığı görevini 2006 yılında kardeşi Raúl Castro'ya devretmiş olsa da, hukuken 2008 yılına kadar devlet başkanlığı görevini yürütmüştür. Onun yönetiminde Küba, devrim öncesi ülkede var olan sorunların birçoğunun üstesinden gelmeyi başarmıştır. Devrimden önce ve sonraya kısa bir bakış ile görülebilir ki, devrim sonrası okuryazarlık inanılmaz derecede artmış, devlet sağlık hizmetleri konusunda dünyanın en iyi sağlık hizmetlerini sunmuş, yapılan toprak reformu ve kamulaştırma politikaları sayesinde ülkedeki sınıfsal yapı değişmiş, daha eşitlikçi bir sistem uygulanabilmiştir.

 

1953 yılında, dönemin Küba devlet başkanı olan General Fulgencio Batista’ya karşı yaptığı başarısız baskın sonrası tutuklanan Castro,  “16 Ekim 1953'te Santiago'daki Küba Yüksek Mahkemesi'nde yapılan yargılamada 'Sayın yargıç siz beni mahkûm edin! Tarih beni haklı çıkaracaktır!' (La Historia Me Absolvera) cümlesiyle biten ünlü savunmasını yaptı.”[1] Bu olay sonrası 21 ay hapis yatan Castro, daha sonra, bir süreliğine Küba’dan Meksika’ya geçti. Sonrasında ise, Küba’ya geri döndü ve 1956 – 1959 yılları arasında General Batista kuvvetlerine karşı gerilla mücadelesini özellikle kardeşi Raúl Castro ve Ernesto ‘Che’ Guevara ile birlikte sürdürdü. 1 Ocak 1959 tarihinde Batista rejiminin çökmesi üzerine yönetimi ele alan Fidel Castro ve destekçileri, yaptıkları açıklamalar sonrası oluşturulan yeni yönetimde Manuel Urrutia’nın devlet başkanlığına, Fidel Castro’nun da başbakanlığa getirildiği duyuruldu.

 

Böylece, komünist bir rejim iş başına geliyordu. Bunun sonuçları, ekonomiye kısa bir süre sonra yansımaya başladı. Eğitim seferberliği ve bunun yanında tüm kurumların kamulaştırılması, Amerika Birleşik Devletleri’ne ait olan birçok şirket tarafından hoş karşılanmadı. Özellikle, şeker kamışı ekonomisine dayalı bir ekonomisi olan Küba’da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nden (SSCB) alınan ham petrolün işlenmesi konusunda rafinerileri elinde tutan Amerikan şirketlerinin, devrim sonrası işleme yapmayı reddetmesi üzerine, rafineriler Castro tarafından devletleştirildi.[2]

 

İktidarı elinde tuttuğu yıllar boyunca, izlediği politikalar yüzünden bir şekilde dikkat çeken Castro, yaşamı boyunca kendisine yönelik yapılmış olan suikast girişimlerinin sayısı 600’ün üzerindedir.[3] Bütün bu girişimlerin hepsinden kurtulmayı başaran Castro, bir yandan devrimden önce ve sonra olarak ikiye ayrılabilecek Küba’nın tarihinin değişmesine ön ayak olmuş önemli isimlerden birisi olmayı başarmışken, öte yandan, dünyadaki diğer halklara da ilham kaynağı olmuştur. Örneğin, apartheid rejimi dönemi boyunca mücadele veren Güney Afrikalılar için, Castro imgesi çok önemli bir sembol olmuştur. [4]

 

2006 yılından beri, sağlık sorunları yüzünden aktif olarak siyasete bulunamayan Castro, 25 Kasım 2016 tarihinde hayata gözlerini yummuş, vasiyeti üzerine de 27 Kasım 2016 tarihinde cenazesi yakılmıştır. Böylece, 20. yy.’a damgasını vuran isimlerden birisini daha kaybetmiş oluyoruz. Yaşamı boyunca birçok suçlamaya maruz kalan Castro’nun gerçekten bir diktatör mü, yoksa halkın dostu mu olduğu tartışmaları özellikle Batı medyasında (özellikle anaakım) yer bulurken, bu yazılıp-çizilenlerin de yine hangi maksatla ve ne gibi bakış açılarıyla yazıldıklarını unutmadan, Castro’nun içinde yaşadığımız ve Eric Hobsbawm’ın söylediği şekilde ifade edecek olursak, “Aşırılıklar Çağ”nda dünyanın büyük bir kısmı için umut veren önemli bir sembol olmaya devam edeceği aşikâr. Tabii bu, Castro’nun tamamen “yanlışsız” bir kişi olduğu sonucunu doğurmamalı. Her birey gibi, Castro’nun da doğruları-yanlışları konuşulup tartışılmaya devam edecek. Lakin tartışmalar kadar, merak edilen bir diğer soru ise, Fidel Castro sonrası Küba, iki kutuplu dünyadan tek kutuplu dünyaya geçtiğimiz, kapitalizmin sürekli krizler içinde olduğu ama buna rağmen sonu tahayyül edilemeyen bu ekonomik ve siyasi sistemde içerisinde gelecekte kendisini nasıl konumlandıracak? Merak bekleyen bir soru bu… Ve Fidel Castro’nun “gidişi,” bu anlamda hem Küba, hem da birçok kişi açısından büyük bir önem taşımakta…

 

Notlar

 

[1] “Fidel Castro.” https://tr.wikipedia.org/wiki/Fidel_Castro. Çevrimiçi: 30/11/2016.

[2] “Fidel Castro.” https://tr.wikipedia.org/wiki/Fidel_Castro. Çevrimiçi: 30/11/2016.

[3] Patrick Oppmann. (26 Kasım 2016). “Fidel Castro survived 600 assassination attempts, officials say.” https://edition.cnn.com/2016/08/12/americas/cuba-fidel-castro-at-90-after-assassination-plots/. Çevrimiçi: 30/11/2016.

Bu haber toplam 3850 defa okunmuştur
Gaile 397. Sayısı

Gaile 397. Sayısı