1. YAZARLAR

  2. Onur Olguner

  3. LAGUNA İSİAS OTEL
Onur Olguner

Onur Olguner

LAGUNA İSİAS OTEL

A+A-

Jonathan sabah saatin alarmı ile uyandı. Pek çok insanın yaptığının aksine telefon alarmı kullanmıyordu. Analog saati ile uyanmak ona geçmişi hatırlatıyordu. Belki de son 7 yıldır yaptığı gibi yatağın diğer yarısına elini uzattı. Boş yatağına elini koyarak “Günaydın Emma” dedi.

7 yıl önce sabahları “Günaydın Emma” dediğinde saatlerce ağlıyor ve yataktan çıkamıyordu, ama zamanla bu durumundan çıkabilmeyi başardı. Bunu kızı Leslie’ye borçluydu. ‘İkimizin çocuğunda seni hatırlıyorum Emma’ diye her sabah kendini teselli ediyor ve yatağından kalkma gücünü öyle buluyordu.

John yataktan hızlı bir şekilde kalktı, yatağını toplayıp gün içinde yapacaklarını düşünmeye başladı. Emekli bir öğretmen olduğundan aslında pek de yapacak işi yoktu. Sadece gün içinde kızını çok fazla aramamak için oyalanıyordu. Acaba yine arasa mıydı Leslie’yi. “Aman baba” deyip kızacaktı ama olsun, sesini duymuş olurdu. Sonuçta artık üniversiteye başlamış, koca kız olmuştu. Yaz tatilinde de arkadaşlarıyla Kıbrıs’a, Ayia Napa’ya gitmişti. Arkadaşları yanında aranmasına kızardı her genç kız gibi.

Elinde telefon tereddüt yaşarken telefonu çaldı. Arayan Leslie’nin birlikte tatile gittiği arkadaşı Amy’ydi. Amy şokta gibi geveliyor, sesi titriyor, ne dediği tam anlaşılamıyordu. Aslında titreyenin kendi olduğunu fark etmesi John’un birkaç saniyesini aldı. Sanki Amy uzun bir odanın ucundan kendisine konuşuyordu. Sesi anlaşılabilirdi ama çok cılız geliyordu.

“Bir hafta sonu da Kuzey Kıbrıs’a geçtik Bay John” diyordu Amy. “Airbnb’den çok güzel bir apartman dairesi tuttuk, denize bakıyordu. Amy ile erkek arkadaşı yorgun olduklarından sabah evde kaldılar, biz yemeğe gittik. Hafif bir deprem olunca 12 katlı bina çöktü, onlara ulaşamıyoruz.” diye ekledi.

John hala rüyada gibiydi “ne diyorsun” diye sordu. Amy sesi titreyerek yineledi “Kızınız binanın altında kaldı Bay John.” Bu cümle ile Amy bir anda sanki John’a yaklaşmıştı, odanın diğer yanında değil burnunun ucundaydı, ve “binanın altında kaldı” cümlesi cılız bir ses gibi değil bir çığlık gibi John’un kulaklarında yankılandı.

John’un bacakları çözüldü, çığlık atmak için ağzını açtı ama saniyelerce ağzından hiç ses çıkmadı, sanki saniye değil yüzyıllar geçiyordu. Ses çıkmaya başladığında ise tüm apartman haykırışı ile yankılandı: “MY LESLIEEEEEE”. Önce diz kapakları çözüldü, yere yığılırken gözleri kararmıştı zaten, yere düşme anını hiç yaşamadı.

John uçağın küçücük yuvarlak camından dışarıya baktı. Aradan kaç gün geçmişti? Bugün günlerden neydi? Zorlasa hatırlayabilirdi belki ama bunun faydası neydi. Günde belki de 4-5 adet Xanax alıyor, sürekli bir sakinlik halinde oturuyordu. Ama bu sakinlik keder ve öfkesinin üzerine örtülmüş bir ince nevresim gibiydi.

Bu günler nasıl geçmişti, ne ara yığıntıda kızının cesedinin bulunduğu ortaya çıkmış, ne ara çocuğunun naaşını almak için uçağa binmiş hayal meyal hatırlıyordu. İçtiği haplar kendini sakinleştirse de gittiğinde kızının hesabını sormaya niyetliydi. Hatırladıkça panik atak geçirmeye başlıyor, bir hap daha alıyordu.

Kızının kaldığı binanın devlete ait Evkaf isminde bir kuruluşa ait olduğunu öğrenmişti. Evkaf’a ulaştığında binayı kiralayanların kiracılar olduğunu öğrendi. Bir de binanın yıkılma tehlikesinde olduğu ile ilgili yıllar öncesinden hazırlanmış rapor vardı. Bu rapor hem kiracılara hem de belediyeye iletilmişti fakat kiracılar kiralamaya, belediye ise binayı mühürlemek yerine göz yummaya devam etmişti. Kiracıların çevresi genişti.

Bunu duyunca çıldıracak gibi oldu John, hemen eli titreyerek iki tane da hap atmıştı ağzına.

Sahi bu kaçıncı hap olmuştu?

2000li yılların başında Kuzey Kıbrıs’a yerleşmiş emekli öğretmen arkadaşı Stan John’u havalimanında karşıladı. Stan’in ilk önce eve gitme ısrarlarına rağmen doğrudan polise doğru sürdüler. Kızının naaşını hesabını sorduktan sonra almaya yemin etmişti.

Stan türkçe biliyordu, polise girmeden önce John’u uyardı: “Lütfen sakin olarak konuş John, burada yasalar bir farklı işler.” Bir süre aradıktan sonra önce konu ile ilgili memuru, ardından da İngilizce bilen memuru buldular. Memur girer girmez “büyük bir trajedi, başınız sağolsun” dedi. Teşekkür ettiler. John teşekkürün ardından sorularını sormaya başladı:

  • Daireyi kiralayanları tutukladınız mı, mahkemeleri ne zaman?
  • Büyük bir trajedi yaşadık bay John, kimse bizde deprem olacağını öngöremezdi.
  • Nasıl olur, binanın tehlikeli olduğu testi var, benim kızımı bu binaya koyan insanları tutuklamayacak mısınız, görevini yapmayan belediyeye dava okumayacak mısınız?

John’un artık sesi titriyordu, kızının canına mal olanların hiçbir şey yaşamadan ellerini kollarını sallayarak gezmeleri ihtimalini düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu.

  • Böyle bir dava henüz açılmadı. Dedik ya büyük trajedi.
  • Ben bu insanlara kızımın hesabını soracağım, öldüreceğim onları, kızımın hesabını verecekler…onlar da ölecek…
  • Siz benim önümde insanları öldürmekle mi tehdit ediyorsunuz. Bu suçtur Bay John.

Stan hemen araya girdi. “Polis bey, kızını kaybetti, ne dediğini bilmiyor, lütfen” dedi ve John’u kenara çekti. “John seni uyardım, burada yasalar farklı işler. Kıbrıslı çevresi olan ölüme sebep bile olsa geçiştirilir de çevresi olmayan en küçük suçtan yıllarca hapis yer. Dikkat et hapse atılacaksın.”

John haykırdı, artık konuşmuyor bağırıyordu. Gözleri dolmuştu ve sesi yüksek de çıksa titriyordu “kızımın ölümüne sebep olanlar hesapsız mı kalacak…hayır…öldüreceğim onları… hepsini öldüreceğim…” derken John’un gözleri yeniden karardı.

Mezarlık sakindi. Cenazenin olduğu gün doluluk bugün yoktu. John karısı Emma ve kızı Leslie ile baş başaydı. Çimlere dizlerinin üstüne çökmüştü. Ağlıyordu. “Onu bana emanet ettin, kızımızı koruyamadım Emma” diye mırıldandı. “Artık senden bana kalan hiçbir şey yok, ben hangi yatakta nasıl yatarım, nasıl huzur bulurum.” diye ekledi.

“Ama onlardan hesabını soracağım. Hepsini teker teker öldüreceğim.”

Bu cümleleri mırıldanırken John gösünün sıkıştığını hissetmeye başladı. Sanki bir şelalenin altında sırtüstü yatıyor ve metrelerce yüksekten gelen su göğüs kafesinin üzerine yorulmaksızın sürekli bir baskı yapıyordu. Nefes almakta zorlandı. Ağzını nefes alabilmek için açtı ve son nefesiyle mırıldandı: “…hepsini…öldüreceğim…kızımın…h…hesabını…sora….soracağım…”

Artık dizinin üzerinde değil yerdeydi. Kızı ile karısının mezarı arasına kıvrılmıştı. Yanağı yere dayalı karısının mezarı üzerindeki çimleri izliyordu. 7 yıldır her sabah yaptığı gibi elini karısının tarafına uzattı, eli çimlere varmadan son nefesi bedeninden ayrıldı.

O yıl KKTC yine fuarlara yabancı turist çekmek için standlar açtı. Turizm ülkenin bir numaralı geliriydi.

Belediye başkanı ise geçici olarak profil resmini kurdele ile değiştirdi.

KKTC’de hayat aynı şekilde ilerlemeye devam etti.

Bu yazı toplam 2246 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar