Lakadamya’da bir şahidimizin gösterdiği olası gömü yerinde kazı başlatıldı…
Lakadamya’da bir Kıbrıslırum şahidimizin, bir Kıbrıslırum okurumuz aracılığıyla işaret ettiği alanda Kayıplar Komitesi kazı başlattı.
Lakadamya’daki bu olası gömü yerini 29 Ağustos 2024 tarihinde Kayıplar Komitesi yetkililerine göstermiştik.
LAKADAMYA’DAKİ OLASI GÖMÜ YERİ…
Lakadamya’da Kayıplar Komitesi’nin dün (7 Ekim 2024 Pazartesi) kazı başlatmış olduğu bu olası gömü yeri hakkında bu sayfalarda 10 Eylül 2024 tarihinde şunları yazmıştık:
“Lakadamya’da olası bir gömü yeri...
“1964 yılında henüz 8-10 yaşlarında bir kız çocuğuydu ve gördüklerini ömrü boyunca unutmayacaktı...Lakadamya’nın eski, küçük Panaya Kiliseciği’nden Mangli’nin bahçelerine giden “monobadi”yi yürüyerek giderdi her gün çünkü o zamanlar annesiyle babası Mangli’nin bahçelerinde çalışmaktaydı... Mangli’nin bahçelerinde zeytin ağaçları vardı...O günlerde bu “monobadi”, bir dereye paralel gitmekteydi...
Gördüğü ve ömrü boyunca unutamayacağı şey, Kıbrıslırum mezarlığından sonraki son boş araziydi... Bu boş arazide de o zamanlar zeytin ağaçları vardı...1964 yılının sıcak bir yaz günü bu “monobadi”den yürürken bir çocuk olarak aklını karıştıracak bir şey görecekti...
Bir bottu bu – yepizyeni bir bot, bir şahsın ayağındaydı ve o yepyeni botun tabanı gözükmekteydi... Belli ki oraya gömülmüş birisinin ayağı dışarıda kalmış ve botu görünüyordu...Bu küçük Kıbrıslırum kız çocuğu, yepizyeni botları nasıl olup da attıklarına akıl erdirememişti bunu gördüğünde... Çok kaliteli botlardı bunlar... Bu kadar yeni ve kaliteli botları niye atsınlardı ki?O çocuk masumiyetiyle hiçbir zaman toplu mezarlar, gömü yerleri, insanların öldürülüp gömüldüğü ve bir ellerinin ya da bir ayaklarının dışarıda kalmış olabileceğini elbette hiç duymamış, böyle birşeye o güne kadar tanık olmamıştı – o çocuk masumiyetiyle anne-babasına o gün gördüklerini anlatmaya koşmuştu...
AİLESİ SUSMASINI SÖYLEMİŞ...
Ancak annesiyle babası ona bu konuda kimseye hiçbir şey söylememesini, ses çıkarmamasını, susmasını söylemişler... Soruları yanıtsız kalmış, gördüklerini ise hiç unutamamış...
Yıllar sonra bunu bir arkadaşına aktarıyor ve onun arkadaşı da beni buluyor ve kadının aktardıklarını anlatmak, bana olası gömü yerini göstermek istiyor. Bu arkadaşı da bir okurum ama onunla daha önce tanışmadım... Kadın, sözkonusu yeri bizzat gelip göstermek istemiyor, bunun yerine bu olası gömü yerini arkadaşına gösteriyor, arkadaşı da bize gösterecek...
Böylece Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Araştırmalar Koordinatörü Yağmur Erbolay’ı arıyorum, onun da Kıbrıslırum Üye Ofisi’nden Araştırmalar Koordinatörünü arayarak birlikte bu Kıbrıslırum’la buluşmaya gitmemizi ayarlamasını istiyorum...
OLASI GÖMÜ YERİNE GİDİYORUZ...
Böylece Yağmur Erbolay, herşeyi ayarlıyor ve 29 Ağustos 2024 Perşembe günü şahidimizin arkadaşıyla buluşmaya gidiyoruz – Yağmur’un Yardımcısı Ahmet Esnaf’la ve Kıbrıslırum Üye Ofisi Araştırmalar Koordinatörü Angeliki Anthussi’yle birlikte...
Şahidimizin arkadaşı bizi yönlendiriyor ve şahidin kendisine göstermiş olduğu olası gömü yerine varıyoruz Lakadamya’da... Lakadam’yada bu olası gömü yerinin karşısında duruyoruz, şahidimizin arkadaşı bize şahidimizin küçük bir kız çocuğu olarak 1964’te o sıcak yaz gününde yaşadıklarını aktarıyor... Hiçbir çocuk böyle bir travmaya maruz kalmamalı aslında... Şahidimizin arkadaşı bu boş araziye yakında bir apartman yapılacağını da aktarıyor. Eğer Kayıplar Komitesi burayı kazmaya karar verirse bunu herhalde apartman dikilmeden yapması gerekecek...
Angeliki arkadaşımız bu bilginin çok somut ve değerli olduğunu düşünüyor ve önümüzdeki günlerde bunu Kayıplar Komitesi’nin üç üyesinin toplantısına sunmayı ve bu alanı “Kazılacak yerler listesi”ne koymayı tasarladıklarını anlatıyor bana... Ancak tabii ki öncelikle kendi araştırmalarını yürütecekler bu konuda ve kendi dosyalarında bu bölgeyle ilgili başka bilgi olup olmadığına bakacaklar...
CAMİ DE KAYBOLMUŞ...
Şahidimizin arkadaşı bizlere Kıbrıslırum mezarlığını ve o küçük kız çocuğunun yanından geçtiği o eski küçük kiliseciği de gösteriyor. O küçük kızın işaretleri bunlarmış – küçük kilisecikten giden “monobadi” ve mezarlık yanındaki boş arazi... Şahidimizin arkadaşı bize Lakadamyalı Kıbrıslıtürkler’in camisinin olduğu yeri de gösteriyor – cami artık yok orada, yıkılmış ve boş araziye arbalar park etmiş... Daha ilerideki Kıbrıslırum büyük kilisesine işaret ediyor...
Kayıplar Komitesi araştırma görevlilerinin eski haritalara ve havadan çekilmiş eski fotoğraflara bakması gerekecek ki gerçekten de aradığımız arazinin – olası gömü yerinin – bize gösterilmiş olan yer olup olmadığını belirlemek için... Şahidimizin arkadaşına ısrarla şunu soruyorum: Bu olası gömü yeri bir kuyu muydu yoksa bir çukur muydu? Şahidimizin arkadaşı da, şahidimizin bu olası gömü yerinin bir kuyu olmadığına, bir çukur olduğuna inandığını anlatıyor...Yıllar içerisinde bir diğer Kıbrıslırum okurum benimle temasa geçerek sürekli olarak Lakadamya’da “Mangli’nin kuyusu”na bazı Kıbrıslıtürk “kayıplar”ın gömülmüş olduğunu anlatmaktaydı... Bu bilgiyi de yıllar önce Kayıplar Komitesi’yle paylaşmıştım... Ancak Lakadamya’da bu arazide olası bir gömü yerine dair bir görgü şahidinin ifadesiyle ilk kez karşılaşıyorum ve o 60’lı yılların küçük kızının sessiz kalmayarak bu bilgiyi bir arkadaşı aracılığıyla benimle paylaşmak istemesinden ötürü ona müteşekkirim. Ona da, bize bu olası gömü yerini Lakadamya’ya gelip gösteren arkadaşına da yürekten teşekkür ediyorum...
Lakadamya'da bir Kıbrıslırum şahidimizin bir Kıbrıslırum okurumuz aracılığıyla gösterdiği bu olası gömü yerinde kazı başlatıldı...
LAKADAMYA KARMA BİR KÖYDÜ...
Lakadamya, canyoldaşım Zeki Erkut’un ninesi Şerife Hanım’ın köyüydü ancak 1958-1963 yıllarındaki çatışmalar nedeniyle köyden ayrılmak zorunda kalmışlardı...Lakadamya, karma bir köydü... Kato Lakadamya’da yani Aşağı Lakadamya’da, Kıbrıslıtürkler’le Kıbrıslırumlar birlikte yaşarlardı. PRIO’nun araştırmalarına göre 1831 yılında 29 Kıbrıslıtürk ve 80 Kıbrıslırum aile yaşıyormuş Aşağı Lakadamya’da. O günlerde nüfus sayımlarında yalnızca erkekleri sayarlarmış, kadınları saymazlarmış. 1901 yılında köyde 34 Kıbrıslıtürk, 426 da Kıbrıslırum yaşarmış, köyün yani Aşağı Lakadamya’nın toplam nüfusu 460 imiş. 1946’da 88 Kıbrıslıtürk, 852 Kıbrıslırum varmış köyde, toplam nüfus 940 imiş. 1960’a gelindiğinde köyde Kıbrıslıtürk kalmamış çünkü 1958’de kaçmak zorunda bırakılmışlar... Böylece Aşağı Lakadamya, “karma köy” olma özelliğini kaybetmiş. Bazıları geri dönmek istese ve dönmüş olsa dahi. 1963’te yeniden kaçmak zorunda kalacaklardı büyük olasılık...
Bir başka okurum da bana havadan çekilmiş üç fotoğraf gönderiyor, bu fotoğrafların kaynağı FES (Friderich-Ebert Stiftung Kıbrıs Ofisi). Fotoğraflarda son 60 yılda Aşağı Lakadamya’daki Kıbrıslıtürk mezarlığının alanının nasıl küçüldüğü görülebiliyor... Ona da çok teşekkür ediyorum...”
(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler – Sevgül Uludağ – 10.9.2024)
ŞAHİDİMİZE, OKURUMUZA VE KAYIPLAR KOMİTESİ’NE TEŞEKKÜRLER…
Lakadamya’daki olası gömü yeri hakkında bizi bilgilendiren Kıbrıslırum şahidimize, bunu bize gösteren Kıbrıslırum okurumuza ve burada kazı yapmaya karar vererek kazıyı başlatan Kayıplar Komitesi yetkililerine de çok teşekkür ediyoruz… Kazıda görevli olan Kayıplar Komitesi kazı ekibindeki arkeologlarımıza ve diğer görevlilere de çok teşekkür ediyor, “Kolay gelsin” diyoruz.
BASINDAN GÜNCEL…
Lübnan'da Sur sakini: “Bırakın evimde öleyim…”
Orla Guerin/BBC
Lübnan'ın güneyindeki Sur (Tire) kentinde sohbetler artık aceleyle yapılıyor. Sokaklarda oyalanmak mantıklı değil ve konuşacak insan sayısı giderek azalıyor.
Sohbetler İsrail bombardımanının ya da Hizbullah'ın roket atışlarının gürültüsüyle kısa kesilebiliyor.
İsrail insansız hava araçları tepenizde vızıldıyor.
Aracınızı hızlı sürüyorsunuz ama gökyüzünde gözler olduğu için fazla hız yapmıyorsunuz. Çoğu kez boş yoldaki tek araçsınız ve hedef olabilirsiniz.
Vücudumuza giydiğimiz zırh gibi bu bilgi de hep bizimle.
Ama buradaki sivillerin kendilerini koruyacak bir zırhları yok ve pek çok Lübnanlının artık başlarını sokacak evleri de yok. Başbakan Necip Mikati'ye göre bir milyondan fazla kişi kaçmak zorunda kaldı.
Savaş burada bir boşluk yarattı; Roma kalıntıları ve altın kumlu plajıyla gurur duyan bu antik kentin kanını emdi.
Sokaklar boş, dükkanlar kapalı. Deniz kıyısı ıssız. Pencereler İsrail'in hava saldırılarıyla sarsılıyor.
Yerel sivil savunma merkezi terk edilmiş durumda; kurtarma ekipleri İsrail'den gelen uyarıyla tahliye edildiler.
İsrail saldırıları giderek artıyor ve kaldığımız otele daha da yaklaşıyor. Son günlerde karşıdaki tepelere 500 kilo ağırlığındaki en yıkıcı bombalarla saldırdı.
Bir de Hizbullah faktörü var. Silahlı grup, işgalci İsrail birliklerini Lübnan topraklarında engellemeye çalışırken bile, Sur kentindeki uluslararası medyayı kontrol ediyor. Yazdıklarımız ya da yayımladıklarımız üzerinde hiçbir kontrolü olmasa da hareketlerimizi kısıtlıyor.
Hastanelerde doktorlar yorgun ve bunalmış görünüyor. Seyahat etmek çok tehlikeli olduğundan birçoğu artık evlerine gitmiyor, hastanede kalıp hastalarla ilgileniyor.
Hiram Hastanesi başhekimi Dr. Salman Aidibi, bacağı alçıda, kolu sargılı 9 yaşındaki Meryem’i gösteriyor.
“Dokuz kişilik bir aile olarak geldiler. Beşi tedavi edildi. Meryem’i ameliyat ettik, durumu çok daha iyi. Onu bugün evine göndermeyi umuyoruz” diyor ve ekliyor:
“Yaralıların çoğuna burada ilk yardım yapılıyor ve durumları stabilize olunca diğer merkezlere gönderiliyorlar, çünkü bu hastane ön cephede.”
Hastaneye günde yaklaşık 30-35 yaralı kadın ve çocuk geldiğini ve bunun personeli olumsuz etkilediğini söylüyor.
“Çalışırken pozitif olmamız gerekiyor. Durup düşündüğümüzde duygusallaşıyoruz” diyor ve ekliyor:
“Lübnan'da yıkıcı bir savaşın içindeyiz. Barış umuyoruz ama her türlü olasılığa da hazırlıklıyız.”
Sur’un yerlilerinden Hasan Manna da en kötüsüne hazırlıklı. Savaş giderek şiddetlenirken o bu şehirde kalmaya ve 14 yıldır işlettiği küçük kahve dükkanını açmaya devam ediyor.
“Evimi, ülkemi terk etmiyorum. Çocuklarımla evimde kalıyorum. Onlardan (İsraillilerden) korkmuyorum.
“Dünya alem sokakta. Böyle aşağılanmak istemiyoruz. Bırakın evimde öleyim.”
Beş komşusu geçen hafta sonu İsrail hava saldırısında evlerinde ölmüş. Hasan bu olayı görmüş ve gelen iki füzeyle havaya fırlasa da sadece kolundan yaralanıp kurtulmuş.
Orada bir Hizbullah hedefi var mıydı bilmiyoruz. Hasan ölenlerin hepsinin sivil olduğunu, aralarında iki kadın ve bir bebeğin de bulunduğu bir aile olduğunu söylüyor.
İsrail, Lübnan halkını değil Hizbullah savaşçıları ve tesislerini hedef aldığını söylese de, doktorlar ve Hasan gibi tanıklar da dahil olmak üzere buradaki pek çok kişi aksini söylüyor.
İsrail sivillere zarar verme riskini en aza indirmek için adımlar attığını söylüyor ve Hizbullah'ı sivil nüfus arasında altyapısını gizlemekle suçluyor.
Hasan, “Orada hiçbir şey (silah) yoktu” diye ısrar ediyor. “Eğer olsaydı, bölgeyi terk ederdik. Bombalanacak hiçbir şey yoktu. Kadın 75 yaşındaydı”
Saldırıdan sonra enkazı kazarak hayatta kalanları aramış Hasan, ta ki kendisi bayılıp hastaneye kaldırılana kadar.
Komşularından bahsederken sesi öfke ve kederle kesiliyor ve gözleri yaşlarla doluyor.
“Bu adaletsizlik, tümüyle adaletsizlik. Biz bu insanları tanıyoruz. Onlar burada doğdu. Keşke ben de onlarla ölseydim.”
On gün önce, sınıra yakın bir Hristiyan bölgesindeydik.
Adının açıklanmasını istemeyen bölge sakini bir kadın, herkesin diken üstünde olduğunu söyledi.
“Telefon sürekli ötüyor. (İsrail) saldırılarının ne zaman geleceğini asla bilemiyoruz. Hep gerginiz. Çoğu gece uyuyamıyoruz.”
Uzak tepelerden dumanlar yükselmesine neden olan bir İsrail hava saldırısının gürültüsüyle konuşmamız kesildi.
Sınıra yakın köylerin isimlerini saydı; Hizbullah ve İsrail arasında geçen yıl yaşanan çatışmalardan sonra terk edilmiş ve yıkılmışlar.
Bu bölgelerdeki hasarın 2006'daki beş haftalık savaştan çok daha büyük olduğunu söyledi.
“İnsanlar daha sonra geri dönmek istese bile dönecek ev kalmadı. Akrabalarını kaybetmeyen ev yok. Bütün erkekler Hizbullah’tan.”
“Savaştan önce Hizbullah sürekli silahlarıyla övünürdü, İsrail'le sonsuza kadar savaşacağını söylerdi. Destekçileri bile artık İsrail saldırılarının sayısı ve boyutu karşısında şok olmuş durumda.”
Burada çok az kişi geleceğe dair tahminde bulunma cesareti gösterebilir. “Bir tünele girdik ve daha ışığı göremedik.”
Tel Aviv'den Tahran'a ve Washington'a kadar hiç kimse bir sonraki adımın ne olacağından ve ertesi gün Orta Doğu'nun neye benzeyeceğinden emin olamaz.
Habere katkı: Mohamed Madi
(BBC – Orla GUERIN – 6.10.2024)