Lapta’daki kazılarda bir kaybın kalıntılarına ulaşıldı…
Lefkoşa, 25 Haziran 2019 (T.A.K.): Kayıp Şahıslar Komitesi, Lapta’da devam eden kazılarda 1 kişiye ait olduğuna inanılan kalıntıya ulaştığını açıkladı.
Komite’den yapılan açıklamaya göre, 2019’daki ada genelinde devam eden kazı çalışmalarında bugüne kadar toplam 18 kişinin kalıntısına ulaşıldı.
Bu arada komite, kayıplar ve olası kayıp gömü yerleri konusunda bilgi sahibi olan kişilerin Kayıp Şahıslar Komitesi’ne ulaşıp, bildiklerini paylaşma çağrısını yineledi.
(TAK Ajansı Haber Bülteni’nden – 25.6.2019)
BİR KİTAP…
“Armine - Çorak Dağ'ın Sürgünü…”
“İhtiyar bir adam, yanında kara köpeğiyle, Ermeniler ve Türklerin bir arada yaşadığı bir köye gelir. Kışları Sivas şehrinde, yazları ise köyde sakin bir hayat süren Galenler ailesi bu durumdan huzursuz olur, zira ihtiyarla aralarında geçmişten kalmış, çözülmemiş bir hesap vardır.
Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte tarih önüne geçilmez bir hızla akmaya başlar. Ermeniler için günbatımı yaklaşırken, Armine ile Civan’ın aşkı henüz şafağını yaşamaktadır. Köylüler, nedenlerini dahi bilmedikleri politik kararlara maruz kalarak yok oluşa doğru yürürken, iki âşık önce hayatta kalmaya, sonra birbirlerine kavuşmaya ahdederek ölüme direnirler.
İlk romanını kaleme alan Murat Ataş, kurgu ile gerçeği, söylence ile sevdayı iç içe geçirdiği “Armine - Çorak Dağ’ın Sürgünü”nde, dönemin gelişmeleriyle bezediği olay akışını mahir bir şekilde örüyor. Yörenin gelenekleri, Türkler ve Ermeniler arasında komşuluk ilişkileri, gitgide biriken gerginliklerin 1915’te nasıl bir karanlık yarattığı incelikli bir şekilde aktarılırken, yerel bir trajedi, evrensel ölçekte insanlık hallerini yansıtan bir aynaya dönüşüyor. Okur, çocukluktan genç kızlığa ve nihayet yaşlılığa doğru yol alan Armine’nin adımlarını takip ederken, o aynayı kendi kendine de tutuyor kaçınılmaz olarak. Armine Çorak Dağ’ın Sürgünü, bir dönem romanı, ancak salt bir dönemin değil, tüm zamanların insani acılarının romanı…”
BASINDAN GÜNCEL…
“Anne Frank yaşasaydı 90 yaşında olacaktı…”
Gürsel Köksal
Hitler faşizminin en tanınmış kurbanı Anne Frank öldüğünde 15 yaşındaydı ve insanlığın hafızasına hep 15 yaşındaki haliyle yerleşti. Yaşasıydı 90 yaşında olacaktı. Günlükleriyle dünyanın en çok okunan yazarları arasında yer alan Anne Frank, Almanya’da özellikle de doğum yeri Frankfurt’ta çeşitli etkinliklerle anıldı.
"Anne, sana ihtiyacımız var"
Hep “15 yaşında kalan” Anne Frank’ın yaşıtı yüzlerce öğrencinin katılımına öncelik verilen etkinlikler, Avrupa’da yükselişini sürdüren ırkçılık, yabancı düşmanlığı ve ayrımcılık gibi aşırı sağ eğilimlere karşı mücadele çağrıları eşliğinde gerçekleşti.
Frankfurt’un bu en tanınmış şahsiyetinin yaşgününde birinci sayfasını ona ayıran “Frankfurter Rundschau” gazetesinin “Anne, sana ihtiyacımız var!” (Anne, wir brauchen dich!) çığlığı gibi...
Frankfurter Rundschau gazetesi Anne Frank’ın doğum gününde manşetten “Anne, sana ihtiyacımız var!” çığlığı attı.
Nazi Almanyası’nın işgali altındaki Hollanda’da ailesiyle birlikte gizlendikleri dönemde tuttuğu günlüklerinin kitap olarak yayınlanmasıyla insanlık tarihindeki yerini alan Anne Frank, 90 yıl önce Frankfurt’ta dünyaya gelmişti.
Hitler’in iktidara gelmesiyle Almanya’yı terkedip, Hollanda’ya yerleşerek, orada kendilerine yeni bir yaşam kuran, bir ihbar sonucu gizlendikleri yerin ortaya çıkması üzerine Gestapo’nun eline düştükten sonra gönderildikleri toplama kampında katledilen Frank ailesinin ölüm yolculuğunun bu kentte başlamış olması, Almanya Yahudiliği’nin önemli merkezlerinden Frankfurt’a büyük sorumluluk yüklüyor ve bu sorumluluğu taşıyan Frankfurtlular hiç de az değil.
Berlin’deki “Anne Frank Merkezi”nin koordinasyonunda bu yıl üçüncü kez gerçekleştirilen “Anne Frank Günü” kapsamında Almanya’nın çeşitli yerlerinden 250 okul ve 40 bin öğrencinin katıldığı etkinliklerin odak noktasında doğum yeri Frankfurt yer aldı.
Anne Frank’la aynı gün dünyaya gelen Agnes Heller, onur konuğu olarak katıldığı Frankfurt’ta 90’ncı yaş gününü kutladı.
Felesefeci Heller
Frankfurt’taki “Anne Frank Günü”nün merkezi etkinliği Almanya’daki ulusal ve uluslararası çaptaki etkinlikler için kullanılan Paulskirche’de düzenlenen anma toplantısıydı.
Almanya’da demokrasi mücadelesinin sembolleri arasında yer alan Paulskirche’deki toplantının çok özel bir konuğu oldu: Macaristan kökenli felsefeci bilim kadını Agnes Heller…
Avrupa’daki Yahudileri yoketmeyi hedefleyen Nazilerin elinden büyük bir şans eseri kurtulup, hayatta kalabilen az sayıdaki insanlardan biri olan Heller de, Anne Frank’la aynı gün,12 Haziran 1929’da dünyaya gelmişti. “Hep 15 yaşında kalan” Anne 90’ncı doğum gününde anılırken, o da bu dünyadaki 90’ncı yaş gününü kutluyordu.
Onun bu toplantıya bizzat katılımı, o döneme ilişkin tanıklığını dillendirmesi önemli ve öğreticiydi.
Hatırlanacağı gibi ikinci Dünya Savaşı’nda Hitler’le ittifaka giren Macaristan’ın faşist yönetimi ülkede yaşayan yarım milyondan fazla Yahudi vatandaşını Almanların toplama kamplarına göndermiş ve bu insanların büyük bölümü orada yaşamını yitirmişti.
Georg Lukács'ın asistanı
Ailesinin büyük bir bölümü toplama kamplarında öldürülen Heller, savaştan sonra eğitimini sürdürerek Budapeşte Üniversitesi’nde akademik kariyerine başlamış, 20. yüzyıl Marksizminin önde gelen isimlerinden Georg Lukács’ın asistanı olmuş, daha sonra emekli olana kadar dünyanın çeşitli üniversitelerinde profesör olarak ders vermişti.
Yaşamını Budapeşte ve New York’ta sürdüren Heller, günümüzde Macaristan’daki aşırı sağcı Orban yönetiminin muhalifleri arasında yer alıyor.
Ülkesindeki durumu “Orban bir diktatör. Ama Macaristan bir dikatörlük değil” sözleriyle açıklayan Heller, Frankfurt Paulskirche’deki konuşmasında Anne Frank’ın günlüklerinin o dönemde tüm öldürülenlere ses veren, onları temsil eden bir yapıt olduğunu, “tüm insanlığa seslenen bir mesaj” olduğunu vurguladı.
"Dünya belleği" mirası
Uluslararası toplumu temsilen toplantıya katılan UNESCO Genel Müdürü Audrey Azulay, Anne Frank’ın günlüklerinin “Dünya Belleği Mirası”nın bir parçası olduğunu hatırlattı.
Federal Almanya Hükümeti’ni temsil Uluslararası Kültür Politikalarından Sorumlu Devlet Bakanı Michelle Müntefering, Almanya’da son yıllarda antisemitizmin, Yahudilere yönelik saldırıların ve nazi Almanyası’nın suçlarını inkar çabalarının arttığına dikkat çekerek, “Almanya’daki her antisemitik eylemi, toplumumuza ve özgürlükçü demokrasimizin temellerine bir saldırı olarak görüyoruz” dedi.
Anne Frank’ın babası Otto Frank tarafından 1963 yılında Basel’da kurulmuş olan “Anne Frank Vakfı”nın Başkanı John Goldsmith de, soykırımda 1,5 milyon Yahudi çocuğun öldürüldüğünü hatırlattı.
Toplantının ev sahibi, kendisi de Nazi soykırımında tüm ailesini yitiren bir babanın oğlu olan Frankfurt’un ilk Yahudi Büyükşehir Belediye Başkanı Peter Feldmann da “Anne Frank’ı anmak, günümüz Frankfurt’undaki güzel birlikte yaşamın herşeyini korumaktır” dedi.
Irkçılığa, anti setimizme, yabanca düşmanlığına ve ayrımcılığa karşı kararlılığını vurgulayan Feldmann şöyle devam etti:
“Anne Frank bir Frankfurtluydu, o dönemlerdeki ve şimdilerdeki diğer gençlerle benzer hayalleri, istekleri olan bir genç kızdı. Frankfurtlu olarak bizler Anne Frank’ı, onun anlattıklarını, öğrettiklerini, onun başına gelenlerden çıkardığımız dersleri unutmuyoruz.
"Bir daha asla, insanlar kökenleri, dış görünüşleri, dinleri ve başka bir özellikleri nedeniyle nefret ve şiddetle karşı karşıya kaldıklarını görmemezlikten gelmemeliyiz.”
Savaştan sonra kitap yazmak istiyordu
1920’li yıllarda Frankfurt’ta yaşayan Anne Frank’ın ailesi, Hitler’in Almanya’da iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra ülkeyi terkederek Hollanda’ya yerleşmiş, oranın da Naziler tarafından işgal edilmesi üzerine, 1944’e kadar iki yıl boyunca işyerlerinde hazırladıkları gizli bir bölmede saklanarak hayatta kalabilmişlerdi.
Bir ihbar sonucu Hitler’in siyasi polisi Gestapo tarafından yakalanıp, Auschwitz Toplama Kampı’na gönderilen aileden bir tek Anne Frank’ın babası Otto hayatta kalmıştı.
Radyodaki çağrı
Anne Frank’ın 1945 Mart ayında, savaşın bitmesinden birkaç ay önce Bergen-Belsen Toplama Kampı’nda öldüğü biliniyor. Hollanda’ya dönen Otto Frank, Anne Frank’ın 13’üncü yaş gününden itibaren kaleme aldığı günlükleri buldu.
Başlangıçta günlükleri kendisi için yazan Anne, daha sonra da halkı yaşadıkları baskı ve eziyetlere ilişkin belgeleri saklamaya, günlük tutmaya çağıran bir radyo yayının ardından savaştan sonra bir kitap yazmaya ve günlüklerini o kitapta değerlendirmeye karar vermişti.
Yardımcı ders kitabı
Otto Frank da kızının günlüklerinin bir kitap olarak yayınlanmasına izin verdi. İlk olarak 1947’de Hollandaca çıkan kitap, zaman içinde 60’tan fazla dile çevrilerek, Nazi döneminin kurbanlarını durumunu tüm insanlığın gözleri önüne serebilen en etkili yapıtlardan biri oldu.
Türkçesi de “Anne Frank’ın Hatıra Defteri” adı altında defalarca yayınlanan kitap, günlüklerini 13. yaşgününde kendisine hediye edilen deftere yazmaya başlayan küçük kızın savaş ve diktatörlüğün baskısı altındaki düşüncelerini, iç dünyasınındaki devinimleri, o koşullardaki siyasal değerlendirmelerini, saklandıkları yerdeki aile üyelerine ve diğer insanlara yönelik gözlemlerini ve geleceğe yönelik planlanlarını içeriyor.
Kitap olarak çeşitli dillerde milyonlarca basılan günlükler, bir çok ülkede okullarda yardımcı ders kitabı olarak okutuluyor ve dünyada en çok satan kitaplar listesinin en başlarında yer alıyor.
(BİANET.ORG – Gürsel KÖKSAL – 22.12.2019)