1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. Lapta’dan Ayyorgi’ye…
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

Lapta’dan Ayyorgi’ye…

A+A-

24 Haziran 2015 Çarşamba sabahı Ayyorgi’ye giderek iki “kayıp” Kıbrıslırum’un olası gömü yerini bize gösterecek olan şahidi almaya gidiyoruz, bu şahit benim okurlarımdan biri ve onu alıp Lapta’ya gideceğiz… Kayıplar Komitesi Kazılar Koordinatörü Antropolog Okan Oktay ve Kayıplar Komitesi Kıbrıslırum Üye Yardımcısı Ksenofon Kallis’le gidiyoruz Ayyorgi’ye…

Ayyorgi’deki okurum – şahit – bize kahve ikram ediyor ve oturup birlikte kahve içiyoruz. Böylece Kayıplar Komitesi yetkililerine, bana daha önce anlattığı ve bu sayfalarda yayımladığım öyküsünü aktarabilecek.
Okurum 1974’ten birkaç yıl sonra yaşadığı yere yakın bir noktada bazı insan alıntılarına rastlamıştı… Şiddetli yağmurlar ardından bazı insan kemikleri açığa çıkmıştı Lapta’da… Bir okulun köşesindeydi bu ve okula yakın bir yerde de 1974’te bir mevzi ya da askeri bir karargah bulunmaktaydı…
Bir komşusuyla birlikte büyük kemikleri toplayıp bunları dereye atmışlar fakat el ve parmak kemiklerine, kaburgalara ve küçük kemiklere dokanmamışlar, onları buldukları yerde bırakmışlar…
Bu okurum bir akşam bana bu öyküyü anlatmıştı…
“O senelerde bu konularda herhangi bir duyarlılık yoktu şimdiki gibi” demişti, “ama şimdi yardım etmek istiyorum… Eğer göstereceğim noktayı kazıp toprağı elerlerse, büyük olasılıkla iki “kayıp” şahıstan geride kalanları bulabilecekler…”
İşte bu nedenle bugün onunla buluşmaya geldik, bizi sözünü ettiği noktaya götürebilsin diye…
Lapta’ya gidiyoruz, okulun köşesinde iki “kayıp” şahıstan geride kalanları gördüğü noktayı gösteriyor bize…
“Ancak kafatasları yoktu biz onları bulduğumuzda” diye anlatıyor.
Okulun karşısında bir derecik var – oraya mı atmışlardı büyük kemikleri?
Tam olarak hatırlayamıyor bu büyük kemikleri nereye attıklarını…
“Ancak geriye kalan kemikler buradadır… Onları tam olarak burada bulmuştuk” diyor.
Böylesine insani bir konuda bize yardımcı olmaya çalıştığı için bu okuruma teşekkür ediyoruz ve Okan Oktay onu tekrar Ayyorgi’ye bırakmaya gidiyor. Biz de Lapta’da, Londra’da yaşayan arkadaşımın annesini bulmaya çalışıyoruz, arkadaşımın annesi de bize olası bir gömü yeri gösterecek…
Londra’da yaşayan arkadaşımın anlattıklarına bu sayfalarda geçtiğimiz günlerde şöyle yer vermiştim:
“Bir başka okurum ise bana babasının Lapta’da “kayıp” bir Kıbrıslırum’u bir kuyuya gömdüğünü anlatıyor.
“1974’ten sonra Lapta’ya taşındığımız zaman babam ağaçların altında bir Kıbrıslırum askerinin ölü olarak yattığını görmüştü. Onu bulduğu yere gömmüştü. Ancak bir süre sonra bu bahçe başka bir şahsa verilince ve o şahıs bu bahçede bir takım faaliyetlere girişince babam bu yüzeysel mezarın açığa çıkacağını düşünmüş ve kaygılanmış.  Bunun üzerine mezarı açarak bu “kayıp”tan geride kalanları toplamış, evimizin az ilerisinde bulunan bir kuyuya gömmüş bu kaybı…”
Okurumun babası artık hayatta değil ancak annesi hayatta. Gidip annesini ziyaret edeceğim, bakalım okurumun sözünü ettiği bu kuyuyu bulabilecek miyiz, okurumun annesi bakalım bu konuda neler anlatacak…”
Okurumun annesini buluyoruz Lapta’da ve bize bir “kayıp” şahsın arka bahçelerinde bir ekşi ağacının altına gömüldüğünü ancak zaman içinde köpeklerin burayı kazarak ondan geride kalanların açığa çıktığını anlatıyor. Bu Kıbrıslırum’un üstünde bir el bombası da varmış… Bu bombayı üstünden almışlar ve onu eski bir evin arkasındaki bir kuyuya gömmüşler.
Arkadaşımın annesiyle birlikte arabaya biniyoruz ve hep birlikte Lapta’da ilerliyoruz, bize bu eski evi göstersin diye ilerliyoruz…
Bu ev, büyük, taştan bir ev, çok güzel bir ev, 1974’ten bu yana bu evde hiç kimseciklerin yaşamadığını öğreniyoruz… Lapta’da öylece yıkılıyor, zamana karşı yapayalnız direnmeye çalışıyor… Okan Oktay’la Kallis eve girmeye çalışıyorlar ancak 40 yıllık ihmal, bahçesini otların, çalıların bürüdüğü korkunç bir yere dönüştürmüş… Evin içinde pek çok top buluyorlar, çocuklar topları bu eve düştüğünde, gidip onları almaya cesaret edememişler besbelli!
“Sanki de perili bir ev bu” diyor Okan Oktay…
Fotoğraf çekiyoruz, koordinatlar alıyoruz – Kallis de bu evin geçmişte havadan çekilmiş fotoğraflarını bulmaya çalışacak ki evin arkasındaki kuyunun yeri belirlenebilsin…
Okurumun annesine teşekkür ediyoruz ve onu evine bırakıyoruz…
Sonra Lapta yöresinden ayrılmadan önce Zihni Bey’i ziyarete gidiyoruz. Zihni Bey’in dedesi Zihni Tahir Poli’den “kayıp”mış… Vasilya’dan Lapta’ya uzanan sahil yürüyüş yolu üzerinde küçücük bir berifterosu var…
Zihni Bey’in dedesi “kayıp” – bazı TMTcilerin onu Poli’de otobüsten indirdiklerini, dövdüklerini ve bu dayak sonucu dedesinin öldüğünü anlatıyor, buna inanıyor, dedesi 1964’ten beridir “kayıp”… Dedesi Zihni Tahir Akama’da bir çiftlikte doğmuş, Faslı köyünde yaşamaya gitmiş ve Yialu Çiftliği’nde çalışmaktaymış… Hayvancılıkla uğraşıyormuş… Bazı TMT’ciler tarafından “Kıbrıslırumlar’la görüşmemesi, alış-veriş etmemesi” yönünde “uyarılmış”… Zihni Tahir pek az Türkçe konuşabiliyormuş, çok iyi Rumca konuşuyormuş…
Zihni Bey dedesinin Poli’deki olası gömü yerini söylüyor:
“Bize ortaokulun altında gömülü olduğunu söyledilerdi” diyor.
“O günlerde yani 1963-64 yıllarında hapishane yoktu, o nedenle insanları dövüp korkutmak istediklerinde bu bölgedeki mağaralara götürürlerdi… Orada mağaralar vardı” diye anlatıyor.
“Ama biz o bölgeye gittik!” diyorum Zihni Bey’e… “Sanırım 2005 veya 2006 yılında olabilir… Poli’den bir Kıbrıslıtürk okurum bize orada, ortaokulun yanında olası bir gömü yeri göstermek istemişti. O dönem Kayıplar Komitesi yetkilileri olan Bay Yeorgiades ve Bay Erdengiz’le gitmiştik oraya… Ancak bildiğim kadarıyla orada hiç kazı yapılmadı bugüne kadar… Bize bu yeri gösteren Kıbrıslıtürk, başka bazı Kıbrıslıtürk “kayıplar”ın burada gömülü olduğunu sanmaktaydı… Cengiz Ratip ile Turgut Sıtkı’nın buraya gömülmüş olduğunu duymuştu…”
Belki de bu okurumu tekrar bulup bir kez daha Poli’ye gitmeliyiz ve “kayıp” Zihni Tahir hakkında da araştırma yapmalıyız… Çünkü “kayıp” Zihni Tahir’in öyküsünü ilk kez duyuyorum…
Zihni Bey’le vedalaşıp Lefkoşa’ya dönüyoruz…
Ertesi hafta bu kez Ayyorgi’ye (Karaoğlanoğlu) bir başka okurumla buluşmaya gidiyoruz, o da bize üç olası gömü yeri gösterecek… 1 Temmuz 2015 Çarşamba sabahı yola koyuluyoruz, Kayıplar Komitesi yetkilileri Okan Oktay ve Ksenofon Kallis’le birlikte…
Ancak Ayyorgi’ye gitmeden önce, St. Hilarion’da iki Kıbrıslırum okurumla buluşuyoruz. Bu okurlarımdan birisi bir “kayıp” yakını – kardeşinden geride kalanlar yıllar önce bulunmuş ve ailesine defnedilmek üzere iade edilmiş. Ancak onun için “kayıplar” konusu orada kapanmamış… Bir süreden beridir gerek Kıbrıslıtürk, gerekse Kıbrıslırum “kayıplar”ın olası gömü yerlerinin bulunması için uğraş veriyor… Uzun süreden beridir St. Hilarion bölgesinde buluşmak istiyorduk – bu buluşmayı ancak şimdi ayarlayabildik. Bu okurumun elinde bazı koordinatlar var, bunları daha önce de Kayıplar Komitesi yetkililerine vermiştik… 1963 “kaybı” bir Kıbrıslıtürk’ün olası gömü yeri olduğunu söylediği bu koordinatları ve haritayı bir kez daha Kayıplar Komitesi yetkililerine sunuyoruz.
Bu okurum yaşlı bir adam tanıyor, 1966 yılında bu bölgede askerlik yapmış ve o dönem askeri karargaha birisinin bir kemik getirdiğini hatırlıyor. O dönem, bazı insan kalıntıları bulmuşlar ve koordinatların da bu “kayıp” şahsın olası gömü yeri olduğunu söylüyor. Okurlarıma bu konuda gösterdikleri çaba için teşekkür ediyoruz ve onlarla vedalaşıp Ayyorgi’ye (Karaoğlanoğlu) gidiyoruz.
Okurumu buluyoruz ve eşi bize mandarin, ekşi ve portokaldan kendi elleriyle yaptığı limonata sunuyor.
Okurum beni arayarak bildiklerini paylaşmıştı… Bir Kıbrıslıtürk aile 1974 sonrası Ayyorgi’de bir eve taşındıklarında, dört “kayıp” Kıbrıslırum’u öldürülmüş ve muşammaya sarılmış vaziyette bulmuşlardı. Evin arkasında bulunan babutsalığa onları gömmüşlerdi…
Bu eve taşınan ve dört ölü insanı o vaziyette gören kadın bir süre sonra bu evde yaşayamayacağını anlamıştı… Kendini tuhaf hissediyor, bu ölü Kıbrıslırumlar rüyalarına giriyordu – hoflanmış, korkmuştu… O yüzden bu evi boşaltarak bir süre sonra yurtdışında yaşamaya gitmişti…
Daha sonra bu eve bir başka Kıbrıslıtürk aile taşınmıştı – fakat bu kez de onlar bir zeytin ağacının altından çok pis kokular geldiğini fark etmişlerdi… Bu kokunun ne olduğunu sorduklarında köy kahvesinde kendilerine “Savaşta ölen bazı Kıbrıslırumlar’ın bu zeytin ağacının altına gömülmüş olduğunu” anlatmışlardı. Zeytin ağacıyla portokal ağacının arasına bir yere gömülmüşlerdi, anlatılanlara göre…
Bu evde yaşayan şahıs, sürekli olarak o kokunun geldiği yerin üstüne kireç döküyor ve kokuyu kesmeye çalışıyordu… Okuruma göre burası çok şüphe çeken bir noktaydı ve bize bu iki noktayı tarif ediyor.
Önce onunla giderek babutsaların olduğu yere bakıyoruz…
“Esas savaş bu bölgelerde geçtiydi, buraları ölüm bölgeleriydi” diye anlatıyor… En keskin çarpışmalar Temmuz 1974’te bu noktalarda meydana gelmiş…
Daha sonra eşiyle birlikte zeytin ağacını bulmaya gidiyoruz…
Sonra geriye dönüp başka bir yere gidiyoruz:
Ayyorgi’de bir ev bu, deniz sahiline yakın…
Bu eve giren ailenin, evin bodrumunda ölmüş ve naylonlara sarılmış yedi “kayıp” Kıbrıslırum bulduklarını anlatıyor ve evi bize gösteriyor…
Aslında Kayıplar Komitesi bu bölgede kazı yapmış ama bu ev hakkında bilgileri olmadığını anlatıyor Okan Oktay…
Okurum “Herhalde o dönem polise bildirmişlerdir” diye anlatıyor.
Kallis de bu bölgeden polis tarafından daha sonra Kayıplar Komitesi yetkililerine teslim edilmiş yedi kişiye ait kalıntıların bulunduğu herhangi bir olay hatırlamıyor.
Demek ki bu yedi “kayıp” şahsın akibetini de araştırmamız gerekecek.
Okurum Okan Oktay’a evin sahibinin ismini söylüyor – şu an hayatta değil ama eşi hayatta…
Okuruma bu insancıl yardımları için teşekkür ediyoruz…
“Onların da yakınları vardır, onları bekleyen yakınları vardır” diyor… “Bildiklerimi paylaşıp onlara yardım etmek istiyorum… İnsanlık bunu gerektirir…” diyor.

Pazartesi devam edecek...

Bu yazı toplam 2049 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar