Lapta'dan hatıralar 2...
Eşi “kayıp” edildiğinde henüz iki aylık bir bebeği olan Yeorgia Pandehi Panduri’yla röportajımız şöyle:
SORU: Yani İkinci Dünya Savaşı ardından dünyaya gelmiştiniz…
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet. Babam 1963’te vefat etmişti. Kennedy’nin de öldürüldüğü yıldı… Aynı yıl vefat etmişti babam.
SORU: Lapta’da Kıbrıslıtürk komşularınız var mıydı?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Hayır, yoktu. Kıbrıslıtürkler, Lapta’nın tam ortalarındaydılar – bizim evimizse Lapta’nın girişindeydi. Girne’den Lapta’ya gelirken yani…
SORU: Laptalı Meletis Apostolidis’i tanıyorum ben… Arkadaşımızdır…
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Bizim de arkadaşımızdır!
SORU: Çok iyi bir insandır…
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet… Kızkardeşi, benimle aynı sınıftaydı. Ancak Meletis’i de çok iyi tanıyordum…
SORU: Herhalde Lapta’da gittiniz okula…
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet, okulu Lapta’da bitirdim. Ve okulu bitirdikten sonra Lapta Cimnasiyosu’nda yedi yıl çalıştım. Okulda sekreter olarak çalışıyordum.
Kostas Panduri...
SORU: Eşinizle nasıl tanışmıştınız?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Eşimin adı Kostas… Lapta’da herkes herkesi tanırdı… Aslında Karmili’ydi eşimin ailesi ama o dönem Lapta’da yaşıyorlardı. Beni beğenmiş, ben de onu sevmiştim… Karmi’den ayrıldıktan sonra Lapta’da kalmışlardı bir süre, sonra da Ayyorgi’ye gitmişlerdi…
SORU: Eşinizin işi neydi?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Kocamla tanıştığımda, kendisi bir matbaada çalışmaktaydı. Lefkoşa’daydı bu matbaa işi eşimin. Biz biraraya geldikten sonra müteahhit olan kardeşim, “Gel benimle çalış” demişti kendisine. Ve evimizi inşa ettiğimiz zaman bir de kuru temizleme bölümü yapmıştık o zaman… 1971’de Lapta’da evlenmiştik. Bir çocuğumuz olmuştu. Oğlum 13 Mayıs 1974’te dünyaya gelmişti… Savaş başladığında 1974’te henüz iki aylık bir bebekti… Oğlumun adı Grigoris’tir…
SORU: Grigoris, dedesinin adı mıydı?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet… Kaynatamın adıydı Grigoris.
SORU: Kaynatanız ne iş yapardı?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Şöfördü kaynatam. Otobüslerde şöförlük yapardı. Kendine ait otobüsü falan yoktu, şöfördü… Çünkü bizim bölgede çok otobüs vardı, ekşilerden ötürü… Bir de pek çok insan Lefkoşa’ya işlemeye giderdi. Ekşilerden başka, Lefkoşa’da da iyi işleri vardı Laptalılar’ın… Her 15 dakikada bir otobüs kalklardı Lefkoşa’ya!
SORU: Maşallah! Eski Kıbrıs bu…
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet, çok iyiydi işler… Girne’den Lapta-Karava’ya, Vasilya’ya kadar çok canlı bir bölgeydi… Ve çok iyi otobüslerdi bunlar.
SORU: Kaynananızın adı neydi?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Andriani idi… Hayattadır kaynanam… Kaynatam beş yıl kadar önce vefat etti… İri-yarı bir adamdı kaynatam…
SORU: “Balligari” dedikleri…
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet… Eşim o kadar iyi-yarı birisi değildi ama kaynatam öyleydi.
SORU: Evet, gömü yerinin bulunmasına yardımcı olduğumuz “kayıp” Londos’un cenaze töreninde bunu gördüm ve eşime de söyledim… Pek çok Laptalı ve Karmili gelmişti o cenaze törenine ve hep iri-yarı, uzunboyluydular… Eşime “Bak” demiştim, “Erkeği-kadını bu bölgenin ne kadar uzun boylu, iri-yarı insanlar…”
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet ve ben o cenaze töreninde “Sevgül nerede acaba?” diye seni arıyordum…
Yeorgia panduri...
SORU: Oradaydım!
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Göremediydim seni…
SORU: Çünkü normalde çiçek ve çelenk koyanları anons ederler ama bu cenaze töreninde aile herhangi bir anons yapılmasını istememişti. Kimsenin tabuta çelenk koymasını ve bunun anons edilmesini istememişti Londos’un ailesi…
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet… Londos’un yakınları cenaze töreninde “Sevgül’e teşekkür ederiz” demişti ama seni görememiştim. İşte o zaman, “Sevgül’ü bulmalıyım” demiştim ve sevgili arkadaşım Kleopatra’dan yardım istemeye karar vermiştim…
SORU: Önce darbeden söz edelim isterseniz… 1974’te 15 Temmuz’da sizin “praksikopima” dediğiniz faşist darbe olmuştu Kıbrıs’ta… Lapta’da o günlerde neler olmuştu?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet, Lapta’dan bazı insanların bu işlere karıştığını biliyorduk ancak Laptalılar arasında herhangi bir çatışma vs. çıkmamıştı. Ancak bazı insanların bu işe karıştığını biliyordum… Hatta benim de bu işlere karışmamı istemişlerdi fakat ben “Neden başkaları hakkında herhangi bir şey söyleyeyim?” diye düşünmüştüm – ihbarcı olmamı istemişlerdi ve ben bunu kabul etmemiştim. “Hayır” demiştim kendilerine.
SORU: Yani darbe günlerinde Lapta’da bir şey olmadı… Sonra 20 Temmuz 1974’e geliyoruz… O gün neler olmuştu Lapta’da?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: O gün Lapta’nın başka bölgelerinde neler olduğunu görmedim. Sabahleyin uçakların sesini duymuştum, bir kez gelmişlerdi… Uyanıktık çünkü sabahın saat ikisinde halalarımdan biri gelmişti, ağlıyordu… “Hala, neden ağlıyorsun?” demiştim… “Çünkü darbeciler gelip oğlumu yatağından aldılar” demişti…
SORU: EOKA-B’ciler almıştı oğlunu yani…
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet… Bizimle birlikte oturmuştu halam, böylece o gün sabahın ikisinde… Oturmuş konuşuyorduk, dağlarda yangınlar vardı… Evimiz dağa yakın olduğu için bütün muslukları açıp su doldurmuştuk, aniden yangın eve sıçrarsa diye… Hazırlık yapıyorduk yani yangına karşı…
SORU: Neden yakmışlardı ormanları, anladınız mı?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Hayır…
SORU: Türkiye’nin çıkarma gemilerine yolu göstermek için, işaret etmek için!
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet, evet… Tüm atmosfer çok korkunçtu… Uçaklar, gemiler… Sanki de başka bir dünyadaydık… Sonra halam ayrılmıştı evimizden ve eşimle konuşmaya devam etmiştik… Birşeyler olacağını kestiriyordu kocam. Sonra sabah beş-beşbuçuk gibi uçakların sesini duymuştuk… Bir yere doğru gidip, geri dönüyorlardı… Sonra tekrar gelmişti uçaklar, bu kez “Bu, savaştır” demiştim… Gidip evdeki pencerelerden dışarıya bakmıştım, ne olup bittiğini göreyim diye… Evin ön tarafına değil, yan tarafındaki pencerelere gitmiştim bakmaya… Evimiz yüksekte olduğu için denizi görebiliyorduk. Denizdeki gemileri görmüştüm bakınca böyle… Pencerede kalmıştım öylece… Bebeğim uyuyordu… Gidip kucağıma almıştım bebeğimi… Bir çanta hazırlamaya başlamıştım, çörek koymuştum çantaya, bebeğim için su koymuştum, bebeğimin sütünü koymuştum… Kocam bana “Sizi götüreyim” demişti. Dağda bir mağara vardı… Oraya gitmiştik… Aynı mağaraya başkaları da gelmişti – 30 kişi falan vardı mağarada… Biz mağaraya doğru giderken, radyodan çağrı yapılıyordu seferilere, gidip silah altına girmeleri için birliklerinde. Çünkü mağaraya gidenlerden birisinin bir radyocuğu vardı… Ondan duymuştuk. Kocamla birlikte mağaraya gittiğimizde, bebeğimizin biberonunu evde unutmuş olduğumuzu farketmiştik. Kocam eve dönerek bebeğimizin biberonunu, bir de askerlikle ilgili belgelerini almıştı yanına. Olduğumuz yere gelerek bizi öpmüştü, “Bebeğe dikkat et” demişti bana…
SORU: Kocanızı gördüğünüz son andı bu…
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Evet, son görüşümdü onu… Saat 5-5.30 gibiydi… Üç gün kalmıştık o mağarada… Ateş-kes anlaşması olduktan sonra çıkmıştık o mağaradan… Sanırım öğleden sonra dört sularıydı… Mağaradan çıkmıştık…
SORU: Evinize mi dönmüştünüz?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Hayır, hayır… Tekrar evimize gitmedik. Evden ayrılmadan önce küçük bir çekmeceyi açmıştım, bebeğime hastanede takılan, üstünde adı yazılı bileziciği arıyordum. Hastanede takarlar ya bebek doğduğunda, üstünde adı yazılı olur – o bileziciklerden. Ansızın bir şey olursa, bu bebek kimdir, bilinsin diye... Bu bileziciği alırken, kendi yüzüğümü ve kocama ait yüzükleri ve kocamın saatini de almıştım yanıma. O küçük çekmecede dururdu bunlar – bunlar hala bendedir…
Mağaradan çıktıktan sonra bir başka halamın evine gitmiş, orada kalmıştık. Ayios Minas bölgesindeydi halamın evi… Aynı bölgede kalmıştık yani… Geceye kadar orada kalmıştık. Sonra ben annemin evine gitmiştim. Annemin evi de çok uzakta değildi, yakındı. Annemin evinde kalmıştık, kendi evime gitmemiştim. Kendi evim de annemin evinden çok uzakta değildi ancak evimin çevresi açıklıktı ve yüksekteydi ev. O nedenle gitmek istememiştim. Evimin üstüne gemilerden atılan bir bomba düşmüş ve bir delik açılmıştı ayrıca…
SORU: Annenizde ne kadar kalmıştınız?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Cuma gününe kadar kalmıştık… Cuma günü Lapta’dan ayrılmıştık… Cumartesi gününden ertesi Cuma’ya kadar hiç uyumamıştım… Cuma günü bebeğimi aldım, annemin yatağına gittim… Grigori bebeğimi yatırdım, onu koruyabilecek şekilde uzandım… “Şimdi bir şey olsa dahi önemli değil, bebeğimle birlikte” diye düşünmüştüm…
Ancak sesler duydum, “Gitmeliyiz! Buradan ayrılmalıyız!” diye sesler…
Bir oğlan çocuğu bağırıyordu böyle, “Gitmeliyiz buradan” diye…
Böylece bütün uykum uçup gitmişti! Bu nasıl oldu bilmiyorum ama öyle olmuştu işte… Uykum kaçıp gitmişti…
Böylece ayrıldık Lapta’dan…
SORU: Lapta’dan ayrıldıktan sonra nereye gitmiştiniz?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Trodoslar’a gitmiştik.
SORU: Neyle gitmiştiniz Trodos’a? Otobüsle mi?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Halamın kocası yani eniştemin arabası vardı, erkek kardeşimin arabası vardı, kocamın arabası vardı ancak bu arabaları sürmeyi bilen birisi yoktu… Kardeşim savaştaydı, eşim savaştaydı, biz de bilmiyorduk araba kullanmasını yani… Eniştemin arabasıyla ayrılmıştık Lapta’dan… Trodoslar’a gitmiştik. Trodos’tayken polis bize gelerek bir yere gitmemiz gerekip gerekmediğini sormuştu. Biz de “Hayır” demiştik. Böylece bizi Trodoslar’daki Cumhurbaşkanlığı yazlık sarayına götürmüşlerdi. Pek çok odası vardı çünkü bu yazlık evin… Bize odalar vermişlerdi bu yazlık sarayda ve Eylül ayına kadar burada kalmıştık…
SORU: Eylül’de Trodoslar’dan ayrıldıktan sonra ne yapmıştınız?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Koççinodrimitya’da bir ev kiralamıştım üç yıllığına. Sonra da şimdi oturduğum göçmen evlerine taşınmıştım… Kaldığım bölge göçmen evleri bölgesidir, Strovulos 3’tür burası… Lefkoşa’ya girerken, o bölgede… Mall’un yakınlarındadır…
SORU: Evet, Strovulos’u bilirim, orada göçmen ve “kayıp” yakını arkadaşlarım vardır… Sonra eşinizden hiç haber alabilmiş miydiniz?
YEORGİA PANDEHİ PANDURİ: Son savaş esirleri de Türkiye’den döndükten sonra insanlara eşimi görüp görmediklerini, onun hakkında bir şey bilip bilmediklerini sormaya başlamıştım… Herkes aklına geleni anlatıyordu. Birisi bana eşimi Cumhurbaşkanlığı’nın avlusunda gördüğünü söylemişti, oysa doğru değildi bu… Yalandı yani…
PAZARTESİ DEVAM EDECEK...