“Laptalı Kosta Karaca’nın hatıraları...” (1)
Çok değerli arkadaşımız, Avustralya’dan araştırmacı-yazar, grafik sanatçısı ve akademisyen Kostas Emmanuelle’in “Tales of Cyprus” yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” için yazdığı Laptalı Kosta Karaca’nın hatıralarını okurlarımız için derleyip özetle Türkçeleştirdik. Kostas Emmanuelle, şöyle yazıyor:
*** Kosta Karaca, Lapta’da 25 Temmuz 1930 tarihinde dünyaya gelmişti... O günlerde Lapta’nın nüfusu 5 bindi ve bunlardan 2 bin kadarı da Kıbrıslıtürkler’di... Kosta, ailesinin ortanca çocuğuydu. Babası Petros Karaca ve annesi Anastasia Panayodu’nun dört oğlu daha vardı: Yorgos, Hrisostomos, Panayis ve Apostolos ve ayrıca iki kızları: Eleni ve Maria... 300 kadar zeytin ağacına, harnıp ve incir ağacına sahiptiler. Ağustos ayı sonlarında ve Eylül ayı başlarında anneleri Anastasia ile birlikte çocuklar da olgunlaşan zeytinleri ve harnıpları toplamaya giderlerdi...
*** Kosta ve ailesi, vaftiz anasının kardeşinin sahibi olduğu kahvehanenin üstündeki büyük bir evde yaşıyorlardı. O günlerde bir evin bir bölümüne, hatta bir tarlanın bir bölümüne veya bir ağacın bir kısmına sahip olmak olağan birşeydi. Birisi bir tarlanın sahibi olabilirdi fakat o tarlada büyüyen ağaçlar bir başkasına ait olabilirdi. Altı yaşından itibaren Kosta, vaktinin çoğunu kahvehanede geçirmekteydi ve dedesi dahil kahvehaneye gelenlere kahve yapması isteniyordu kendinden sık sık... Dedesinin öeki erkeklerle tavla ya da kağıt oynamasını izlemeyi seviyordu Kosta ve onları gözleyerek oyunların kurallarını öğrenecekti. Bugün dahi Kosta, tavladaki maharetiyle tanınmaktadır. Kosta gecenin bir yarısı, 60 mil kadar uzaktaki Türkiye’deki anakaradan köpek havlamaları duyduğunu da hatırlıyor...
*** Kosta, portokalları top olarak kullanarak yolun içinde yalınayak genç bir çocuk olarak futbol oynadığını da hatırlıyor... Bir keresinde bir cip dolusu İngiliz askeri oradan geçiyormuş ve durarak bu çocukların futbol oynamasını izlemişler... “Bize birkaç portokal verir misiniz?” diye sormuştu askerlerden biri. Kosta da bu isteklerini yerine getirdi ve hayretler içerisinde askerlerin büyük bir iştahla, kabuklarıyla birlikte bütün portokalları yediklerini gördü. Askerler oradan ayrılmadan önce bu çocuklara ne kadar müteşekkir olduklarını göstermek için kendilerine bir karton sigara bırakmışlardı. İşte on yaşındaki Kosta’nın sigaraya başladığı gün, o gündü...
*** Futbol oynamaktan başka Kosta aynı zamanda hevesli bir yüzücüydü. Çok sıcak günlerde arkadaşlarıyla birlikte dağdaki patikadan aşağıya iki mil kadar yürüyerek yakındaki plaja gidiyor ve hiç korkmadan çok uzak bir mesafeye kadar yüzüyordu. O kadar uzağa yüzüyordu ki, artık Beşparmak Dağları’nı göremiyordu... “Suya anadan doğma koştururduk, mayosuz, üstümüzde hiçbir şey olmadan ve yoruluncaya kadar yüzerdik” diyor sırıtarak... “Sonra da sırtüstü yatırdık ve güneşte pişerdik sahilde... Acıkırsak kumlarda yakaladığımız yengeçleri ya da kabukluları yerdik... Susarsak, denizden çıkan o doğal pınarlardan su içerdik...”
*** Kosta, 1940 yılında arkadaşlarıyla birlikte İkinci Dünya Savaşı esnasında Yunanistan’dan sahile gelen göçmen teknelerini karşılamaya gitmek için yüzdüklerini de hatırlıyor... Göçmenleri şaşırtarak teknelerine çıkıyor ve onları kıyıya doğru yönlendiriyormuş. Lapta Yunanistan’dan göçmenlerle dolmuş çarçabuk ve bu da kentin ekonomik gücünü daha da zorlamış. Savaştan sonra ise pek çok göçmen Kıbrıs’ta kalmaya karar vermişler ve Kıbrıs onların yeni evleri olmuş...
*** Kosta ve arkadaşlarının köyde ve köyün çevresinde pek çok maceraları oluyormuş ve gerçekten de harika bir çocukluğu olmuş. Çocuklar ayrıca çok becerikliymişler... Köyün dışına doğru uzanan patikalarda mantar bulup yiyorlarmış... Hıyar, domadez, ekşi, portokal ya da Tanrı’nın patikaları üstüne yerleştirdiği yenebilecek ne varsa, onları yiyorlarmış, hatta bir başkasına ait tarlanın taş duvarının ötesindekileri de yiyorlarmış... Geceleri Kosta ve arkadaşları kahvehanede yetişkin erkeklerle birlikte oturup bir araba batariyasına bağlı olan küçük bir radyodan Britanya ve Yunan yayınlarını dinliyorlarmış...
*** Kosta’nın babası Petros Karaca, yetenekli bir demirci ve kaynakçıymış, birkaç kuşaktan beridir ailede başarıyla devam ettirilen bir meslekmiş bu... Usta bir zanaatkarmış ve herhangi bir metalden istediği herşeyi şekillendiriyor, orak ve kürek gibi tarım aletlerinin yanısıra, nacak, bıçak ve hatta av tüfeği bile yapabiliyormuş. Demirle ve metallerle uğraşmanın yanısıra Petros şişeleri kızgın bir telle keserek bunları kadehe dönüştürüyormuş... Hayvan kemiklerinden taraklar da üretiyormuş.
*** İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden önce Petros’un düzenli bir işi varmış ve demirden objelerin yapımı için çok sipariş almaktaymış. Bazı günler, günde 24 bıçak ürettiği bile olurmuş, Lefkoşa’dan gelen talepleri karşılamak için ve yanında çıraklar dahil, altı diğer metal işçisini de istihdam etmekteymiş. İkinci Dünya Savaşı esnasında Kıbrıs’ta pek çok insan işsiz kalınca, bu yüzden el yapımı öte beriye ve elişlerine talep hızla düşmüş... Bozulan işleri nedeniyle Petros da Kıbrıs Gönüllüler Birliği’ne katılmaya karar vermiş çünkü Britanya Ordusu, gönüllü askerlere günde iki şilin öderken, aileleri de ekstradan yarmışar şilin alıyormuş.
*** Askere katıldığında 48 yaşındaymış Petros, 1892 doğumluymuş çünkü. Bu yüzden Lapta Mutarı’ndan başvurusuyla oynayarak onu daha genç göstermesini istemiş ki başvurusu geçerli olabilsin. Her halukarda yurtdışına gönderilmemiş ve bir yıl boyunca bir eğitim kampında kalmış, sonra da Lapta’ya geri dönmüş... Petros Karaca, aynı şekilde 1916’daki Birinci Dünya Savaşı’nda da gönüllü olarak asker gitmişmiş. O günlerde 24 yaşlarındaymış ve Kıbrıs Katırcılar Birliği’yle birlikte Bulgaristan’ın Varna kentine kadar gitmiş...
*** Kosta hem ilkokul, hem de orta dereceli okulu Lapta’da tamamlamış. Ortaokuldaki ilk yılında İngilizce, Fransızca ve Latince öğrendiğini hatırlıyor. Pek çok öğretmen Yunanistan’dan gelmekteymiş. Kosta, okul ücretinin dönem başına beş şilin olduğunu hatırlıyor. Ne yazık ki babası ilk dönem ücretini yatıramayınca, eğitimi aniden sona ermiş çünkü onu okuldan atmışlar. Kosta o günlerde 15 yaşındaymış ve 1945 senesiymiş bu...
*** Kosta’nın çok da umurunda olmamış bu durum ve terzi çırağı olmaya karar vermiş ancak bir süre sonra buna ilgisini kaybedip terzi çıraklığından vazgeçmiş. 1946 yılı civarında Lapta’dan bir aile dostları Kosta’ya Lefkoşa’daki meşhur “Magic Palace” sinemasında iş bulmuş – işi koridorları temizlemek ve çöpleri toplamakmış. Magic Palace, çalışanlarına yıkılmak üzere olan eski bir binada yatma yeri de vermekteymiş. Henüz 16 yaşındayken böylece Kosta, ailesinden, evinden uzakta yaşıyor ve annesiyle babasını pek ender görebiliyormuş. Sinemada film makaralarını dağıtmak için kullanılan bisiklette praktis yapa yapa, bisiklete binmeyi kendi kendine öğrenmiş.
*** 1940’lı yılların sonlarına doğru Kosta, Lefkoşa’da Atlanta Oteli’nde, mutfakta yardımcı ve komi olarak iş bulmuş. Bir gün Mısır Kralı Faruk’la tanışmış – kralın ondan çok sıradışı bir isteği olmuş. Hatıra olarak saklamak üzere Kıbrıs’a ait bir telefon rehberi bulmasını istemiş. İstekleri her zaman karşılamaya hazır olan Kosta da bisikletine atlayarak “Cable and Wireless Limited” yani İngilizler’in telekomünikasyon şikretine gitmiş, bir telefon rehberi arayıp bulmak için. Başlangıçta telgraf dairesindeki kızlar ondan kuşkulanmışlar ve bu genç hammalı görmezden gelmişler. Ancak o gün otel müdüründen telefon operatörlerine gelen bir telefonla birlikte, kızlar Kosta’ya istediği telefon rehberini vermişler, o da gidip bunu Kral’a takdim etmiş bizzat kendi elleriyle... Kral ona çok müteşekkir olmuş ve Kosta’ya beş şilin bahşiş vermiş. Aynı otelde kalmakta olan Kral’ın kızkardeşi Prenses Fevziye de Kosta’ya elişleriyle bezeli bir mendil hediye etmiş.
*** Kosta’nın bundan sonraki işi Trodos dağlarındaki Platres’te bulunan Forest Park Oteli’ndeymiş, burada da bir garson olarak iş bulmuş, sabahları, öğlenleri ve akşam yemeklerinde turistlerin çocuklarına yemek verilirken, otelin çocuklara yönelik lokanta bölümünde onlara hizmet etmekteymiş. Zaman zaman 75 kadar çocuk toplanıyormuş küçükler için bu yemek odasında ve esas yemek odasında da onların ana babaları daha rahat ve daha sessiz bir akşam yemeği yiyebiliyormuş... Forest Park Otel’de Kosta’ya ayda üç lira ödeniyormuş ancak sık sık da bazı müteşekkir ana-babaların verdiği birkaç şilinlik ekstra bahşişle de mutlu oluyormuş. Böylece kendi bisikletini alabilecek duruma gelmiş, yepizyeni bir Rayleigh bisikletmiş bu, yeşil renkte ve onu 18 liraya satın almış.
*** Bir gün bir sısamlı bidda yedikten sonra Kosta çok hastalanmış ve yerel bir hekim ona apandisitinin alınması gerektiğini söylemiş. Arabayla Platres’ten Lefkoşa Genel Hastanesi’ne gönderilmiş. Oradaki nörsler de onu Girne’deki bir hastaneye yollatmışlar. Girne Hastanesi’nde Doktor Thornton onu ameliyat etmiş ve yarasını da 18 metal klipsle tutturmuş... Sonra da bu iyi kalpli doktor, Lefkoşa’ya dönebilmesi için kendi bisikletini Kosta’ya ödünç vermiş...
*** Kosta hem Forest Park Oteli’nde, hem de Atlanta Oteli’nde çalışmayı çok seviyormuş... Kuru ve ılık olan her yerde, bir kilerde ya da bir bankta uyuduğunu hatırlıyor gülümseyerek... Her iki otelde de daha düşük düzeydeki personele yatacak yer verilmiyormuş çünkü... Zamanla Kosta İtalyanca ve Fransızcası’nı otel müşterileriyle konuşa konuşa geliştirmiş... Arapça da pek çok kelime ve cümle öğrenmiş, ayrıca hem Kıbrıs Türkçesi’ni, hem de Türkiye’de konuşulan Türkçe’yi de öğrenmiş. Forest Park Oteli’nde kalmaya gelenler yakın ve uzak yerlerden geliyorlarmış, örneğin Mısır’dan, Filistin’den, Suriye, İngiltere, İsveç, Macaristan ve Yugoslavya’dan...
*** 1949 ile 1955 yılları arasında Kosta Lidra Palas Oteli’nde (Ledra Palace) oda servisinde ve garson olarak çalışmış ve pek çok ünlü ve zengin insanla tanışmış – bunlar arasında Britanyalı aktörler Dirk Bogarde ve Sam Kydd ile bazı Amerikalı aristokratlar varmış. Onun işi talep geldiği zaman “öğle yemeği kutuları”nı ve akşam yemeklerini oda servisi olarak odalara götürmekmiş. Zaman zaman adanın yerel atraksiyonlarını ve ziyaret edilecek yerlerini ziyaret etmek isteyen çeşitli müşterilere eşlik ediyor ya da onlara tur rehberliği yapıyormuş. Ledra Palace’ta personel, otelin arkasında bulunan özel barakalarda uyuyormuş, giysileri de ücretsiz olarak otel çamaşırhanesinde yıkanıp ütüleniyormuş.
(Devam edecek)
(TALES OF CYPRUS’ta yayımlanan Kostas Emmanuelle’in öyküsünü derleyip özetle Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).