1. HABERLER

  2. DERGİLER

  3. Larnaka dostluk günleri buluşması (1)
Larnaka dostluk günleri buluşması (1)

Larnaka dostluk günleri buluşması (1)

Larnaka dostluk günleri buluşması (1)

A+A-


Tuncer Bağışkan

Bugünkü yazımda üyesi bulunduğum Enorasis Sosyal ve Kültürel Kulübü’nün 2-3/11/2013 tarihlerinde Larnaka Lordos Beach Hotel’de gerçekleştirdiği “9’uncu Geleneksel Dostluk Günleri” buluşması çerçevesinde ziyaret ettiğim Larnaka ile yakın çevresinin eski eserleri üzerinde duracağım. Yıllarca ayrı bölgelerde yaşadıklarından birbirlerine yabancılaşan insanların birbirlerini tanıyıp anlama olanağı bulabileceklerine inandığım böylesi buluşmaları kaçırmamaya ayrı bir özen gösteririm. Nitekim bu yıl da öyle olduğundan, bu vesileyle uzun zamandır ziyaret etme olanağı bulamadığım bazı eski eserleri de ziyaret etme imkanı bulmuş oluyorum.

HALA SULTAN TEKKESİ

Başarılı bir organizasyon süreci sonrasında ‘dostluk günleri’ yolculuğuna Lidra Palace sınır kapısından başlıyoruz. Lefkoşa’dan ayrıldıktan sonra ilk durağımız İslam dünyasının önemli ziyaret yerlerinden biri olan Hala Sultan Tekkesi oluyor. Tekkedeki mezar ile türbenin, Arap akınlarının başladığı M.S 647/649 yılının ilkbaharında ikinci eşi Ubada bin al-Samit ile birlikte Larnaka’ya çıktıktan sonra bindiği hayvandan düşüp boynu kırılmak suretiyle öldüğüne inanılan Hz. Peygamber’in teyzesi Hala Sultan’a (Ümmü Haram’a) ait olduğunu biliyoruz. Öldüğü varsayılan yıldan ancak 200 yıl sonra ondan ilk söz eden Arap kaynağı İbn Kayyat’ın kaleme aldığı ‘Kitap al-Amwal’ oluyor. 1658 yılına gelinceye kadar mezarının yerinin hiçbir Arap ve Osmanlı kaynağında belirtilmemesi gayet ilginçtir. Mezarı ilk görüp yazan ise, 1683 yılında Kıbrıs’ı ziyaret eden Cornelis van Bruyn ile 1760-1767 yılları arasında Kıbrıs’ta bulunan keşiş Giovanni Mariti olur. Böylece bu tarihten sonra Arap kaynaklarında da mezarın yeri belirtilmeye başlanır. O sırada halk arasında “ihtiyar kadının mezarı” adıyla bilinen bu mezar hem Müslümanlar, hem de Hıristiyanlar tarafından ziyaret edilmekteydi. Mezarın bulunmasıyla ilgili olarak Mariti’nin sağladığı bir söylentiye göre, yağmur sularının toprağı aşındırmasıyla mezar açığa çıkmış ve bazı çobanlar mezarın içinde beyaz ve parlak elbiseli bir kadın hayali görmüşler. Önce ondan korkmuşlar. Ancak gördükleri kadın sürülerini kutsayıp Hz. Muhammet’in teyzesi olduğunu söyleyince korkuları dağılmış. Bu hayalin buraya, ona hürmet etmeleri, ya da mezarını yapmaları için Hz. Muhammet tarafından gönderildiğine inanmışlar. Böylece çöken yeri kazıp Hala Sultan’ın mezarını bulduktan sonra oraya kalıcı bir mezar yapmışlar. O günden sonra tüm dertleri son bulmuş, sürüleri daha çok verim vermeye başlamış. Mezarı örten türbesi 1761 yılında Kıbrıs Valisi Acem Ali Ağa tarafından yapılmış. Caminin yapımına ise Kıbrıs Muhassılı Seyit Mehmet Emin Efendi tarafından başlanmış, Kasım 1817 tarihinde tamamlanmış. Bahçedeki şadırvanın yazıtı ise 1796/97 tarihini taşıyor.

Hala Sultan’a ilişkin hayli bilgiler bulunduğundan bunlara elbette bu yazımızda yer vermemiz olası değil. Sadece tekkeyi ziyaretim sırasında, caminin güneybatısındaki bir ağacın üzerine bol miktarda kumaşın bağlandığına tanık olduğumu belirtmeden edemeyeceğim. Bir de caminin yaklaşık 500 metre güneybatısındaki bir mezarlık da bir süre önce dikkatimi çekmişti. Eskiden Hala Sultan türbesinin revakları ile yanındaki mezarlığa Peygamber aileleri ile tekkeye hizmet eden kişiler defnedilirken, üst düzeyde tanınmış kişiler ise bu mezarlığa defnedilirlerdi. Şimdilerde burada sadece beş mezar var. Bunlardan biri Masum Millet Gazetesi’nin hem sahibi, hem de yazarı olan Cenggizade Mehmet Rifat’a (Con Rifat – 1878-6.5.1956) ait olduğu bilinirken, diğer bir mezarın ise sayısız hayır işleri yapan Tuzlalı Hacı Hamit Bey’e (Abdülhamit Bey’e) ait olduğu tahmin edilmektedir. 
Tekke’nin eskiden beri Orta-Geç Tunç dönemlerine (M.Ö 1900 – 1050) tarihlenen bir mezarlık alanı üzerine kurulu olduğu bilinmektedir. 2002 yılında Camisi’nin kuzeybatısı köşesinde gerçekleştirilen arkeolojik kazılarda, cami ile yakın çevresinin oturduğu alanın altında Arkaik, Klasik I ve Osmanlı dönemlerine ait ev kalıntıları açığa çıkarılırken, çevrede ise Roma dönemine ait mimari parçalar bulunmuştur. Bulunan evler restore edilip ziyarete açıldığından orasını da görme olanağımız oluyor.

TUZ GÖLÜ EFSANESİ

Tekke’nin yanındaki Tuz Gölü’nün oluşumuyla ilgili efsane Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumlar tarafından ortaklaşa bilinmektedir. Ancak Kıbrıslı Türkler efsanede anlatılan yaşlı kişinin ermiş bir derviş olduğunu söylerlerken, Kıbrıslı Rumlar ise Aziz Lazarus olduğunu söylemektedirler. Rivayete göre, “Alyki” olarak bilinen şimdiki gölün olduğu yer çok eskiden büyük bir bağlıkmış. Bu bağ da çok kötü ve cimri bir kocakarıya aitmiş. Bir gün, İskele limanından karaya ayak basan yaşlı bir derviş, Tekkeye giderken yolunun üstündeki bu bağı ve oradaki kulübenin yanında çıkrıkla iplik saran yaşlı kadını görmüş. Çok susayıp acıktığından ondan bir salkım üzüm istemiş. Ancak yaşlı kadın ona üzüm vermemek için: “Bu yıl bağım kuruduğundan hiç üzüm vermedi” diyerek yalan söylemiş. Kadının bu hareketine kızan yaşlı derviş tekkeye doğru yürürken ona:“İnşallah duzunan buz olasın. Gelip geçen seni taşlasın da hayır yüzü görmeyesin” diye beddua etmiş. O anda yaşlı kadın yanındaki çıkrığıyla birlikte taş kesilmiş, bağ ise tuz gölüne dönüşmüş.

LARNAKA DOĞAL TARİH MÜZESİ

İkinci durağımız, küçük halk bahçesindeki Larnaka Belediyesi’ne ait “Doğal Tarih Müzesi” oluyor. Müze bahçesindeki büyük kümeste bulunan ördek, tavuk, papağan ve benzeri kuşların çocukların hayli ilgisini çektiği anlaşılıyor. Ancak müze binasının çok küçük odalara ve dar koridorlara sahip olması nedeniyle sergilemenin arzulanan şekilde yapılamadığı izlenimi ediniyorum. Müzede Kıbrıs’a özgü mumyalanmış endemik ve göçmen kuşlar, balıkçıl kuşlar, sülün, kartal, atmaca, baykuş, keklik, flamingo, kaplumbağa, yıldız balığı, yengeç, bukalemun, tilki, yılan, kertenkele, eşek, kümes hayvanları, geyik, muflon, kelebek ve diğer hayvanlar sergilenmiş durumda. Bir vitrinde Kıbrıs’ın jeolojik yapısında bulunan mermer, tebeşir, granit ve diğer taşlar sergileniyor. Sergilemeler arasında yer alan çeşitli fosil kalıntıları da hayli ilgi çekici.

LARNAKA KENTİNİN ANAHATLARIYLA TARİHÇESİ

Larnaka, Kıbrıslı Rumlar tarafından ‘Skala’ adıyla bilinirken, Kıbrıslı Türkler tarafından da aynı anlama gelen ‘İskele’ adıyla bilinmektedir. Şimdiki Larnaka kenti, antik Kıbrıs krallıklarından biri olan Kition (Citium) kentinin bir devamı olarak bilinmektedir. Eski kent ilkin M.Ö XIV’üncü yüzyılda bir Aka kolonisi olarak Citium (Kition) adıyla kurulmuştu. M.Ö IX. Yüzyılda buraya Fenikeliler yerleşerek bir krallık kurarlar. Ancak sürekli yer sarsıntıları, orta çağda ise limanının alüvyonla dolması nedeniyle halkı güneyindeki şimdiki Larnaka’nın yerine göç ederek yeni kenti kurarlar. Zamanla eski kentin limanı ve kalesi yok olur. Günümüze sadece, daire şeklindeki tahkimat izleri, bir tapınak kalıntısı ve içinde yıllarca kaçak kazılar yapılan antik mezarlık alanı gelebilmiştir.
Mağusa’nın 1571 yılında Osmanlılar tarafından alınmasından sonra limanın kullanımı yasaklandığından, Larnaka’nın bir ticaret merkezi olması uygun görülmüştü. Böylece bu dönemde Larnaka, çeşitli gemilerin uğradığı, yabancı konsoloslukların açıldığı ve birçok deniz nakliyat şirketi ile yabancı devlet temsilcilerinin ikamet ettikleri bir ticaret merkezi durumuna gelmiştir.
 

AZİZ LAZARUS ORTAÇAĞ KİLİSESİ

Doğal Tarih Müzesi’nden ayrıldıktan sonra, ziyaret öncesi kahve içebileceğimiz bir meydanı bulunan Aziz Lazarus kilisesine varıyoruz. Kıbrıs’ın en görkemli eski kiliselerinden biri olduğu dış görünümünden de belli oluyor. Rivayete göre, İsa Peygamber’in arkadaşı olan Lazarus dört gün ölü kaldıktan sonra İsa Peygamber tarafından diriltilir. Daha sonra Hıristiyanlara uygulanan zulümden kaçarak antik Kition’a sığınır ve kentin ilk piskoposu olur. Burada yaklaşık 30 yıl kaldıktan sonra ikinci kez ölünce mermer bir lahite konup gömülür. Lahitin üzerinde ise “Dört gün ölen İsa’nın arkadaşı Lazarus” yazılıydı. M.S 890 yılında ceset kalıntıları bulununca daha da ünlenir. Bunun üzerine Ermeni asıllı olan Bizans İmparatoru ‘VI. Leo (Bilge Leo)’(M.S 886-912) kalıntıları Constantinopolis’e taşır ve buna karşılık olarak da aziz Lazarus’un kalıntılarının bulunduğu mezarın üzerine adını taşıyan bir kilise yapılması için Kıbrıs’a para ile teknisyenler gönderir. Aziz Lazarus’un kutsal kalıntıları daha sonra Haçlılar tarafından İstanbul’dan Marsilya’ya taşımasıyla kaybolur. Ancak Kitionluların kentleri için ayırdıkları kalıntılar halen kilisede sergilenmektedir.
Kilise, XX’inci yüzyılın başlarına kadar Hıristiyanlar için kutsal topraklardan sonra önemli sayılan bir ziyaret yeriydi. Önceleri bir manastır olarak kullanılmaktaydı. Lüzinyan döneminde Katoliklerin eline geçerken, 1571 yılındaysa Osmanlıların eline geçer. Ancak 1589 yılında Ortodoks Hıristiyanlar kiliseyi Osmanlılardan satın alırlar. 1570/71 yılındaki savaş sırasında yıkılan çan kulesi 1857 yılında yeniden inşa edilir.  Kilisenin ahşap ikonostasisi Kıbrıs’ta yapılan özellikli işçiliği olan ikonostasisler arasında yer almaktadır. 1773-1782 yılları arasında ünlü zanaatkar Hadjisavvas Taliadoros ile ikon ressamı Hadjimichael tarafından yapılmış olup o zamanlar üzerine küçüklü büyüklü 120 ikon konmuştu.  Piskoposun tahtı 1734 yılında yapılırken, sunak ise 1773 yılında yapılmıştır. Kilisenin en önemli ikonu M.S XII’inci yüzyıla tarihlenen aziz Lazarus ikonudur. Kiliseye ait Bizans ikonları ile kilise malzemelerinin en önemlileri ise kilise avlusunun batısındaki Aziz Lazarus Bizans Müzesi’nde sergilenmektedir.
Ortodoks Hıristiyanların büyük orucundaki ‘Palm Sunday’ gününden bir önceki Cumartesi günü “Aziz Lazarus’un diriliş günü” ve ilkbaharın sembolik gelişi sayıldığından, bu günde kilise ile kilisenin altındaki Aziz Lazarus’un taş lahtinin ziyaret edilmesi adet haline getirilmiş.

ZUHURİ TEKKESİ

Lazarus Kilisesinin kuzeydoğusunda bulunan tekkenin kesin inşa tarihi bilinmiyor olasına karşın M.S XIX’uncu yüzyılda yapıldığı anlaşılmaktadır. Çorlulu Ali Paşa Vakfı’na kayıtlı olan tekke, Sultan Abdülaziz dönemine rastlayan 1860 tarihinde restore edilmiştir. Önceleri bir Bektaşi zaviyesiydi. Daha sonra Osmanlı temaşa ve gölge oyunları ustalarının oluşturduğu Zuhuri kolu adı verilen esnaf loncasının önemli bir şubesi haline geldi. 1826 yılından sonra Bektaşilerin elinden alınıp sultana sadık Ortodoks Sufi tarikatlarına ve 1869 yılında Nakşibendi tarikatına devredilirken, ilerleyen yıllarda Mevlevi dergâhı olarak da hizmet vermiştir.  
Cami ile camiye bitişik olan türbenin yapılışıyla ilgili bir rivayet günümüze kadar gelmiştir. Rivayete göre Osmanlı döneminde caminin yapılması için temellerin kazılması sırasında, hiç bozulmamış durumda kefene sarılı bir ceset bulunmuş. Bunun bir veliye veya şehide ait olup olmadığı İstanbul’a sorulmuşsa da hakkında herhangi bir kayda rastlanamamış. Bu nedenle ona “Yerden çıkma” anlamından türetilen “Zuhuri Dede” (“Zuhuri Baba”) adı verilmiş ve cami inşa edilirken bitişiğine onun için bir türbe de yapılıp oraya defnedilmiş. O günden sonra da burası Zuhuri Tekkesi olarak anılır olmuş.
Tekkedeki odalardan biri cami, diğeri Zuhuri Dede’nin mezarının bulunduğu türbe ve diğer odalar ise bir zamanlar Zuhuri Medresesi ile sibyan okulu idi. Yakın geçmişimizde Türabi Dede’ye adakta bulunanların mezarına yeşil örtü örtmeleri adettendi. Özellikle mezarın ayakucunda bulunan oyuk, dilek koyma amacıyla kullanılırdı. Dilek tutup adakta bulunacak olanlar, oyuğa ellerini sokarlar, oradan aldıkları toprağı evlerine götürürler ve dilekleri gerçekleşince de adaklarıyla birlikte toprağı getirip tekrar oyuğa bırakırlardı.
1954-1955 yıllarından tekkenin bir kısmı Belediye pazarı ile Evlendirme Dairesi olarak kullanılmıştır. Tekkenin dışa açılan bazı bölümleri Bekir Paşa Su işleriyle ilgilenmek üzere Evkaf İdaresi tarafından bir süre kullanılmış, 1965 yılından önce de kütüphaneye çevrilmiştir. Tekke avlusu etrafındaki dükkanların restorasyonuna 1986 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti Eski Eserler Dairesi ile “Kıbrıs Türk Mallarını Koruma ve İdare Etme Yönetimi” işbirliğiyle başlanmış, 1989 yılında türbe ile cami restore edilmiş, son olarak da tekkenin sokağa bakan dış cephesi 2003 yılında restore edilerek restorasyon çalışmaları tamamlanmıştır.

Bu haber toplam 2147 defa okunmuştur
Adres Kıbrıs 136. Sayısı

Adres Kıbrıs 136. Sayısı