Larnaka’daki Amerikan Akademisi’nden bir dostluk öyküsü…
Gazeteci Andreas Paraskos, geçtiğimiz Pazar günü (4 Nisan 2021) FİLELEFTHEROS gazetesinde, Larnaka’daki Amerikan Akademisi’nden bir dostluk öyküsünü kaleme aldı… “Stavrovuni’deki başrahibin Kıbrıslıtürk arkadaşı” başlıklı bu güzel yazıyı, okurlarımız için derleyip google translate aracılığıyla Türkçeleştirmeye çalıştık. Paraskos özetle şöyle yazdı:
*** 7 Mart Pazar günü, Larnaka’daki Amerikan Akademisi’nde sınıf arkadaşım olan Kıbrıslıtürk’e telefon ettim – kendisi Girne’de yaşıyor… 1970’in Eylül ayından 1974 Temmuzu’na kadar Ahmet Kani benim sınıf arkadaşım idi Larnaka’daki Amerikan Akademisi’nde… Ona, sınıf arkadaşı, Aşşalı Yannis Kleitu’nun Stavrovuni Kutsal Manastırı’nda “Dionisisos III” adıyla başrahipliğe atandığını söyledim.
*** Bunun ne manaya gittiğini izah etmem gerekmezdi çünkü Ahmet’le 2003’te (barikatların açılmasından sonra) Stavrovuni’ye tırmanmıştık… Ama başından başlayalım bu öyküye…
*** 1970 ile 1974 yılları arasında bu iki Kıbrıslı, aynı sırayı paylaşmışlardı Larnaka’daki Amerikan Akademisi’nde… Birisi Aşşalı Yiannis Kleitu idi, her sabah köy otobüsüyle köyünden Larnaka’ya gelmekteydi. Öteki ise Lefkeli Ahmet Kani idi, Larnaka’nın Kıbrıslıtürk mahallesindeki teyzesiyle kalıyordu, Piyale Paşa’da… Yalnızca tatillerde Lefke’ye gidiyordu… Yiannis ile Ahmet ayrılmaz bir ikiliydi, her yere birlikte gidiyorlardı… Kimi zaman gizlice sigara içiyorlar ya da ders çalışmaktan kaytarıp oynuyorlardı…
*** Ve sonra kötülük başgösterdi. Bu kötülük darbe ve işgal idi… Ahmet’I en son Droşa Lisesi’nde 1974 Temmuzu’nda esir olarak görmüştüm. Yannis Kleitu ise artık köyü Aşşa’dan Larnaka’ya otobüsle gelmiyordu… Evet, gelmişti Larnaka’ya ama bir göçmen olarak Larnaka’da kalmaya gelmişti… Hem evini kaybetmişti Yannis, hem de değerli arkadaşı Ahmet’i…
*** Hepimiz için acı yıllardı bunlar… Özellikle de 1974 sonrası ilk yıllar… Ahmet okuluna işgal altındaki bölgelerde devam etti, askerliğini yaptı, öğretmen kolejine girdi ve orada Tomur’la tanıştı. Ahmet okulunu bitirip öğretmen oldu, Tomur’la evlendi ve iki çocukları oldu…
*** 1993’te bir gece Ahmet nasıl yorumlayacağını kestiremediği bir rüya görüp huzursuz biçimde uyanmıştı… “Makarios’la tanışmak üzere davet almıştım. Bir odaya girdim ve bir kişinin siyah papaz kıyafetleri içerisinde kapıya sırtı dönük biçimde oturduğunu gördüm. Dönüp de bana bakınca, bu papazın Yannis Kleitu olduğunu gördüm… Uyandım…”
*** 1974 sonrası Ahmet’le 2002 yılında Pile’de buluşmuştum… O kara Temmuz ardından dağılan sınıfımızın yeniden bir araya getirildiği bir buluşmaydı bu… İşte bu buluşmada Ahmet bize görmüş olduğu o rüyayı anlatınca, sınıf arkadaşlarımızdan biri olan ve daha sonra Amerikan Akademisi’nde öğretmen olan Nikos Anastasiu bize sınıf arkadaşımız Yannis Kleitu’nun Stavrovuni Manastırı’nda şimdi artık papaz olduğunu söyleyecekti…
*** 23 Nisan 2003 tarihinde Rauf Denktaş, barikatlar üzerindeki yasakları kaldırdı ve hepimiz de çok büyük bir değişim yaşadık. Ahmet’in benden ilk istediği şey, arkadaşı Yannis’le buluşma olasılığı idi. Yannis adını değiştirmiş ve artık Dionisios olarak bilinmekteydi. 8 Mayıs 2003’te Stavrovuni Manastırı’nı telefonla arayarak Papaz Dionisios ile konuştum, kendisiyle buluşabileceğimizi ancak Stavrovuni Manastırı’nda değil Aya Varvara Manastırı’nda buluşabileceğimizi söyledi. Aynı gün Ahmet’i aradım ve ona bunu söyledim. Bir Pazar sabahı onları Markos Dragos heykeli yakınındaki kavşaktan aldığımda bana bütün gece gözüne uyku girmediğini anlattı…
*** Aya Varvara’ya vardığımızda kaygıları artmıştı… İki arkadaş son 30 senedir görüşmemişti ve Ahmet’in görmüş olduğu rüyanın üstünden de 10 sene geçmişti… Aya Varvara’daki ayin bittikten sonra oraya gittik. Ahmet, Tomur ve 12 yaşındaki oğluları Hüseyin, ben ve eşim ile bizim iki küçük çocuğumuz, Katerina ve Paris birlikteydik. Birisi bizi içeriye davet etti ve oturduk. Ardından avlunun öteki tarafından Papaz Dionisios göründü… Ahmet’in gözleri yaşarmıştı ancak gözyaşlarını tuttu. Sarılıp öpüştüler… 29 senelik yalnızlığı dolduramayacak bir sessizlik oldu… Siyah giysisi altında, kır sakalıyla orada karşısında duran arkadaşı tanımıştı Ahmet… Ve o anda, görmüş olduğu rüyanın ne manaya geldiğini de anlamıştı Ahmet…
*** Larnaka’daki Amerikan Akademisi’ni bitiren ve zorunlu askerliğini tamamlayan Yannis Kleitu, iki sene boyunca bir muhasebe şirketinde çalışmış ve sonra da meleklerin dünyasının, insanların dünyasından çok daha önemli olduğuna karar vermişti. O nedenle 1981 yılında Stravrovuni dağına çıktı ve Dionisios adını alarak papaz oldu… Bu olaydan 12 sene sonra, her zaman arkadaşına ne olduğunu merak eden Ahmet, ilk mesajı rüyasında almıştı…
*** İlk duygulu anlar geçtikten ve Papaz Dionisios aile bireyleriyle tanıştırıldıktan sonra yanımızdan ayrıldı ve bize tatlı şeyler getirmeye gitti... Bir fırsat kollayan Ahmet de oradan ayrıldı… Sağa döndü ve gözyaşlarının akmasına izin Verdi. Ağladı… Ta ki Papaz Dionisios kahveyle dönünceye kadar… Ahmet, arkadaşının kendisinin ağladığını görmesinden çekinmeyerek tekrardan yanımıza geldi… Gerçek dostluğun diliydi bu…
*** Kahveler içilip tatlılar yendikten ve bunlar kendi mucizelerini gösterdikten sonra Ahmet karısının çantasından 1972’den bir Yeniyıl kartpostalını çıkardı, yakın arkadaşı Yannis Kleitu göndermişti ona bu yılbaşı kartını… Kartın üstünde bir uçak vardı ve “Aşşa Havayolları” yazıyordu… “Arkadaşım Ahmet’e, Yannis (John)” yazıyordu kartta…
*** Larnaka’dan ayrılırken yanına aldığı tek hatıra bu olmuştu Ahmet’in – ve o günden bu yana bu kartı artık hiçbir şeyin ve hiç kimsenin bozamayacağı bir dostluğun kuntratı gibi saklamıştı… Aşşa Havayolları yazılı bu kartı göstererek Papaz Dionisios’a köyü Aşşa’yı hiç ziyaret edip etmediğini sordu. “Hayır hiç gitmedim ama Allah izin verirse gideceğim” dedi bize… “Manastırımızdan pek çok papaz gidip ziyaret ettiler ve manastırlarda ve kiliselerde dua ettiler. Ben de gideceğim…”
*** Artık oradan ayrılma zamanımız gelmişti… Manastırın önündeki sokağa çıktık… Lavanta, lazmarin ve güldamlası ekili küçük bahçedeki kokulu bitkileri sordu Ahmet… Papaz Dionisios bunun zamana karşı bir oyun olduğunu anlatıyordu… Bitkilerden bahsediyordu Ahmet ve Yannis, sanki de kaybedilmiş yılları telafi etmeye çalışır gibi… Arabaya bindik ve Papaz Dionisios kapıdan bize bakmayı sürdürdü… İşte o an, aslında iyi huylu ve densiz sınıf arkadaşımız Yannis Kleitu’ya sonsuza dek veda etmekte olduğumuzu hissettim…
*** Dionisios ve Ahmet aralıklı ve ketum biçimde olsa da, temasta kaldılar, koşulların dayatmasıyla… Stavrovuni’ye en son tırmandığımız tarih 20 Şubat 2016 idi ve Papaz Dionisios rehberimiz oldu ve bize orada, o dağın üstünde nasıl bir hayat yaşandığını göstermeye çalıştı… Ve sonra da başrahibin hayırdualarıyla, o ikindi manastırdaki tüm papazlarla birlikte yemeğe davet etti bizi… Üçümüz manastırın verandasına çıktık ve bir noktada ben onları yalnız bıraktım ki hatıralarını tazeleyebilsinler… O balkondan deniz görünüyordu, tıpkı ruhları gibi uzanıp gidiyordu deniz…
*** 7 Mart 2021 Pazar günü Dionisios, Stavrovuni Kutsal Manastırı’nın Başrahipliği’ne getirildi. Ahmet’e Dionisios’un şimdi artık manastırın başrahipliğine getirildiğini syleyince, Ahmet de gidip onu görmek istediğini söyledi. Arkadaşına ne söylememi istediğini sorunca şöyle dedi: “Sağlıklı olmasını diliyorum… Bir gün birlikte Aşşa’ya gidelim istiyorum… Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunmasını istiyorum, böylece çocuklarımız ve biz, gelecek yüzyıllarda barış içerisinde yaşayabilelim…”
(FİLELEFTHEROS – Andreas Paraskos – 4.4.2021 – Özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN)
“Kapılarını yitiren anahtarlar…”
Madam Pandispanya
Çoğu kişi bilir, 1492 yılında İspanya’dan Sefaradlar olarak Osmanlı topraklarına gelmişiz… Geliş, o geliş…Bilinenin de aksine, İslam kültürüyle yaşamamız ise daha eskiye dayanır.
O zamana kadar Yahudilerin çoğu İberik yarımadasında ikamet ederken, İslam kültürüyle ilk karşılaşmamız VIII. yy.’ın hemen başlarında Tarık Bin Ziyad komutasındaki Emevi ordularının yarımadayı fethiyle olmuştur. Belki de büyük Sefarad göçünün ilk temelleri, bu dönemde atılmaya başlamıştır. Özetle bilinenin aksine Yahudiler, İslam kültüründe 500 yıldan çok daha uzun bir süre yaşamışlardır.
1492 Büyük Sefarad göçüyle ilgili çocukluktan hayal meyal hatırladığımız bir efsanesi de vardır: Anahtarlar.
Efsaneye göre, Sefaradların ceplerinde Osmanlı’nın büyük kalyonlarıyla İspanya limanlarından denize açıldığında bir şey olduğu söylenir: İspanya’da geride bıraktıkları evlerin anahtarları.
Eskicilerde gördüğümüz, İspanyol usulü, eski demir anahtarlardır bunlar…
Bu anahtar konusu efsane gibi anlatılırdı hatırlarım. “Bilmem kimin gramamasının (ninesinin) evindeki sehpanın üzerinde İspanya’dan kalma kocaman eski bir demir anahtar var” diye.
Ben bu anahtarları hayatımda hiç görmedim.
Bir ara “İlaha ki Türkiye’de birinin evinde şu aile yadigârı anahtarlardan vardır, biri saklamıştır” diye anahtarların peşine düşmüştüm. Tabii ki de anahtara dair bir şey bulamadım.
Anahtarlar;zamanla kıyafetler arasında yok olmuş, alet kutularına kaldırılmış, eski yemek takımları arasında araya kaynamış ve belki de ailenin yaşlısı ölünce eski eşyalarla birlikte eskiciye verilmişti.
Anahtarların zamanla atıldığını öğrendikçe şunu fark ettim: Geride bırakılan eski İspanyol evlerinin anahtarları, zamanla Sefarad Yahudilerinin kültürlerinin bir sembolü olmuştu. Bu anahtarlar “Belki bir gün döneriz, dönünce de şu anahtarlarla evimizin kapısını açarız’dan, önce bir kültürel süs eşyasına, daha sonra ise bir kültür sembolüne dönüşmüştü.
Kapılarını yitiren anahtarlardı bunlar…
Sefaradlara dair bilgilerin yer aldığı internet portalı, Outofspain.com’da, yıllar önce Indiana Üniversitesi profesörü Joelle Bahlou yazdığı bir makalede, New Jersey’li ailesi Sefarad Yahudisi olan bir hahamdan bahseder. Bu haham, aile yadigarı demir anahtarla tam 500 yıl sonra İspanya’nın Toledo şehrine gittiğini ve atalarının terk etmek zorunda kaldığı evini ziyaret ettiğini anlatır. Sefarad Haham demir anahtarı, yüzyıllar önce atalarının terk ettiği evin anahtar deliğine yerleştirir ve kapıyı kolayca açar. Hikayedeki hahamın kapıyı yıllar sonra açması yüksek ihtimal bir semboldür. Aslında hahamın kapıyı açtığı anahtar, bir eve değil bir toplumun tarihine, kültür ve geleneklerine kapıları açmaktadır. Anahtarlarımız, Sefarad kültürünü gelecek nesillere aktarmak için bir semboldür artık.
Anahtarları saklamanın başka sebepleri daha olduğu söylenir. İspanya’nın kuzeyi Girona’dan bulunan bazı belgelere göre, sürülen Yahudilerin evlerine yerleşen yerel halk, ev sahipleri yıllar sonra İspanya’ya geri döndüğünde yerleştikleri evlerden çıkacaktır. Sürgün anlaşması böyledir. Fakat o dönem halkın büyük çoğunluğu okuma yazma bilmemektedir. Anlaşmaya göre,yıllar sonra sürgünden evine gelecek ev sahibi, evin kendine ait olduğunu ispat etmek zorundadır.Tapu ispatı için okuma yazması olmayan halk için formül bulunur: Anahtar gösterme..ve böylece anahtarlar, geride bırakılan evlerin kime ait olduğunun sembolü olarak saklanır.
Şimdi ise o anahtarlar artık atıldı veya kayboldu.
Buradaki evlerimizin başka anahtarları var.
Burası bizim evimiz ve herkes gibi bu toprakların insanıyız.
Bizler için demir anahtar, İspanya’dan buraya getirdiğimiz kültürümüzün, yemek tariflerimizin, şarkılarımızın sembollerinden biri artık…
Belki de bu yüzden, televizyonda, mültecilerin haberlerini izleyince o sorular hep aklımda.
Bir insan evini sürgün veya savaş zamanı ne diyerek terk eder? Bir gün elbet evime döneceğim diye…
Suriyeli mültecileri her gördüğümde aklımda aynı soru: “ Acaba onların da anahtarları ceplerinde mi? Acaba onların da kültürlerinin sembolü, geride bıraktıkları evlerinin anahtarları mı olacak?
“Acaba” diyorum… “Onların da eski evlerinin anahtarları çok yıllar sonra evlerinin büfesinde mi sergilenecek?
Acaba o anahtarlar da mı kapılarını yitirecek?
Savaşların, sürgünlerin, pogromların sonucu Türkiye’ye sığınan,
Kapılarını yitiren anahtarlar…
Anahtarlarını yitiren kapılar…
Belki de eskicide gördüğümüz her anahtarın bir hikâyesi var…
Kiminin cebinde, kiminin büfesinde, kiminin efsanesinde…
Kim bilir…
(*) Kaynak: Yazılar ve resimler, www.outofspain.com ‘dan alıntılanmıştır.
(AVLAREMOZ – Madam Pandispanya – 31.3.2016)
DEVAM EDECEK