Ledra Palas’tan mesajlar
Kıbrıs’ın kuzeyi seçimlere odaklanmışken, Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde yaşanan tıkanıklığın, BM ve uluslararası toplum tarafından adım adım izlendiği anlaşılıyor.
Son olarak, BM Genel Sekreteri’nin, yeni atanmış [Çözüme Kadar Kalıcı] Kıbrıs özel temsilcisi Colin Stewart vasıtasıyla bu ‘yakın izleme’nin somut bir örneğini görmüş olduk.
Yeni yılı fırsat bilerek iki lideri buluşturan Stewart’ın düzenlediği resepsiyonun kendisi değil, ama bu etkinlik sırasında söyledikleri ve etkinliğin formatı önem taşıyor.
Önce etkinliğin formatına bakalım. Davetliler arasında, sadece iki lider ve onların müzakerecileri değil, sınırlı sayıda başkaları da var.
BM Güvenlik Konseyi’nin Beş Daimi Üyesi’nin Lefkoşa’da görevli elçileri resepsiyonun en önemli misafirleri olarak arka planda yerlerini almışlar. Adeta, BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs sorununa ilişkin kararlarının taraflara hatırlatılması için boy gösteriyorlar.
Ayrıca son zamanlarda, Yeşil Hat’ın iki yakası arasındaki iletişim ve işbirliğinin önemli adreslerinden biri olan ve önümüzdeki dönemde beklentilerle anılan Teknik Komiteler’in temsilcileri de davet edilmiş. İçinde bulunduğumuz çıkmazdan kurtulmak için ilk elden yapılması gerekenleri hatırlatırcasına Stewart tarafından çembere dahil edilmişler.
Başka da kimseler yok. Stewart, liderler ve müzakerecileri ve teknik komitelerin başkanlarıyla başkan yardımcıları, BM Güvenlik Könseyi’nin izlediği sahnede duruyor.
Daha uygun koşularda insiyatif üstlenmeyerek zaman kaybına ciddi derecede katkı koyan sayın Anastasiadis, sanırım bundan ötürü Ledra Palas’taki toplantıya en erken katılan lider olmuş. İkibin dört yılındaki referandum hariç, normal koşullarda herşeye en geç katılan kişi olduğu için eleştirildiğini ve artık bunun da farkına vardığını düşünebiliriz!
Anastasiadis, işte bu zaman kaybındaki sorumluluğu nedeniyle, deneyimlerini yeni gelecek KıbrıslıRum lidere mutlaka anlatmalıdır: ‘Zaman kazanmaya, Kıbrıs sorununu ‘KıbrıslıRumlara daha uygun koşullarda ele almaya’ çalıştım ama her iki toplum için de daha fazla olumsuzluk içeren, üstesinden gelemediğim koşullar ortaya çıktı’ demeyi de asla ihmal etmemelidir!
Geçmişte yaratılan uygun koşulların ve BM parametrelerinin, Türkiye hükümetinin çoktandır arzuladığı doğrultuda çöpe atılmasına yardımcı olan sayın Tatar ise resepsiyona hakim olan kasvetli havadan ürkmüş olmalıdır!
Orada, sadece kendisinin ve KıbrıslıRum liderin yakın küçük çevresi dışında Beş Daimi Üye’nin temsilcileri var. Yani ortalığa endişe verici bir sessizlik hakim olmuş!
Tatar hem resepsiyona giderken hem de öncesinde, bir yandan Türkiye hükümetinin artık değersizleşen uluslararası yalnızlığını öte yandan da TL’nin başdöndürücü düşüşüyle boşluğa yuvarlanan KıbrıslıTürk toplumunun geleceğini düşünmüş olmalıdır!
Ama dostlarından birinin kendisine ‘zarardan en erken zamanda dönülmesinin yararlarına’ dair herhangi bir atasözünü henüz hatırlatmadığı anlaşılıyor!
Stewart’ın resepsiyon sırasında söyledikleri de, bu gayrıresmi toplantının formatı kadar önemli.
Stewart öncelikle, teknik komitelerin elde ettiği başarılardan söz ederek, isterlerse, tarafların bu olumlulukların daha fazlasına ulaşılabileceklerini göstermeye çalıştı. İki toplumun yararına olan ve uygulanmasında fazla zorluk bulunmayan adımların atılması için adeta iki lideri göreve davet etti.
Ortaya çıkan tıkanıklığı aşmak için BM’nin gösterdiği kararlılığın vurgulanmasına elbette özel önem verilecekti. Geçmişte Guterres bunu açıkça yapmıştı: “Kıbrıs halkını yalnız bırakmayacağız!”
Stewart, işte bu nedenle, iki liderin mutlaka düşünüp dikkate alması gereken bir olguyu hatırlattı: “BM Genel Sekreteri Guterres’in Kıbrıs sorununa olan özel ilgisi devam etmektedir.”
Bunun ne anlama geldiğini kavramaları için liderlerin bir tercümana ihtiyaçları yoktur. O nedenle, biz sadece bundan anladığımızı söyleyelim: BM, eninde sonunda sürecin canlandırılması için boş durmayacaktır. O nedenle kimsenin rehavete kapılmasına, zamanı boşa harcamasına veya olmayacak dualara amin çekmesine gerek yoktur.
Stewart konuşmasında resepsiyonun yapıldığı binayı, yani Ledra Palas otelini çözümsüzlüğün sembolü olması anlamında, ‘tarihi bir makan’ olarak nitelemiş ve bu otelin çözüm ve çözümsüzlük hallerindeki işlevlerinin taşıdığı karşıtlığı liderlerin yüzüne karşı dile getirmiştir.
Bu nedenle her iki liderin de resepsiyondan ayrılırken, Ledra Palas’ın duvarlarındaki kurşun yaralarına bakıp bakmadıklarını merak etmemiz gerekmektedir.
Pandemi nedeniyle katılımcıların sayısının kısıtlı tutulması aslında gerçek durumu oldukça isabetli bir şekilde yansıtıyor: BM, artık liderlerden bir hareket bekliyor. Hemen yapacakları şey, teknik komiteler aracılığıyla acil konularda işbirliğini artırmak! Ama bunun BM için çok da yeterli bir hareketlenme anlamına geldiği söylenemez.
Esas beklenti, müzakerelerin BM parametreleri çerçevesinde yeniden başlamasıdır. Bunun, hemen, yarından itibaren gerçekleşemeyeceğini herkes gibi BM de biliyor. BM’nin yaptığı şey, sadece sahneyi gelecek için buna uygun olarak hazırlamaktır. Taraflar daha ne kadar bekleyebilir? Bu sorunun yanıtını etkileyen faktörler her lider için farklılıklar içeriyor.
Mesela Anastasiadis, tıkanıklıktaki rolü nedeniyle KıbrıslıRum kamuoyu tarafından ateş altında tutulurken, en azından diyalogtan kaçan taraf görüntüsünün ortaya çıkmasına engel olmaya çalışıyor. Ayrıca, adayı çevreleyen güvensizlik ortamını da hesaba katmak zorundadır. O nedenle ‘müzakerelere hazırım’ demekten çekinmiyor. Ama bunun kendi başkanlık döneminde gerçekleşmeyeceğini hesap ediyor olmalıdır!
Türkiye ve KıbrıslıTürk tarafı ise, BM parametrelerine geri dönüş perspektifine oldukça uzak bir noktada konumlanmaya devam ediyor.
O nedenle, BM’nin acele ederek, işin içine şeytanı karıştırması beklenemez!
Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye hükümetinin konunun yeniden muhasebesini yaparak BM parametrelerine dönüş sinyali vermesi, KıbrıslıRum tarafının da sonuç alıcı ve aşamalandıılmış bir müzakere sürecine hazır halde bulunması uluslararası toplumun temel beklentisidir. Bu beklentinin gerçekleşmesinin AKP sonrası döneme kalması sadece bir zaman kaybı anlamaına gelmektedir.
Ama, Türkiye ile uluslararası toplum arasındaki gerilimin tırmanması ya da Türkiye’nin iç siyasal ve ekonomik koşullarının uygun olmaması nedeniyle bu beklentinin yakın ve orta vadede hiç gerçekleşmemesi, zaman kaybından daha derin kayıpların oluşması anlamına gelecektir.
Esas kaybın ne olduğunu ve nasıl gelişeceğini zaten yaşayarak öğrenmekteyiz.