Lefke’de Yeni Bir Çevre Felaketi Riski
Tufan Erhürman: CMC’nin yarattığı çevre felaketinin etkilerinin hâlâ giderilemediği, muhtemelen önümüzdeki yıllarda da tam olarak giderilmesinin mümkün olmayacağı bir yer Lefke
Tufan Erhürman
CMC’nin yarattığı çevre felaketinin etkilerinin hâlâ giderilemediği, muhtemelen önümüzdeki yıllarda da tam olarak giderilmesinin mümkün olmayacağı bir yer Lefke. Üstelik, KKTC’nin uluslararası statüsünün ve içinde bulunduğu koşulların da etkisiyle sorumlulardan hesap sormakta güçlük çektiğimizi, çevreyi kirletmenin bu işin faillerinin yanına kâr kaldığını bize öğreten bir bölge.
Bu günlerde bölgede istihdam sağlayacağı ve ülke ekonomisine katkıda bulunacağı söylenen yeni bir yatırım var bölgenin gündeminde. Biyologlar Derneği adına yapılan ve 11 Ağustos tarihinde Havadis gazetesinde yayınlanan açıklamadan anlayabildiğimiz kadarıyla, Cengizköy’e bir petrol dolum tesisi ve Yedidalga’ya da bir rafineri kurulması için harekete geçilmiş.
Başta bölge halkını temsil eden örgütler olmak üzere çevreye gönül vermiş herkes tedirgin. Tedirginlik, doğal olarak böyle bir yatırımın çevre konusunda yaratacağı risklerden kaynaklanıyor. Alanım olmadığı için, bu konuda gereksiz ukalalık yapmadan, gazetelerde yer alan açıklamalardan derlediğim riskleri paylaşmak istiyorum önce.
Riskler
1. Biyologlar Derneği’nin açıklamalarına göre, her şeyden önce, bu yatırımlar hiçbir sorun yaratmayacak olsa bile, sadece bu tesisin yapılabilmesi için binlerce ağaç kesilecektir (Havadis, 11 Ağustos 2011).
2. Ayrıca, Yenidüzen gazetesinde Meltem Sonay’ın YAGA’nın 1.9.2011 tarihli raporundan aktardıklarından öğrendiğimize göre, “yerleşim birimlerinden oldukça uzağa kurulan petrol rafinerileri, hava, su, toprak ve ayrıca gürültü kirliliğine de yol açmakta, böylece, çevre, doğal kaynaklar ve ekosisteme zarar vermekle birlikte insan sağlığını da tehlike altına sokmaktadır... Güney Afrika’da, Durban’da yapılan bir çalışma sonucunda, rafinerinin yanında yer alan okula giden çocuklarda görülen solunum yolu rahatsızlıklarının, rafinerinin on kilometreden fazla uzağında yer alan okula giden çocuklarda görülenden %30-40 daha fazla olduğu tespit edilmiştir. (Yenidüzen, 17.8.2011)
3. YAGA’nın Bakan Sunat Atun’a gönderdiği raporda, “petrol rafinerilerinin havaya yüksek miktarda, birçoğu toksin olan, günde yaklaşık 100 çeşit kimyasal yaydığı, ayrıca atmosferde duman oluşumuna sebep olduğu belirtilmiştir” (Havadis, 5 Ağustos 2011).
4. Aynı raporda, “rafinerilerden büyük miktarlarda atılan zararlı atıklar ile gerek ünitelerden, gerekse ünitelerden aktarım esnasında toprağa sızan ya da dökülen petrol ürünlerinin de toprakta kirlilik yarattığına dikkat çekilmiştir” (Havadis, 5 Ağustos 2011).
5. Buraya kadar sözü edilen riskler, herhangi bir kazanın ortaya çıkmadığı durumda söz konusu olabilecek çevre sorunlarına ilişkindir. Dünyada birçok örneğine rastlanan kazalarda ortaya çıkabilecek çevre sorunları ise bunları solda sıfır bırakacak cinstendir.
Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Nilden Bektaş’a göre, “gemilere yapılacak yakıt transferi sırasında yaşanabilecek kazalar vardır. Olası bir sızıntıdan kaynaklanabilecek deniz kirliliği denizlerdeki canlı yaşamını direkt olarak etkileyebilecektir. Bunun örnekleri dünyada görülmektedir” (Havadis, 18 Ağustos 2011).
Bununla birlikte bu tip tesislerde görülebilecek en önemli kazalar yangınlar ve patlamalardır. Biyologlar Derneği’ne göre, “kazalarda birçok kuş, deniz canlısı, balıklar ölür. En iyi teknolojiyle kirliliğin ancak % 20’si ortadan kaldırılabilir. (Havadis, 11 Ağustos 2011).
Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Nilden Bektaş’a göre, böyle bir yatırıma izin verilmeden önce, “akaryakıt depolama ve dolum tesisi faaliyet alanında olabilecek yangınlara karşı ne tür önlemler alınacağı, yangın olması halinde müdahalenin nasıl ve ne şekilde yapılacağı net olarak belirtilmelidir” (Havadis, 18 Ağustos 2011).
Çevre Hukuku’nun İlkeleri
Yukarıda konuyla yakından ilgilenen çevre konusunda uzman kuruluşların ve YAGA’nın gündeme getirdiği riskler vardır. Bu risklerden bir tanesinin bile gerçekleşmesi durumunda CMC felaketi nedeniyle hâlâ toparlanamayan Lefke’nin geri döndürülmesi onyıllar, hatta yüzyıllar alacak birtakım zararlarla karşılacağı herhâlde herkes için açıktır.
Diğer hukuk disiplerine göre yeni bir disiplin sayılabilecek olan Çevre Hukuku’nun en önemli meselelerinden biri, bu tip geri döndürülmesi güç ya da imkânsız yatırımlardır. Bu hukuk disiplininin başlıca ilkelerinden olan önleyicilik, ihtiyat ve katılımcılık ilkeleri bu tip sorunlarla ilintilidir.
1. Önleyicilik İlkesi
Çevre sorunlarının önemli bir bölümünü, ortaya çıktıktan sonra gidermek, tedavi etmek hemen hemen imkânsızdır. Bu nedenle, Çevre Hukuku’nda önleyicilik ilkesi altın, belirleyici, hâkim ilke olarak kabul edilmektedir (Nükhet Yılmaz Turgut, Çevre Politikası ve Hukuku, Ankara, İmaj Yayıncılık, 2009, s. 111). Bugün modern devletlerin tümünde çevre yasalarının en önemli kısmını oluşturan Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) uygulamalarının temelinde yatan da bu ilkedir.
Bu ilkeden hareketle, Lefke bölgesinde yapılması düşünülen petrolle ilgili yatırımlara izin verilmeden önce bu yatırımlardan kaynaklanabilecek çevre zararlarının iyi hesaplanması, bu zararların ortaya çıkması önlenemeyecekse, bu yatırımlara izin verilmemesi gerekmektedir. Zararların ortaya çıkması hâlinde bunları giderecek birtakım mekanizmaların bulunduğundan söz etmek bu ilke çerçevesinde yeterli değildir. Çünkü, yukarıda söylendiği gibi, çevre zararlarının önemli bir kısmı giderilmesi mümkün olmayan zararlardır.
2. İhtiyat İlkesi
Teknolojinin ve bilimin ne kadar hızlı geliştiği dikkate alınırsa, çevre konusundaki zararları bunların kaynağı olan yatırımlar yapılmadan önce tam bir kesinlikle belirlemenin mümkün olmadığı söylenebilir. Bilimsel belirsizlik durumunda elbette bilim insanları araştırmalarına devam edeceklerdir ancak karar vericilerin bu araştırmaların tamamlanmasını bekleme olanağı yoktur. Bu noktadan hareketle, karar vericiler, çoğu zaman bilimsel belirsizlikleri yatırımlara izin vermenin meşru bir gerekçesi olarak kabul etme eğilimindedirler. Oysa Çevre Hukuku’nun en yeni ilkesi olarak kabul edilen ihtiyat ilkesine göre, bilimsel belirsizlik durumlarında dahi çevreye verilebilecek zararların önlenmesi için gerekenler yapılmalıdır (Turgut, s. 182-187). Ortaya çıkabilecek çevre zararının tam bir kesinlikle önceden belirlenemeyeceği bir durum söz konusu olsa dahi, devlet ihtiyatlı davranmalı ve risklerin gerçekleşmesini önleyemeyecek durumdaysa yatırımlara izin vermemeyi tercih etmelidir. Dolayısıyla Lefke’de gündemde olan yatırımda önemli olan bu yatırımın çevreye verebileceği zararın tam bir kesinlikle bugünden saptanabilmesi değildir. Riskler, yukarıda aktarıldığı gibi ortadadır. KKTC devletinin, bugünkü olanaklarıyla, bu risklerin ortaya çıkması durumunda çevre kirlenmesini önleyemeyeceği herkes tarafından bilinmektedir. Bu şartlar altında, ihtiyatlı davranmak ve izni vermemek en azından alanın yabancısı olan bir kişi olarak bana, izni vermekten çok daha mantıklı gelmektedir.
3. Katılım İlkesi
Çevre, KKTC Anayasası’na göre herkesin hakkıdır. Dolayısıyla çevrenin korunması konusundaki kararları yalnızca ülkeyi yönetenlerin çoğu zaman günlük politik tercihlere dayanan inisiyatifine bırakmak mümkün değildir. Ayrıca, çevre sorunlarının karmaşık ve çok yönlü olması da çevreyle ilgili kararların alınmasında tam bir açıklığı ve katılımcılığı gerekli kılmaktadır (Turgut, s. 153). Devletin kurum ve kuruluşlarının bilgi birikiminin yeterli olmadığı bazı konularda sivil toplum kuruluşları ve uzmanlar, onların da göremeyeceği bazı riskleri ortaya çıkarabilirler.
Oysa, basından izleyebildiğimiz kadarıyla, bu alanda uzman olduğundan kuşku duyulamayacak Çevre Mühendisleri Odası ve Biyologlar Derneği dahi bu konuda yeterince bilgi sahibi olamamaktan ve katkı koyamamaktan şikâyetçidirler. Unutulmamalıdır ki, birçok uluslararası belgeye göre çevre yalnızca bugünkü değil gelecek kuşakların da hakkıdır. Devleti yönetenler, böyle bir konuda karar alırken, her şeyi kendilerinin bildiği ve diledikleri gibi karar alabilecekleri düşüncesiyle hareket edemezler. Böyle bir yatırıma izin vermeden önce, ÇED raporunun kamuya açıklanması, yaygın bir biçimde tartışılması, konuyla ilgilenen tüm kuruluşların görüşüne başvurulması gerekmektedir. Aksi hâlde bugün bu kararı verme yetkisine sahip olanların verecekleri kararlardan doğacak zararlar, onlar bu dünyadan göçüp gittikten sonra bu topraklarda yaşayacak insanları dahi geri döndürülemez bir biçimde etkileyecek ve aynen CMC’de olduğu gibi, o zaman hesap soracak insan bulunamayacaktır.
Sonuç
Çevre, salt ekonomik mülahazalarla karar verilebilecek bir alan değildir. Çevreyi dikkate almayan bir “ekonomik akıl”ın bugünkü ve gelecek kuşaklara verebileceği zararın ne denli büyük olduğu yaşanan çevre felaketlerinden öğrenilmiştir. Kaldı ki bu felaketlerin önemli bir kısmı, ekonomik, teknolojik ve bilimsel açıdan önde gelen ülkelerde yaşanmış ve o ülkeler dahi ortaya çıkan zararları gidermek konusunda yetersiz kalmışlardır. Bu durumda olanaklarının ne kadar kısıtlı olduğu bilinen KKTC’de, bu kadar tehlikeli bir yatırıma kalkışmanın ne derece rasyonel olduğu tartışılmalıdır.
Kaldı ki, Lefke yöresinde eko-turizm bölgesi ilan edilen köyler vardır ve bu bölgeye turizm alanında yatırım yapmak isteyen şirketlerin varlığı bilinmektedir. Yani planlama açısından da tuhaf bir durumla karşı karşıya olduğumuz açıktır.
Tekrar tekrar söylemekte bir beis yok! Çevre yalnızca bugünkü değil, gelecek kuşakların da hakkıdır. Biz kendimizi korumayı beceremedik bugüne kadar. Hani çocuklarına ve torunlarına çok düşkündür ya Kıbrıslılar! Belki onların hakları söz konusu olduğunda daha hassas oluruz umuduyla bu yazıyı bu konunun bir kez daha altını çizerek bitirmekte yarar var!