Lefkonuk’tan yüzyıllık elişi bir örtünün hatırası…
Bu güzel örtüyü babama çeyiz olarak bundan tam 90-100 sene önce komşuları, aile dostları, Ebe Areti işlemiş kendi elceğiziyle, Lefkonuk’ta…
Lefkonuk’ta o günlerde toplumlarımız barış ve huzur içinde yaşarmış…
Areti Ebe, civar köylerde doğuma gideceği zaman, evlatçıklarına kapı komşusu ve yakın dostu Faika nenem bakarmış…
Areti ebenin sevgiyle işlediği tek bu örtü değil yalnızca…
Babamın çeyizi için “koftos” denen bu işten çok büyük bir masa örtüsü ve iki de mutfak perdesi işlemiş…
Ben de babamın çeyizinden bana geçen bu masa örtüsünü zaman zaman kullandım, mutfak perdelerini de ancak kumaşları o kadar nazeldi ki, onları daha fazla kullanmaya kıyamayıp dolaba kaldırdım, birer hatıra olarak dursunlar diye…
Areti ebenin sevgiyle işlediği bu küçük masa örtüsünü ise bugün hala kullanıyorum… Oturma odamızdaki küçük masanın üstünde duruyor bu örtü şimdi, canyoldaşımla sabah kahvelerimizi içtiğimiz masacığın üstünde…
“Koftos” denen bu elişiyle ilgili olarak Sofia Violari Pekri, “Aman Tanrım!” diye yazıyor, “Biz hepimiz bu elişini yapardık köyde… 1940’lı, 1950’li yıllarda, hatta daha da öncesinde… Bu işe yanılmıyorsam KOFTOS denirdi” diyor…
“Köy” dediği Aya Marina Şillura yani şimdiki “askeri köy” Gürpınar… Hani Maronitler’le Kıbrıslıtürkler’in birlikte yaşamış oldukları, Kıbrıslıtürkler’in 1964’te terk etmek zorunda bırakıldıkları, 1974’te de Maronitler’in terk etmek zorunda bırakıldıkları askeri köy… Hani, ikide birde “dönüyorlar, aha döncecekler” denen o köy…
Sofia Violari Pekri de, hem masa örtülerini, hem de aynı elişinden perdeleri de çok iyi hatırlıyor…
Artık bu tarz elişleri pek yapılmıyor – rağbette olan hazır perdeler… Kıbrıs’ta bütün toplumların işlemeyi bildiği ve sevgiyle işlemiş olduğu bu elişleri, birer hatıra olarak kalıverdi… Silinip gidiyor hayatımızdan…
Ama bizler, sağlam bir dostluğun, güzel bir komşuluğun hatıralarının silinip gitmesine asla izin vermedik…
Areti Ebe’nin torunlarıyla dostluğumuz devam etti… Areti Ebe’nin Lefkonuklu toruncukları Kipros ve Areti’yle görüşüyoruz, konuşuyoruz… Kipros, arkadaşımız Vera’yla evli… Kipros, hiçbir zaman Lefkonuk’tan kopmamış, her zaman ziyarete gidiyor… Lefkonuk’ta öldürülen Kufezli Meniku için anma toplantıları düzenliyor… Kırmızı karanfillerle Meniku’nun mezarını ziyaret ediyor… 1958’de EOKA’cıların öldürdüğü bir komünist olan Meniku aslen Kufezli’ydi ama Lefkonuk’ta, köy meydanında öldürülmüştü, bir ağacın altında… O ağaç kesildi daha sonra, yok edildi… Sırf solcudur diye faşist EOKA’cıların hedef haline getirdiği Meniku, bu ağacın altında işkenceye maruz kalırken, Lefkonuk ahalisi de bu işkenceleri seyretmeye, ona tükürmeye davet edilmişti… Bir linç histerisiyle oracıkta öldürüldü Meniku ve yıllar sonra bir başka Lefkonuklu arkadaşımız, Mihalis Kirlitças, Meniku ve altında öldürüldüğü ve sonra kesilen ağacın resmini çizmişti… Bir ressamdı Mihalis Kirlitças ve Lefkonuk’tan iyiliklerle kötülükleri hep anlatıp durmuştu…
Areti Ebe göçüp gitti, Areti ebeyle sağlam bir komşuluk ve dostluk ilişkisi kuran, Areti’nin evlatlarına kendi evlatları gibi bakan, onları evinde yedirip yatıran, uyutan, üstlerini üşümesinler diye örten Faika nenem göçüp gitti. Akatu’dan Lefkonuk köyüne göçmen giden Sami dedem göçüp gitti… Sevgili babacığım Niyazi Uludağ – ki adının baş harfini, “N” harfini bu örtüde görebilirsiniz, Areti ebe bu “N” harfini sevgiyle işlemiş örtüye – Areti ebenin ailesiyle sağlam dostluğunu sürdürdü ölünceye kadar, o da bu topraklarda kan dökülmesin, barış hakim olsun, huzur hakim olsun diye çabaladı durdu, bu uğurda hapis de yattı, işsiz, parasız da bırakıldı, taciz de edildi “Teşkilat” tarafından… Ama asla duruşundan taviz vermedi… Akıntıya karşı yüzen bir balık gibi, kendi duruşunu korudu ve Kıbrıslırum arkadaşlarına “ihanet” etmeyi asla düşünmedi… Gencecik yaşında göçüp gitti bu dünyadan ama geride dostlarını, komşularını bize miras bıraktı, barış ve huzur için mücadelesini bize miras bıraktı… Bıraktığı yerden devraldık ve devam ettik… Anneciğim Türkan Uludağ da göçüp gitti ama göçüp gidinceye kadar yalnızca barışı, yalnızca dostluğu dile getirdi – asla savaşlara, nefrete, kine, öfkeye taviz vermedi, her daim Kıbrıslırum arkadaşlarından dem vurdu, Alona’da yaptıkları üç aylık hava tebdillerinden, tatillerden söz etti bana, birer masal gibi o güzel komşularını, o güzel dostlarını anlattı durdu… Kötü kalpli insanları da anlattı elbette ama onun “focus”u, iyilikler, güzel komşuluklar, paylaşılan tarifler, birlikte büyütülen çocukların birbirlerinin dillerini Alona’da oynarken kendiliğinden öğrenmeleriydi…
Ölünceye kadar dostluğu, sevgiyi, barışı seçti…
Hepsi göçüp gitti teker teker ama geride bize barış arzularını miras bıraktılar…
Lefkonuk’ta doksan sene, yüz sene önce, babamın cehizi için el emeği, göz nuruyla örülmüş bu örtü, bir Kıbrıslırum ebenin komşusunun oğlunun cehizi için fırsat bulup da böylesi güzel bir el işi yaratmasının ne kadar da anlamlı olduğunu yanısıtıyor…
Doğumlar, sancılanmalar arasında, köyler arasında eşeciğiyle koşuşturup dururken, Niyazi için bunları yapmış, örtücükler örmüş, üstüne süslü harflerle “N” harfini nakşetmiş, masa örtüsü örmüş 12 kişilik, mutfak perdeleri örmüş çifter çifter ve tüm bunlar sevgili babacığım anneciğimle evlendiğinde 1940’lı yıllarda kullanılmaya başlanmış, cehizinin parçası olarak…
Şimdi bu hatıralar bende yaşıyor…
Benden sonra da evladımda yaşayacak…
Bizim barış isteğimiz bir aile geleneği, bir komşuluk geleneği gibidir…
Kalbimiz çarptıkça bu aile geleneğini sürdüreceğiz, savaşı, çatışmayı, gerginliği seçmeyeceğiz, dostluğu, iyiliği seçeceğiz…
Ganimeti, hırsızlığı, başkalarının mallarının üstüne oturmayı değil, doğruluğu, dürüstlüğü seçeceğiz bu topraklarda…
Areti ebenin çok sevgili babacığım için kendi elcikleriyle ördüğü bu elişi örtü bana bunları anlatıyor: Bu topraklardaki barış özlemimizi ve barış için mücadelemizi… Asla başımızı eğmeyip her daim barış için adım atmamızı…
DEVAM EDECEK
Türkan ve Niyazi Uludağ, düğün günlerinde...