Lefkoşa, Berlin’in ‘kaderi’yle sınansın
Her şehir, mimarisi, caddeleri, kamusal alanları ve kentsel anlayışı ile ayrı bir karaktere sahiptir. Kimi şehirler, kültürel ve tarihi değerleri ile insanını kucaklayıp, insanı tarafından kucaklanırken; kimi şehirler insanlarını ayrıştıran katmanları ile bölünmüşlüğün simgesidir. Yüzyılın en büyük savaşının ardından yerle yeksan olan Berlin, 2. Dünya Savaşı’nın son bulmasının akabinde Soğuk Savaş’ın beşiği olmuş; yıllar yılı iki kutuplu Dünya’nın tiyatro sahnesine dönüşmüştür. Berlin Duvarı’nın yıkılmasının ardından, şehir yeniden birleşmenin simgesi olurken, Dünya’nın bölünmüş tek başkenti Lefkoşa ise bugün halen ayrılığın simgesi olmaya devam etmektedir...
Evet, Lefkoşa’nın kuzeyi, kentsel soluk alanlarından yoksun, insanına üst bir kimlik yaratacak, insanları arasındaki etkileşimi tetikleyecek, ortak yaşama dair bir refleks yaratacak kamusal alanlardan yıllarca mahrum bırakılmıştır. Kentsel soluk alanlarının yoksunluğuna ek olarak, tarihini, değerlerini yaşatıp/geliştirip insanına aktarmaktan aciz, Kıbrıslıların ortak yaşamına ait herhangi bir unsurun bulunmadığı bir şehir görüntüsü veren Lefkoşa’nın bu durumu, aslında 1974 sonrasında Kıbrıs’ın kuzeyinde bir mühendislik gibi gerçekleşen devlet örgüsünün bir tezahürüdür.
1974 sonrası Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşanan toplum mühendisliği ile Kıbrıslı Türklerin 1974 öncesi ile olan bağının tamamen koparılması gaile edinilmiştir. Türklük etnik kimliği üzerinden şekillenen devlet örgüsü ile insanların geçmişle ilgili herhangi bir yüzleşme/hatıra yaşamasının engellenmesi için ortak kültürel mirasa dair tek bir unsur şehirlerde bulundurulmamıştır. Ülke genelinde ise kasabaların, köylerin, şehirlerin adı değiştirilmiş, kiliseler camiye dönüştürülmüştür. Yaratılmaya çalışılan zorlama kimlikler bugün de külliye ile her tepeye dikilen milliyetçi semboller ile hem çeşitlendirilmeye hem de pekiştirilmeye çalışılmaktadır. İnsanların geçmişle ilgili kolektif bir bellek edinmesini engelleme konusunda başarılı olunan bu mühendislik ile 1974 öncesi ortak yaşama dair Kıbrıslı Türklerin ortak bir algı/tutuma sahip olmasının önüne geçilmiş, Kıbrıs’ın diğer yarısı ile olan bağımız “yasemin” metaforu ve artık bıkkınlık veren birkaç folklorik şarkıdan öteye gidememiştir. Daha da vahimi; bahsettiğim bu unsurlar zamanla nostaljiden öte mikro milliyetçilik öğelerine evirilmiştir.
Peki ya Berlin? Evet, Berlin, bugün 180 ulustan 4 milyona yakına insanın bir arada var olabildiği ve kendi kimliklerini, başkalarını tehdit etmeden yasayabildiği bir şehir... 2. Dünya Savaşı’nın ardından anka kuşu misali küllerinden yeniden doğan, Brecht’in, Marlene Dietrich’in, Einstein’in, Hegel’in ayak gölgesinin sindiği Berlin, kamusal alanları, müzeleri, heykelleri ile bugün hem kendi yarattığı değerleri koruyor/aktarıyor hem de geçmişte yaşanan katastrofik olaylara sebep veren tüm unsurlarla yüzleştiriyor... Hitlerin ismi olan Adolf’un yasaklandığı, Neo Nazi örgütlerin resmi olarak faaliyette bulunmasının engellendiği, gerek Avrupa Yahudi Soykırım Anıtı gerekse Topoghraphy of Terror müzesi ile bu yüzleşme yeni nesillere de aktarılıyor, pekiştiriliyor.
Buna ek olarak, 2. Dünya Savaşı’nın ardından yaşananları, Doğu ve Batı Alman olarak ayırmadan, Alman ulusunun ortak bir sorumluluğu, günahı ve mağlubiyeti olarak gören bir toplumun bu tutumunu göz önünde bulundurduğumuzda Kıbrıslıların yüzleşme konusunda ne denli iradesiz olduğunu görebiliriz.
Evet, yaşadığı ve yüzleştiği yıkımların ardından Berlin artık duvarların, yıkımın değil; renklerin şehri. Daha genel ölçekte betimleyecek olursak ebru sanatı gibi renkler arasında herhangi bir bariyer olmayan bu şehirde aynı zamanda her renk içerisinde bir başka rengi de barındırabiliyor. Akışkan, kaygan bir geçişle sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda farklı sınıflar armoni içerisinde yaşıyor/paylaşıyor/çoğalıyor.
Berlin ve Lefkoşa... Benzer hikâyeleri yaşayıp sonları farklı olan iki başkent... Bir yanda ördüğü fiziki ve mental duvarları yıkıp çok kültürlülüğün, tolerasyonun Avrupa’daki başkenti haline gelen Berlin, diğer yanda tel örgüleri insanının boğazına her gün daha da dolanan, nefesiz bırakan Lefkoşa... Farklı cinsiyet kimliklerinden, din, mezhep ve etnik kökenden insanlarını katmanları ile ayrıştıran, şehrin diğer yarısındaki insanlar ile paylaşılan ortak manevi ve tarihi değerleri hatırlatan kamusal alanlar yerine, mikro milliyetçiliğin yıllar yılı gelişip diğer nesillere aktarılması için dizayn edilmiş bölük pörçük adanın, bölük pörçük başkenti Lefkoşa... Lefkoşa’nın Berlin’in ‘kaderi’ ile sınanması dileğiyle...