1. YAZARLAR

  2. Sevgül Uludağ

  3. “Lefkoşa kantonundan çıkış ve uçakalanında yaşadıklarım...”
Sevgül Uludağ

Sevgül Uludağ

0090 542853 8436/00357 99 966518

“Lefkoşa kantonundan çıkış ve uçakalanında yaşadıklarım...”

A+A-

***  KIBRIS’TAN HATIRALAR...

“Lefkoşa kantonundan çıkış ve uçakalanında yaşadıklarım...”

Belgin Demirel

Çok değerli arkadaşımız Belgin Demirel, sevgili babacığı Ahmet Demirel’in gardiyanlık döneminden hatıralarını kaleme almaya devam ediyor... Belgin Demirel, “Bir gardiyanın anıları” başlığıyla bu değerli hatıraları kendi sosyal medya sayfasında paylaşıyor zaman zaman. Belgin Demirel’in geçtiğimiz günlerde paylaştığı babasının ağzından kaleme aldığı bir diğer anı şöyle:

“1965 yılında başımda çıban çıktı ve başımın her yanına yayıldı. O zamanlar fasariyaların içindeyiz ve cildiye uzmanı yoktu Türk hastanesinde. Kızılay aracılığıyla Türkiye’den gelirdi. Belli aralıklarla gelen bu uzmanlardan biri, “Bu kanser başlangıcıdır,” dedi. Lüzum Türkiye’ye gideyim. O güne kadar üniformalı hiç bir kimse ‘Açık cezaevi’ diyebileceğim Lefkoşa kantonundan dışarı çıkmamıştı. İlk ben çıkacaktım. O yıllarda, 63 olaylarından dolayı cezaevinde sadece ileri yaştaki birkaç gardiyan görev yapıyordu. Biz gençleri, yani üniformalıları  polise vermişlerdi  ve  mücahitlik yapmaya başlamıştık. Aspava’nın oralarda bir yerde mücahitlik yapıyorduk. Ben Mehmet Ai Tremeşeli’nin bölüğüne bağlıydım. Tremeşeli’nin bana izin vermesi lazım ki ben sınırdan çıkabileyim.  O günlerde cezaevi müdürü Captain Kamil, müdür muavini ise Recep Efendi idi. Onların da yardımı ile izin aldım.”

oncelikli-sayfa-17-ahmet-demirel-kizinin-kaleme-aldigi-hatiralarini-2021de-sayfalarimizda-yayimladigimizda-cok-mutlu-olmustu.jpg

Ahmet Demirel, kızının kaleme aldığı hatıralarını 2021'de sayfalarımızda yayımladığımızda çok mutlu olmuştu...

UÇAKALANINDA SORGULAMA...

“Uçakalanının servisi ile yola çıktık. Birleşmiş Milletler görevlisi de aracı ile bizi takip etti. Alanda tüm işlemlerimi sorunsuz şekilde yaptırıp, uçağı beklemeye başladım. Bu arada güvenliğim için bana eşlik eden  Birleşmiş Milletler görevlisi, şapkasını oturduğumuz masanın üstüne koyup bir yere gitti. Karşıda mahkumiyetini bitirmiş EOKA’cı bir çocuk vardı. O beni gördü. Oradan pasaport  sorumlusuna gitti ve birşeyler söyledi. O pasaport sorumlusu yanıma geldi. “Nedir ama biz senin adresi tam okuyamadık,” dedi. “Bardacık sokak mı? Nedir?” dedi. “Evet, sokağımın adı Bardacık sokaktır,” dedim. “Ne iş yapıyorsun?” diye sordu. “Vardiyanım,” dedim. “Tamam, bekle!” dedi. Merkezi Cezaevi’ne telefon ettiler. Sanıyorum ki hakkımda bilgi istediler. Beni bir odaya aldılar. Odada iki subay vardı. Biri, iki yıldızlı ve daha önceden tanıdığım Savvas Hacıdemetriu idi. Çok mert bir EOKA’cıydı. Onu görünce rahatladım. İki subay soruşturmaya başladı: Neyim var? Niçin gidiyorum?...”

“CYPRUS AIRWAYS İLE ANKARA’YA UÇUŞ...”

“O dönemde henüz iki toplumun polislerinin irtibatını sağlayan resmi telefon hattı çalışıyordu. Bu arada bu  resmi hattı kullanarak polis  kaynım Macit Yeşilada uçakalanında sorumlu bir polis çavuşuna benim durumumu sormuş, sorunsuz uçup uçmadığımı öğrenmek istemiş. O çavuş da yanımıza geldi. Niçin tedavi için İngiltere’ye gitmediğimi,  niçin Türkiye’yi seçtiğimi sordular. “Ankara’da kaynım var. O bana yardımcı olacak,” dedim. “İngiltere’de hiç kimseyi tanımıyorum. Bana yardım edecek birine ihtiyacım var,” deyince, “Biz senden sorumluyuz,” dedi Savvas. Welfare sisteminin sorumlusu imiş. “Tamam. Şayet Türkiye’de tedavi olamazsan, gidecen Ankara’daki Kıbrıs Cumhuriyeti Büyükelçiliği’ne, elçilik bizimle irtibata geçecek ve biz seni İngiltere’ye göndereceğiz. Sen bizim memurumuzsun. Biz mecburuz senin  sağlığını sağlamaya” dedi. Kaynımın telefon ettiği çavuşun da hep benden yana konuştuğunu fark ettim. En sonunda, “Hadi vakit geldi, uçak kalkıyor,” deyip, beni aldı ve uçağa götürdü. Cyprus Airways ile doğrudan Ankara’ya uçtuk.”

oncelikli-sayfa-17-ahmet-demirel.jpg

Ahmet Demirel

“CYPRUS AIRWAYS DİREK UÇUŞLARI İPTAL...”

“Bir ay Ankara Üniversitesi Hastanesi’nde tedavi oldum. Aralık ayında Kıbrıs’a geleceğimde, Cyprus Airways’in direkt uçuşlarının artık iptal olduğunu öğrendim. Bize iki seçenek sundular: Ya Ankara’dan Atina’ya uçup sekiz  saatlik bir beklemeden sonra Kıbrıs’a geleceğiz, ya da Ankara’dan Beyrut’a gidip yirmi dört saatlik bir beklemeden sonra Kıbrıs’a döneceğiz. Ben Beyrut’u seçtim. Kıbrıs’ın üstünden geçip Beyrut’a gittik. Kıbrıs haritadaki gibi altımızda görünürdü.”

“TC BÜYÜKELÇİLİĞİ ARABASIYLA LEFKOŞA...”

“Dönüşte Lefkoşa uçakalanında valizim açıldı, yoklanmaya başladı. O yıllarda pek çok malzeme gibi yün ve yünlü ürünler de stratejik malzemelerden sayılırdı ve Türk tarafına geçişi yasaktı. Valizimde vardiyanlık dönemimden yün çoraplarım vardı. Görevli memur onları valizimden çıkarıp, almak istedi, “Bunlar yasaktır” dedi. Tam o anda yine Savvas göründü. Yanımıza geldi. “Nedir ama yaptığın? Adam vardiyandır.  Bu çorapları ona biz verdik. Hade yahu sen da!” dedi ve görevliye  kızdı. Çoraplarımı almasına müsaade etmedi.

Uçakalanından çıkınca kendimi çaresiz hissettim çünkü evime ne ile döneceğimi bilemedim. Etrafta taksi veya araç yok. Son anda simasını tanıdığım bir Türk gördüm. Türkiye Büyükelçiliği’nin şöförü imiş. Türkiye’den bir elçlik mensubu gelmiş, onu Lefkoşa’ya götürecek.  Şöför, elçilik mensubuna durumumu anlattı.  Elçilik mensubu, “Tabii ki bizimle gelebilirsiniz, sözü mü olur?” dedi. Bindiğimiz araba benim arabamla aynı marka idi; Simca. Yolda gelirken, İncirli dediğimiz mevkide (Rum tarafı sayılan bir bölgede) arabanın lastiği patladı. Şöför, “Bu arabayı tanımıyorum, benim düzenli sürdüğüm otomobil değil bu” dedi. Ben de, “Benim de var aynısı, ben bilirim. Lastiği değişebilirim” dedim.  Lastiği değişince elçilik personeli, “Çok teşekkür ederiz. Seni Allah göndermiş” diyerek teşekkür etti. Sonra da şöföre, “Bu adamı nereye isterse oraya götürmeni istiyorum” dedi. Kaynım Macit, Lafkoşa’da otururdu. Onun evine bıraktılar.

Eğer ben Türkiye’de tedavi olmasaydım ve Ankara’daki Kıbrıs Büyükelçiliği aracaılığıyla İngiltere’ye gitseydim, Kıbrıs’a geldiğimde beni propaganda amaçlı konuşturacaklardı. Bunun örnekleri vardı. Konuşmayı kaydedip, Radyo Televizyon Kurumu’nda yayınlayacaklardı.”


***  GİDENLERİN ARDINDAN...

“Karanlık yılların acı çeken çocuklarından Sermet Irkad yeğenimi de kaybettik...”

Ulus Irkad

Karanlık yılların acı çeken çocuklarından Sermet Irkad yeğenimi de geçtiğimiz günlerde kaybettik...

Rahmetli babam Lefkoşalı’ydı. Babası Karpaz Kaleburnulu’ydu, annesi de o yöredendi. 1930’lu yılların içinde Lefkoşa’ya gelip yerleşen dedem, daha önceleri Lefkoşa’da yaşayan Karpaz kökenli nenemle orada evlenip Lefkoşa’ya yerleşmişti. Ailesini de orada kurmuştu.

Annemin Baf’taki babası da Lefkoşa’daki dedemizin kardeşiydi. İkisi de Kaleburnulu’ydu. Sonra babam, öğretmen olunca amcasının kızıyla evlenip Baf’a gelip yerleşmişti. Öğretmenlik mesleğine önce Beyarmudu Ziraat Koleji’nde başlayan babam, daha sonraları 1958 yılına kadar ilkokul öğretmenliğini Baf’ta yapacaktı.

1958 yılında Türkiye’nin verdiği bursla birçok öğretmen gibi Gazi Eğitim Enstitüsü’nde İngilizce öğretmeni olan rahmetli babamız Hüseyin Irkad, ortaokul öğretmeni olarak 1960 yılında Baf Kurtuluş Lisesi’nde İngilizce öğretmenliğine başlayacak ve artık ailemiz hep Baf’ta hayatını geçirecekti.

oncelikli-sayfa-16-sermet-irkad.jpg

Sermet Irkad

KÜÇÜK KAYMAKLI’DAN HATIRALAR...

Babamın ailesi Lefkoşada Küçük Kaymaklı’da yaşıyordu. Dolayısıyla çocukken 1963 öncesi de, sonrası da tatillerde muhakkak Lefkoşa’daki dede ve nenemizin yanına giderdik. Ortanca amcamız Ahmet Irkad’ın altı çocuğuyla akranlarımız olduklarından dolayı birlikte tatillerimizi geçirirdik.

1963 öncesi Küçük Kaymaklı’daki çocukluk maceralarımızda amcamızın çocukları da birer anı kahramanıydılar. Rahmetli Emine, Mustafa, rahmetli Derviş, rahmetli Sermet, rahmetli Bülent ve Hatice bu anılarımızda yer almışlardı. Daha 1960’lardan itibaren rahmetli amcamızın evinde televizyon vardı (Rahmetli Amcam o zamanlarda bile evine çamaşır makinesi almıştı.) Önceleri nenemizle dedemizin mahallelerindeydi yeğenlerimiz. Geceleri onlarda televizyon görürdük. Haftada bir Cuma geceleri, Türkçe filimler yanında hafta araları, Peyton Place’ler, Bonanzalar sonra taşındıkları Tren Yolu Sokağı’ndaki evlerinde Lucille Ball’un “I Love Lucy” dizisi ve Tom Jones konserleri hep tartışma ve sohbet konularımız olurdu. Kardeşim Hamza sarışın olduğundan dolayı Hatice yeğenimize televizyon kahramanı “Lucy” ismini vermişti. 1963 öncesi meşhur Regis Fabrikası tam da Küçük Kaymaklı’daki mahallelerine yakın olduğu için bazen ta Regis Fabrikasına kadar gider ve sevdiğimiz çukulatalı Regis dondurmalarını alır ve onları yolda yiyerek zevkle gelirdik tekrar mahallenin sonundaki yola.

oncelikli-sayfa-16-ulus-irkadin-amcasi-ve-yegenleri.jpg

Ulus Irkad'ın amcası ve yeğenleri...

OTOBÜSLERDE YOLCULUK...

1974 yılı öncesinde de amcamızın çocukları ile görüşmeye, gezmeye ve maceralı heyecanlı olayları paylaşmaya devam ettik. 1964 olayları sonrasında Kuğulu Park’la Ortaköy arasında otobüslerle gidip gelmeye devam eder, bunu adeta bir gezme oyunu yapardık ama birgün biletçilere yakalanınca vazgeçtik. Bizlere bayağı öfkelenmişlerdi. 1973 yılında Küçük Kaymaklı’dan Hamitköy köprüsüne kaplumbağa bulmaya gidişimizi hatırlıyorum Sermet’le ama o gün RMMO (Rum Milli Muhafız Ordusu) askerlerini fazla kızdırmış olmalıyız ki bizi ta Yeşil Hat’ta mücahitlerin gözetleme kulübelerine kadar kovalamışlardı.

Sonra 1974 ve sonrası… Yeğenimiz Derviş’in tenekeci dükkanında çalışan kardeşler… Temaslarımız yol üzerinde de olduklarından dolayı devamlı sürdü.

SERMET’İ DE SONSUZA UĞURLADIK...

Geçen gün geçmiş senelerde vefat eden Emine, Derviş ve Bülent yeğenlerimizden sonra hayatı acılarla geçen Sermet’i de uğurladık sonsuza. Tam 66 yaşındaydı… Hanımı da 2019 yılında hayata gözlerini kapamıştı. Yeğenim Sermet için yazacaklarım bu kadar değil.

Yeğenim Sermet son 60 yılda akranı olan tüm Kıbrıslıtürklerin çektiği acıları yaşadı. 1963-64 yıllarında mevzide olan ve hayat kavgası veren rahmetli amcam, hep acılarla ve çocuklarının mutluluğu için uğraşan çilekeş yengem Ayten ve en büyük çocuğu olan kızı rahmetli Emine, rahmetli Derviş, rahmetli Bülent ve Semet yeğenlerim… Sizin çektiklerinizi, acılarınızı nasıl anlatsam ki? Kısacık bir çizgi mi bu hayat? Hayatın anlamı mutluluksa, sizler bana göre hiç varolmayan refahınız, çok ender gördüğünüz mutluluklarınızla gelecekte yaşayacak olan evlatlarınıza ve torunlarınıza bizim ve sizin yaşayamadığınız mutlulukları ve refahı, kendi çocuklarınızda görmeye çalıştınız. Ve sonsuzlukta sizlere seslenirken şu anda gelecekte eksik olmayacak olan mutluluğu ve refahı çocuklarınıza miras olarak bıraktığınıza eminim.

Gelecek nesiller sizin yaşadığınız yoklukları, acıları ve  mutsuzlukları yaşamasın, hep huzur içinde kalın. Çok yukarılardan mutluluk içinde bizlere gülümsediğinize eminim. Sonsuza kadar rahat olun…

 

Bu yazı toplam 867 defa okunmuştur.
Önceki ve Sonraki Yazılar