“Lefkoşa Merkez Hapishanesi’nin enginar bahçesine 1964’te bazı Kıbrıslıtürk “kayıplar” gömülmüştü…”
“Ocak 1964’ün ilk haftası olabilir – gece 11-12’den sonra bir kamyon geçmişti yoldan ve bu evdekilerin dikkatini çekmişti… “Bu saat ne işi var kamyonun” diyerek dışarı çıkıp bakmışlardı… Kamyon hapishanenin kapısından içeri girmiş, sola dönmüş, enginar bahçesine gitmişti…”
“Şiroyla bir çukur açılmıştı hapishanenin enginar bahçesine… Kamyondaki cesetler buraya boşaltılıp gömülmüştü… Babama sormuştum, “Kaç kişiydiler?” diye… “Sayamadım ki oğlum” demişti bana…”
“Enginar bahçesi dediğim, hapishaneye ait bir yerdi… Buraya domates, patates, enginar ekerlerdi… Hapiste yatan mahkumlar için bir tür bahçecilik programıydı bu… Hapislik dönemlerinin son altı ayında bu bahçeyle uğraşırlar, dışarıya çıktıklarında iş ararken “Bahçecilik da yaptım” diyebilirlerdi böylece…”
“Hatırlatma: Araştırılmayı bekleyen olası gömü yerleri” başlığı altında, bundan tam yedi yıl önce, 25 Aralık 2017’de yayımladığımız bir yazıyı tekrar yayımlamak istiyoruz... Bir okurumuz Kıbrıs’ın güneyinde bulunan Lefkoşa Merkez Hapishanesi’nin enginar bahçesine 1964 yılında bazı Kıbrıslıtürk “kayıplar”ın gömüldüğünü anlattıydı bize... Bu yazıyı tekrar paylaşıyoruz ki bir “hatırlatma” olsun ve okurumuzun sözünü ettiği yer hakkında derinlemesine araştırma yapılabilsin. 25 Aralık 2017’de şöyle yazmıştık:
“Bir okurumuz, Kıbrıs’ın güneyinde bulunan Lefkoşa Merkez Hapishanesi’nin enginar bahçesine 1964 yılında bazı Kıbrıslıtürk “kayıplar”ın gömüldüğünü anlattı.
Okurumuz, bu konuda bize şöyle konuştu:
“… 21 Aralık 1963’te iki toplumlu çarpışmalar çıkınca biz Lefkoşa suriçinde bulunan evlerimizden kaçmak zorunda kalmıştık ve Lefkoşa Merkez Hapishanesi’nin hemen yanındaki bir eve sığınmıştık. Bu eve 30-40 kişi sığınmıştı, bizim gibi aynı şekilde… Bu evde toplandıydık ve ne olacağını bilmeden bekliyorduk…
Ben o zamanlar 10 yaşlarında bir çocuktum… Ailemle birlikte bu evde kalıyordum… Babamın anlattığına göre bir gece saat 11-12 civarı, bir kamyon geçmişti… “Bu saatte bu kamyonun burada ne işi var?” diye evde bulunanlardan üç kişi dışarı çıkıp bakmışlardı. Bulunduğumuz yol, çıkmaz bir yoldur, 40-50 metrelik bir yoldur.
Babamın anlattığına göre kamyon Lefkoşa Merkez Hapishanesi’nin kapısından içeri girmiş, sola dönmüş ve enginar bahçesine gitmişti.
O dönem buralarda hiç ev yoğudu, tek tüktü etraftaki evler… Açıklık alandı…
Kamyon, hapishaneye ait enginar bahçesine bir şironun kazdığı bir çukura, kamyonda bulunan ölüleri getirip döktüydü. Babam ve iki kişi daha bunu gördü ve evlatlarına anlattılar.
Şiroyla bir çukur açılmıştı hapishanenin enginar bahçesine… Kamyondaki cesetler buraya boşaltılıp gömülmüştü… Babama sormuştum, “Kaç kişiydiler?” diye… “Sayamadım ki oğlum” demişti bana…
Enginar bahçesi dediğim, hapishaneye ait bir yerdi… Buraya domates, patates, enginar ekerlerdi… Hapiste yatan mahkumlar için bir tür bahçecilik programıydı bu… Hapislik dönemlerinin son altı ayında bu bahçeyle uğraşırlar, dışarıya çıktıklarında iş ararken “Bahçecilik da yaptım” diyebilirlerdi böylece…
Kamyonla hapishanenin bahçesine dışarıdan bazı “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in getirilip gömüldüğünü gören sözkonusu üç kişiden birisi babamdı. Bir diğeri bir papazdı. Ve üçüncü bir şahıs daha vardı. Bu üç kişi, kaldığımız evden çıkıp kamyonun ne yapmaya buraya geldiğine bakmaya giden üç kişiydi. Üçü de hayatta değildir. Ama üçü de evlatlarına, yakınlarına bu olayı anlattı.
Ben bunu senelerce içimde tuttum. Şimdi size anlatıyorum ki araştırasınız… Eğer orası boşaltılmamışsa, hala oradadır o “kayıp” Kıbrıslıtürkler…”
Bu okurumuza paylaştığı bu bilgilerden ötürü çok teşekkür ederiz…
Okurumuzun sözünü ettiği kamyonla ilgili olarak, geçmiş yıllarda, Ayvasıl’daki toplu mezarların bazılarının boşaltılması esnasında, hapishaneden bazı mahkumların da kullanılmış olduğu yönünde bazı okurlarımızdan bize ulaşmış olan bilgiler aklımıza geldi. Ancak sözkonusu kamyonunun Ayvasıl’dan mı yoksa başka bir yerden mi geldiği hakkında herhangi bir bilgimiz yok.
Hatırlanacağı gibi, 13 Ocak 1964’te Kıbrıslıtürk yetkililerin İngiliz askerleri eşliğinde Ayvasıl’a 3-4 kez farklı toplu mezarlara gömü yapılmış olan yerlerden birini veya birkaçını Kıbrıslırum makamlar boşaltmak için operasyon yapmışlardı. Bunun nedeni Lefkoşa Genel Hastanesi morgunda toplanmış olan, Lefkoşa’nın çeşitli yerlerinde öldürülmüş olan Kıbrıslıtürkler’in 21 veya 22 kişi olması, bu listenin Kıbrıslırum yetkililer tarafından Kıbrıslıtürk makamlara Kızılhaç aracılığıyla 4 Ocak 1964’te ulaştırılmış olmasıydı. Kıbrıslırum yetkililer, bu arada Ayvasıl’da 9 Kıbrıslıtürk’ün öldürülerek aynı alana gömülmüş olmasının da Kıbrıslıtürk yetkililerce 13 Ocak 1964’te yürütülecek kazıda ortaya çıkacağını anlayınca, böyle bir operasyon düzenlemeye karar vermişler ve Ayvasıl’dan bazı “kayıp” Kıbrıslıtürkler’i gömülü oldukları yerlerden çıkararak bilinmeyen bir noktaya götürmüşlerdi. Bu “operasyon”u, kazının yapılacağı 13 Ocak 1964’ten bir veya birkaç gece önce yaptıkları anlatılmaktaydı. Nitekim kazıyı yürüten Dt. Hüsrev Dağseven, buradaki çukurlardan birisini boş bulmuştu – yani bu çukur boşaltılmıştı…
Sözkonusu “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in nereye gömülmüş olabileceği hakkında daha önce bir Kıbrıslırum okurumuzla 1 Eylül 2014’te Kayıplar Komitesi yetkililerine ara bölgede bir yer göstermiştik ve bu yer askeri bölgeye bitişik olan bir noktadaydı. Bu noktada kısa süreli bir kazı yapıldığını duyumuştuk ancak askeri bölge olduğu için burasının ne oranda kazılmış olduğu yönünde herhangi bir bilgimiz mevcut değil…
Hapishaneye ait enginar bahçesine hangi “kayıp” Kıbrıslıtürkler’in gömüldüğü hakkında da herhangi bir bilgimiz yok… Bu konuda araştırmalarımıza devam edeceğiz…
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi olan okurlarımı isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum. Kayıplar Komitesi’ni de arayabilirsiniz…”
*** BASINDAN GÜNCEL...
“Elveda sincaplar, elveda dünya...”
Fikret İLKİZ/T24
Elveda balıklar, elveda ağaçlar… Kunduzlar, köstebekler, kuşlar, örümcekler!
Neler öğrendik sizlerden? Başta sizler olmak üzere neler yitirdik öğrendiklerimizden!
Kaç yıldır ağaçta sincap görmediniz?
Ağaç kabuğuna en son ne zaman avuç içinizle dokundunuz?
Ne zaman bir ağaca tutundunuz? Ağaçlarla kaç zamandır konuşmadınız?
Yeni yılı uğurlarken kaç masal anlattınız çocuklarınıza? Masal anlatır gibi anlatalım!
Enis Batur sormuş “Ağaçlar kendi aralarında tartışırlar mı?” [i] Yanıtını okuyalım.
“Böyle bir durumla hiç karşılaşmadığımı hemen söylemeliyim. Gerçi bir kesinlik tınısı yüklemiyorum sözlerime, ama ağaçlar konusunda bana güvenilir sanıyorum: Onlara yakın, çok yakınım. Ormanlara, korulara duyduğum bağlılık neyse ne, şehrin unutulmuş, artık fark edilmez olmuş ağaçlarıyla da bir ilişki kurduğum, geliştirdiğim bilinir.
Hiç rastlamadım iki ağacın, iki ağaçtan fazlasının tartışmaya giriştiklerine. Ağaçların aralarında görüş farklılığının belirmemesi inanılması güç gelebilir sana da başkalarına da.
Böyledir onlar: Rüzgâra karşı yorumlarında, yıkanırken, uyurken, kesilirken aynı çizgide buluşurlar hep. “Macbeth”in yürüyen ormanında böyledir bu; akasyalar, manolyalar, atkestaneleri söz konusu olduğunda da böyledir.
Bir tepsi çamı ile bir gül ağacı, birbirlerinden çok uzakta olsalar bile uyum içinde düşünürler. Aynı durum canlarını acıtır. Aynı davranış aynı sevgi dalgasını doğurur ikisinde de. Gözlemimin doğruluğunu bonsai’lar üzerinde deneyebilirsin. Çukulata ağaçları, limon kokusu ağaçlarında, arsenik ağaçları üzerinde de.
Ama, önce, onlarla konuşmayı öğrenmelisin. Kabuklarına avucunun içiyle dokunmayı öğrenmelisin. Onları koklamayı, onlara tutunmayı öğrenmelisin”
Ormanları, ağaçları ve onlarla konuşmayı unuttuk.
Onlarla konuşmayı, avucumuzun içiyle dokunmayı, koklamayı ve onlara tutunmayı unuttuk!
Ağaçları yaktık! Ormanları yaktık! Ağaçları yok ettik, kestik, attık.
Onları cansız, onları hareketsiz ve onları kesilecekler, yakılacaklar arasında gördük… Ağaçları ve ormanları böyle görenlerle birlikte yaşamayı sürdürdük. Hiç utanmadık!
Böyle görenlere “Yeşil Diyalog” yazısında Eduardo Galiano’nun yanıtı…
“Hareketsiz görünüyorlar, ama nefes alıyor ve ışığı ararken yer değiştiriyorlar.
Ve konuşuyorlar. Onlar hakkında çok az şey biliniyor, ama en azından bir ağacın darbelere ya da yaralanmalara maruz kaldığında zehir salgılayarak kendini savunduğu ve yakınındaki ağaçlara uyarı sinyal yolladığı biliniyor. (…) belki de dünya üzerinde ilk ağaçlar yükseldiğinde ve çoğaldığından beri bu böyle oldu; o ormanlar o kadar uçsuz bucaksızdı ki, rivayete göre, bir sincap daldan dala atlayarak bütün dünyayı dolaşabiliyordu.
Şimdi çöllerin arasında hayatta kalabilmiş ağaçlar, o eski iyi komşuluk geleneğini canlı tutuyor”
2024 yılını uğurlamak için uğraşıyoruz, insanlar için uğraşmadığımız kadar!
Törenlerle uğurlayıp, akşama ne yemek istersiniz sorularıyla, açları yok sayıp ve hoş geldin nidalarıyla karşılanacak yeni bir yıl var kapımızda artık...
Gün saydık, haftaları aylara kattık, bir yıl yaptık. Çocuk gibiydi, büyüdü, büyüttük.
Gözünün yaşına bakmadan dövdük, sövdük, hapse attık, eziyet ettik, çalıştırdık, hırpaladık, yok ettik, bombaladık, öldürdük…Böyle büyüttük, çocuklardan hırsız, katil yaptık; kullandık ve şimdi atıyoruz. Yenisi kapıda!
Biz yapmamışız gibi arkamıza bakmadan, yürüdük gittik. Nasıl olsa cezası yoktu, hesap soracak kimse olmadığı gibi, hesap sorulması gerekenlere gözümüzü kapattık.
Duymadık, görmedik, söylemedik. Maymunlardan utanmadık!
Devam ettik, insanları öldürmek yetmedi, hayvanları öldürdük, ağaçları kestik, toprağı ve suyu zehirledik.
Bir dirhem temiz hava, bir dirhem adalet için kurban edilen insanlık…
Adalet, aş, ekmek yerine korku, ölüm, savaş, kin ve nefreti marifet sandık!
Bir varmış, bir yokmuş diye başlayan ve sonu güzel biten masallar Kaf dağının ardında kaldı.
Haklar ve özgürlükler masal oldu, tepeledik, kullandık ve attık. Sessizlik! Çünkü sustuk!
İnsanların masallara inanma hakları vardır ve buna inanç özgürlüğü denir, inançlara masal demek de bir haktır, buna da ifade özgürlüğü denir…Böyle diyerek avunduk!
Yıllar gibi, 2024’ü sanki bir insan gibi uğurluyoruz.
Gidenler oldu bu mekanlardan, geçmiş zamanlardan. Unuttuklarımız ve gömdüklerimiz var hem toprağa hem sonsuzluğa…Daha dün buralardaydılar, şimdi yoklar.
Yoksulluklara ve yoksullara, sadaka verir gibi yapmayı çok seviyoruz, rahatlıyoruz.
Bu soğukta, kar yağmasını bekliyoruz…Çünkü yılbaşı…
Evsizlere acıyarak yardım etmeyi, savaşlardan sağ kurtulanlara battaniye vermeyi, bir rahatlama yaşamak için açlara aş vermeyi insanlık ve sevap sayarken; yoksul ettiklerimiz, aç bıraktıklarımız, acımadığımız ne kadar insan varsa onlarla birlikte yaşamayı, savaş çıkarmayı, barışı reddetmeyi çok büyük bir ayıp, insanlık suçu, onursuzluk ve kabahat saymıyoruz.
Barış istemiyoruz…Neden?
Ormanları yakıyor, kuşları öldürüyoruz. Bir acımasız dünya yaratıp, kullanıp atıyoruz.
Yaşıyoruz, yaşamak buysa…
Bir yılı daha geride bıraktık; savaşlarla, ölülerimizle, kanla sulanmış, zehirlenmiş topraklarımızla, yok ettiğimiz ormanlarımız, içilemez sularımızla, yaktığımız ağaçlarımızla; bize dokunmayanların bin yaşadığı bir dünyayı yeniden döndürmeye başlayacağız.
Kutlamalarla, hoş geldin diyerek kullanacağımız yeni zamanlarımız olacak... Kurutulmuş, mahvolmuş bir dünyanın acılarla dolu coğrafyalarında insanları öldüreceğiz!
Kadınları ve çocukları öldüreceğiz. Dünyayı katledeceğiz!
Sonra mutluluklar… Unutulan insanlığın utançları verilmiş sadakalarımız olacak!
Unutulmaya hazır bekleyenler arasında neleri unuttuk?
Elveda dünya! Biz seni öldürdük…
Bitirelim…
Unutmadık, insanlığı kullandık, attık.
Ne mesela?
Eduardo Galiano’nun[ii] dediği gibi “İlk Harfler”.
“Köstebeklerden tünel yapmayı öğrendik.
Kunduzlardan bent yapmayı öğrendik.
Kuşlardan ev yapmayı öğrendik.
Örümceklerden dokumayı öğrendik.
Yokuş aşağı yuvarlanan ağaç gövdesinden tekerleği öğrendik.
Suyun üzerinde rastgele yüzen ağaç gövdesinden gemiyi öğrendik.
Rüzgârdan yelkeni öğrendik.
Peki ama kötü alışkanlıkları bize kim öğretti/
Etrafımızdakilere acı çektirmeyi ve dünyayı aşağılamayı biz kimden öğrendik?”
[i] Bir Balık Bir Başka Balığa Onu Sevdiğini Söyler mi? Enis Batur/Selçuk Demirel. Gelengi yay. Ocak 2011. Sayfa 21
[ii] Kullan-At . Gezegenimiz, Yegane Evimiz Eduardo Galiano.. Sel Yayınları. Eylül 2024 Sayfa 85.
(T24 – Fikret İLKİZ – 30.12.2024)