Lefkoşa – Şeher Çağırıyor Beni Yazmaya
Buraya getirtilen gariban Türkiyeliler suçlu da… Onları, buraya gönderen, yerleşmelerine… O gelişigüzel yerleşimin neden ve sonuçlarını yaratan ve onlara hala göz yuman bizim politikacılarımız suçsuz mudurlar ki!..
Neriman Cahit
İnsan şaraba benzermiş…
İçinde bulunduğu kabın özelliklerini alan…
Bizim, içinde bulunduğumuz ‘küpe’ ne oldu dersiniz?
Neden… Niçin bunca yıpranmışlık ve sızıntı!.. O mu bozuyor bizi; yoksa, biz mi bozuyoruz onu?..
Ne oldu Lefkoşa’ya… Şehere… Şeherimize…
Nerde o güzelim sevgili?..
Bazılarımızın anılarından bile siliniyor olması ne acı!!!
Oysa…
Şiirlerde, şarkılarda, öykü ve romanlarda olsun kalmalı Lefkoşa…
***
Artık, daha da derinine inerek anlamak ve vurgulamak gerekiyor tüm olguları… Ör. Kentteki insanların bir kısmının ‘iyi kentli’, diğerlerinin ‘yoz kentli’ olduğu düşüncesi, hiçbir şeyi açıklayamıyor…
Hemen soralım: Hepimiz birlikte etmedik mi bu güzelim kentin / tüm ülkemizin içine…
***
Kiminin iyi, kiminin kötü… Kiminin seçkin, kiminin geçkin olduğunu, kim ve nasıl sayılacak… Saptayabilir… Örneğin:
Buraya getirtilen gariban Türkiyeliler suçlu da… Onları, buraya gönderen, yerleşmelerine… O gelişigüzel yerleşimin neden ve sonuçlarını yaratan ve onlara hala göz yuman bizim politikacılarımız suçsuz mudurlar ki!..
DİLİMİZ
Lefkoşa / Şeher bizim dilimiz…
Anadilimiz…
Öyle çok korkuyorum ki, dilimize – ana sütümüze yaptığımız haksızlık ve umursuzluktan…
Bir insan, ancak kendi öz diliyle düşünebilir, yaratabilir ve renkli dünyalar kurabilir…
Dil, bir insanın ruhudur… Bir ulusun da…
Bir insan ya da ulusun ruhunu anlamak, isterseniz, onun dilinde yoğunlaşmalısınız. Çünkü, bir insanın ve ulusun yaptığı, yarattığı her şey dilin(in) zenginliği içindedir…
Kültürel Miras’tan tutun da… Ulusal bilinç, düşünce ve sanatsal yaratıya kadar… Tarih ve belleğe kadar…
***
İngiliz Dilinde Eğitim, çağdaşlaşma vb. mazeretlerle kendimizi kandırmayalım…
Çocuklarımızın kişilik oluşumunu, beceri ve benliklerini bulmalarında, kendi dillerinin ötesinde, hiçbir etken ve güç olamaz…
Türkçeye sahip çıkmadığımız, ahlaki sorumluluğumuzu unutup onun yavaş yavaş ölümüne neden olduğumuz zaman… sosyal yaşamımızdan tutun da – siyasetten – sanat ve edebiyata kadar her şey tamamıyla ölü – içi doldurulmaz kuşlar gibi olacaktır… Ve, vatanımız da…
BU FELAKET
Bu felaket ise, bir kişinin, bir ülke ve ulusun başına gelebilecek en büyük felaket… Çünkü, kimliğini, ruhunu ve onurunu yitirmesi sonucunu doğuracaktır…
Gidişat budur…
Bizden öncekilerin emekleri, çabaları, terleri karşısında suçlu, utanç içinde ve mahcup olmayalım…
Yarattığımız çaresizliğin pençesine düşmeyelim…
***
Dilimizi, ülkemizi… Kendi varlığımızın ruhu ve onuru olarak görmezsek… Onu koruyup geliştirmezsek…
Bunların sonucunda diyetini çok ağır bir şekilde ödemeye mahkum ettiğimiz çocuklarımızın… Bizim mahkum edici o ağır soruları karşısında… çok geç kalınmış… ‘O, öldürücü çaresizlikten’ nasıl kaçabileceğiz…
***
Ey büyüğüm: Anam – babam, idarecim- öğretmenim…
Bu toprak için + bizim geleceğimiz ve, bekamız için ne yaptınız???
Ne yaptınız!!!
***
“Ahh Lefkoşa’m… Ahh Şeher’im…
Ben, ‘şair – yazar’ olmak için yazmadım… Yazmıyorum da… (60) yıldır… Dile kolay…
Sekiz yaşında fakir bir kız çocuğu olarak geldiğimde…
Sen öğrettin bana pratiğinde…
“Sosyal – sınıfsal çelişkiyi…”
***
Sen Lefkoşa’m… Şeher’im…
Hem kendin… hem de
Yurdumun kendisisin…
Benim için…
Yerleşik bir yabancı kılma beni…
Ne olur… sil artık…
Gözlerinin yaşını…
Ve…
Vazgeç naçar seyretmekten
Kendi yok oluşunu…
Çünkü senin için durmadan dinlenmeden uğraşan bir kadro var Belediye’de şimdilerde… Yeter ki biz de halk olarak onlara yardım edelim…