Lefkoşa’da askeri bölge içerisinde yeni kazılar...
KAZILARDA SON DURUM...
Kayıplar Komitesi’nin adamızın kuzeyinde ve güneyinde yürütmekte olduğu kazılara, Lefkoşa’da askeri bölge içerisine yeni bir kazı eklendiği öğrenildi.
Kayıplar Komitesi Kıbrıslıtürk Üye Ofisi Kazılar Koordinatör Yardımcısı Arkeolog Erge Yurtdaş’tan aldığımız bilgilere göre, kazılarda son durum şöyle:
*** Paşaköy’de (Aşşa) askeri bölge içerisinde, 1974 kaybı 2 Kıbrıslırum'un bölgede gömülü olduğu bilgisiyle yürütülen kazı çalışmaları son bulmuştur.
*** Lefkoşa’da, askeri bölge içerisinde, 1974 kaybı 1-2 Kıbrıslırum'un bölgede gömülmüş olduğuğu bilgisi üzerine kazı çalışmalarına başlanmıştır.
*** Dilekkaya’da (Ayakebir/Aya) 1974 kaybı 1 veya 3 - 4 kişinin derenin çevresinde gömülmüş olduğu bilgisi ile yapılan ziyaret sırasında yüzeyde insan kemiğine rastlanmış ve başlatılanan kazı çalışmaları halen devam etmektedir. Dört “kayıp” şahıstan geride kalanlara ulaşıldı...
*** Ötüken’de (Spatharikon), 1963 kaybı üç Kıbrıslıtürk'ün denize yakın ormanlık bir alanda gömülü olduğu bilgisi ile kazı çalışmalarına devam edilmektedir.
*** Lapta’da 1974 kaybı 13 Kıbrıslırum'un gömülü olduğu bilgisi ile birlike yurtdışından gelen Jeofizik uzmanlarının gerçekleştirdiği çalışmalar doğrultusunda toprak altında görülen anomaliler dolayısıyla bölgede ivedilikle başlatılan kazı çalışmalarına halen devam edilmektedir.
*** Mağusa’da 1974 kaybı 4-5 Kıbrıslırum'un Mağusa'daki eski polis karakolunun arkasında gömüldüğü bilgisi ile başlatılan kazı çalışmalarına halen devam edilmektedir.
*** Zeytinlik’te (Templos/Temroz) 1974 kaybı bir grup Kıbrıslı Rum'un harup ağaçlarının doğusunda gömülü olduğu bilgisi ile yapılan kazı çalışmalarına devam edilmektedir.
*** Strovulo’da 1964 kaybı bir Kıbrıslıtürk'ün kuyuda gömülü olduğu bilgisiyle başlatılan kazı sırasında kuyunun yeri saptanmış ve çalışmalar halen devam etmektedir.
Biz de kazı ekiplerinde bulunan tüm arkeologlarımıza, şirocularımıza ve diğer çalışanlara “Çok kolay gelsin” diyoruz...
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
“Karpaşalı Petros Marku’yu kaybettik... Kormacit’te Maronit kültürü yaşıyor...”
Belgin Demirel
Kıbrıslı Maronitler bugün madden ve manen biraz daha azaldı. Karpaşalı dünya iyisi Petros Marku bedenen aramızdan ayrıldı.
Engelli bireylere yardımları ile bilinen Petros, Kıbrıslı Türk engelli bireylerin de eğitimini sağlamıştı. Bilgeydi, çok özeldi. Konuştuğu kişinin gözlerinin içine saygı ile bakarak dinlerdi ama o konuştuğunda herkes susar ve öğrenmek için dinlerdi.
Bir dostu kaybettiğim için mi, ona verdiğim yemek sözünü artık yerine getiremeyeceğim için mi üzüldüm bu kadar? Belki her ikisi de. Ama en çok da gerçek bir vatanseveri kaybettiğimiz ve Maronit dostlarım için üzüldüm…
60’lı yılların başında, fakir bir ailenin zorlukla okuttuğu bir çocuğu olduğunu anlatmıştı. Çok iyi okuduğu için, Amerika’da eğitim bursu kazanmış, Kıbrıslı bir Türk kız ile New York’a gitmişler. O Türk kızı (Ayten Rıza) diş hekimi ve bir dönem Lefkoşa Belediyesi Başkanlığı da yapan Fuat Celaleddin’in eşi, ünlü avukatlarımızdan Kıvanç Rıza’nın da kızkardeşi Ayten Hanım’dı. Ayten Hanım, benim Lefkoşa Türk Kız Lisesi’nde İngilizce öğretmenimdi. Üç yıl önce, böyle soğuk ve yağmurlu bir gecede randevu alarak, Ayten Hanım’ı evinde ziyarete gittik birlikte. “Karpaşa gibi bir köyden çıkıp, New York gibi bir metropole gitmek ne demekti bilemezsin!” demişti. Ayten Hanım ile onu yıllar sonra görüştürdüğüm için tekrar tekrar teşekkür etmiş, o günleri anlatmıştı heyecanla.
Petro, biliyorum hatıran sonsuz olacak, huzurla uyu...
KORMACİT’TE MARONİT KÜLTÜRÜ YAŞIYOR...
Şu küçük ülkemizi tanıma bilincimin ve gayretimin çok geç geliştiğini söylemek zorundayım. Kuşkusuz bunda eğitim sistemimizin yanı sıra yaşadığımız savaş halleri de büyük etki yaptı. Karpaz’a ilk gittiğimde 30’lu yaşlarımın içinde idim. Kormacit bölgesine de aynı yıllarda balık merakımızdan dolayı gitmeye başlamıştık. 90’lı yılların başında, Kormacit burnuna gitmek için, önceden izin almak gerekiyordu. Mavi Köşk kavşağının yakınlarında bulunan inzibat, izni inceler ve sonra ‘Geç’ derdi. Kormacit askeri bir köy gibiydi o yıllarda. Duvarlarında sayılar yazan, önünde askeri araçlar bulunan evler vardı köyde. Buruna giden yol, o yıllarda henüz köyün içinden geçerdi. Büyük Katolik kilisesi ile dikkat çeken köyün sokaklarında tek tük yaşlı insanlar görürdük. Maronit köyü olduğunu bilirdim özetle, ama Maronitler’in kim olduğu konusunda bilgim yoktu.
MARONİTLER’LE DOSTLUKLAR...
90’lı yılların sonunda Livera’da (Sadrazamköy’de) ilk yapılan Dostluk Sitesi’nde evimiz olunca yolumuz Antonis Ftanos ile bir markette çakıştı. Bizi Koretti ve Şarpel’le tanıştırdı. Çok neşeli, yemeyi içmeyi ve paylaşmayı seven insanlardı. Bazı hafta sonları ya onlar bize gelirdi ya da biz onlara giderdik. Kapılar henüz açılmadığı için, güneyden geleceklerinde Türk mercilerden izin çıkararak, belli süreler için köylerine gelebiliyorlardı. Köyü hiç terk etmeyip, özel kimlikle köyde kalan nüfusun 150 civarında olduğunu, bu kişilerin yaş ortalamasının da 60’ın üzerinde olduğunu öğrenmiştim. İngilizce anlaşıyorduk onlarla. Bütün bildiğim Rumca, güneyden getirdikleri Cyprus Brandy’yi içeken söylediğim, “Eyva proti” ile bizde “Meymele mesmele” deyiminin karşılığı sayılan, “Entheka milia thoteka ores” idi. (Türkçesi: On bir mili on iki saatte...)
Masaya oturduğumuzda, “Belgina, kaç saate?” diye gülerek sorarlar, o cümleyi mutlaka benden duymak isterlerdi. “Tam bir Kipriyagi gibi çok hoş söylüyorsun” diyorlardı.
KAPILARIN AÇILMASIYLA EZİYET BİTTİ...
Daha sonra tanıştığım insanların sayısı arttı. Bunda 2003’te kapıların açılmasının, önceden izin alma eziyetinin bitmesinin de büyük etkisi oldu kuşkusuz. O güne kadar, “Ülkemde dolaşmak, hele doğduğum köye gitmek için izin almak züldür” diyen insan sayısı oldukça fazla idi. Haklıydılar. Özellikle Pazar günlerinde, Christmas (Noel) veya Paskalya (Paska) dönemlerinde köy müthiş bir nüfusla dolar, sokaklar araba yoğunluğuyla sıkışırdı.
MARONİT ÖMER DAYI...
Bir akşam, kalabalık bir Maronit grupla yemek yiyorduk. Hemen hepsi, ailelerinde bir Türk’ün olduğunu, Türkler ile akrabalık derecelerini anlatmaya başladılar. Hatta büyük kızım, “Anne biraz daha içilirse biz de mi akraba çıkacağız?” diye sormuştu. O zaman Gönyeli’de uzaktan akrabamız olan Maronit Ömer Dayı aklıma geldi. Hiç karışıp, görüştüğümüz biri değildi. Evleri de bizden çok uzaktı. Başına beyaz bir mendil saran, eşeğinin üzerinde davarını güden bu yaşlı adamın adını taşıyan torunlarından biri, benim ilkokul sınıf arkadaşlarımdandı ve yolumun üzerinde küçük bir bakkaliyesi vardı. Bir gün birşeyler almak bahanesi ile bakkaliyede durdum. Alışverişimi yaparken, duvarda Maronit Ömer Dayı’nın eşek üstünde davarı ile çekilmiş resmini gördüm ve arkadaşıma, “Dedenin adı niçin Maronit Ömer idi? Kormacit’te akrabalarınız var mı?” diye sordum. İçimden, evet demesini, tanıdığım o güzel insanlardan birini tarif etmesini geçiriyordum. Cevabı beni şoke etti. “Yok, bizim Maronitler ile akrabalığımız yoktur. Dedem çok gaddarmış. Hatta bir defasında babamı cezalandırmak için, ayaklarından eşeğe bağlayıp, mandıradan sürükleyerek köye getirmiş. Böyle gaddar olduğu için Maronit derlermiş kendisine”
Kulaklarıma inanamadım. Bu sözler tekrar tekrar kafamda dolaştı. Tarifsiz bir rahatsızlık duymuştum bu sözlerden. Minnacık bir ülkede yaşıyorduk, ama farklı toplumlar olarak birbirimizi maalesef tanımıyorduk, ayrıca müthiş önyargılar geliştirmiştik.
BİLGİLERİM DE SINIRLI SAYILIRDI...
Maronitlerle ilgili benim bilgilerim de sınırlı sayılırdı. Hıristiyan Arap olduklarını biliyordum. Katoliktiler. Kıbrıs’a Lübnan ve Suriye’den geldiklerini biliyordum, ama yılı konusunda bilgim yoktu. Kıbrıs Cumhuriyeti 1960’ta kurulduğunda, azınlık oldukları için, Rumlar’ın envanterine yazıldıkları konusunda bilgim vardı. Onlarla zaman geçirdikçe, Katolik oldukları halde, dini günlerini Ortodoks Rumlar’la birlikte kutladıklarını gördüm. Örneğin Avrupa Hıristiyanları Easter’i bir hafta önce kutlarken, Maronitler de o güzelim pilavunalarını yaptıkları Paskalyalarını Ortodoks Rumlar ile sonraki hafta kutlamakta idiler.
DEĞİŞİK BİR LİSAN...
Zaman içinde dikkatimi çeken bir başka özellikleri de daha çok yaşlıların kendi aralarında kullandıkları değişik bir lisan olmuştu. Daha sonra bunun eski Aramaik ve Arapça’nın karışımı bir dil olduğunu öğrendim. Bu dil, değişik kaynaklardan edindiğim bilgilere göre ülkemizde yaklaşık 800 kişi tarafından konuşulmakta. UNESCO tarafından ciddi şekilde tehlike altında olduğu düşünülüyor ve korunması amacıyla, (günümüze kadar konuşma dili olarak gelen bu dil) yazı sistmine alındı. Sanna olarak adlandırılan bu dil, ülkemizde, Maronitler’in Kıbrıs’a yerleştikleri yıllardan beri konuşulmakta. Maronitler’in Kıbrıs’a geliş tarihi değişik kaynaklarda değişik yılarda veriliyor. Kıbrıs tarihi ile ilgili kitapları olan Haşmet Gürkan, “Kıbrıs Tarihinden Sayfalar” isimli kitabında, “MS IX. Yüzyıda Kıbrıs’ta bir Maronit toplumu bulunduğu” şeklinde bir cümle kullanıyor. BBC’nin bir haberine bir dayanan kaynakta, “7. Yüzyıldan itibaren” ifadesi bulunuyor. 20 Mart günü Kormacit köyünde yapılan “Medoş Laleleri ve Maronit Kültürü Arasında Yürüyüş” etkinliğinde, Maronitler’in Kıbrıs’a gelişi 6. Yüzyıl olarak verildi.
Maronitler’in Kıbrıs’taki nüfusu yıllar içinde 80.000’e kadar yükselmiş. Yine Haşmet Gürkan’ın kitabında, 1250 yılında Maronitler’le meskun köy sayısının 60 olduğu yazar. Bu sayıya 65 diyenler de var. 4-5 yı önce vefat eden Kormacit Papazı Father Anthonis, içlerinde Kambilli (Hisarköy) ve Değirmenlik gibi yerleşim birimlerinin olduğu bu köylerin, daha çok Beşparmak dağları üzerinde olduğunu söylemişti. Sebebini sorduğumda, Lübnan’daki yerlerine çok benzediğini, orada da denize paralel dağlarda yaşadıkları bilgisini vermişti. Osmanlı döneminde ülkedeki Maronit nüfusun azaldığını yazar Gürkan. Buna sebep olarak da Türk tarihçilerce, Kıbrıs’ın Osmanlı tarafından fethi sırasında Maronitler’in Venedikliler’in yanında yer alarak çarpışmalarda ve daha sonra öldürülmeleri gösterilmekte. 1596 yılında Papa VII. Celement’in, Maronitler’in durumu hakkında bir rapor yazması için Kıbrıs’a gönderdiği Rahip Gerome Dandini, Maronitler’in 19 köy ile çiftliklerde yaşadıklarını kaydetmiş. Bu sayı, 1700-1820 arasında 10’a düşmüş. 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğunda ise Kormacit, Assomatos (Özhan) Karpaşa ve Aya Marina (Gürpınar-Türklerle karışık) olmak üzere dört köy kalmıştı. Bunların içinde 1974’te 1300 nüfusa sahip olan Kormacit en büyükleri idi. Girne kazasına bağlı köy ve kasabalar içinde Dikomo’dan (Dikmen) sonra ikinci büyük yerleşim birimi imiş o yıllarda bu nüfusla Kormacit. Ama sahip olduğu alan olarak en büyük. Bir yandan kuzey sahiline diğer yandan Omorfo körfezine kadar uzanan çok verimli topraklara sahip bir köy.
“HEM LALELERİMİZ, HEM DİLİMİZ KORUNMA İHTİYACINDADIR...”
Çok iyi bir Sanna dili konuşmacısı olan ve geçtiğimiz günlerde, Kormacit yöresinde medoş lalelerinin ve Maronit kültürünün tanıtılması etkinliğinin düzenlenmesinde emek verenlerden Antonis Skullos, “Hem lalelerimiz hem de dilimiz korunma ihtiyacındadır” vurgusunu yaptığı, “Medoş Laleleri ve Maronit Kütürü Arasında Yürüyüş” etkinliğine birlikte katıldığımız mimar arkadaşım, “Gelip köyü uzun uzun gezmek isterim. Ben Maronitler ve Sanna dili hakkında hiçbir şey bilmiyordum bugüne kadar” dedi. Ona yardımcı olabileceğimi, pek çok geleneklerini koruyarak, ülkemiz kültürünün zenginliğini artıran bu birbirinden güzel insanlarla tanıştırabileceğimi söyledim.
Farklı soylardan ve milliyetlerden gelmiş olsak da birbirimize saygı duyduğumuz, farklılıklarımızı zenginlik olarak gördüğümüz sürece manevi anlamda çoğalacağız, eminim. İnsanlık bunu gerektiriyor…